Sebahat Tuncel: Bölgeye sıkışıp kalmayacağız

Sebahat Tuncel: Bölgeye sıkışıp kalmayacağız
T24 - *DTP'nin kapatılmasıyla BDP'ye geçen milletvekili Sebahat Tuncel, kongre öncesi yeni parti sürecini ve açılımı Radikal gazetesine anlattı: 'Programda yalnızca Kürt sorununa odaklanmıyoruz. Devlet bizi bölgeye sıkıştırmak istedi. Buna izin vermeyeceğiz' *'PKK sorunun nedeni değil sonucudur. Sorun çözüldüğünde PKK da sorun olmaktan çıkacaktır... Kürt halkının dil, kimlik ve kültürel hakları güvence altına alınmazsa PKK silah bıraksa bile Kürt halkı haklarından vazgeçmez"Sebahat Tuncel, Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılmasıyla Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) geçen milletvekillerinden. Geçen yıl kendisiyle aynı panelde söz almıştık. 24 Ocak Pazar günü, BDP’yi ve 1 Şubat’taki kongresini konuşmak üzere İstanbul’da buluştuk. Tuncel iyi bir konuşmacı, enerjisi üstlendiği görevleri karşılayan, önemli bir kamusal kişi.Partisinin görüşlerini dile getirirken pek az klişeye başvuruyor ve kişisel görüşlerini söylerken de kendini partisinden ayrı tutacak bir fırsatçılığa düşmüyor. Röportaj öncesi biraz sohbet ediyoruz. Dile getirdiği kaygılar ve özlemler paylaşılmayacak gibi değil. Kendisine eşlik eden diğer genç BDP’li kadınlarla da öyle. Soru çok ama, bir yerden başlamak gerekiyor.BDP’nin DTP’den farkıBDP’nin bir ‘Türkiye partisi’ olmak konusunda DTP’den farklı bir atılımı olacak mı? Sebahat Tuncel: DTP’nin Türkiye partisi olmasını önleyen, AKP’ydi, devlet protokolüydü. DTP Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü, kadın özgürlüğünü ve ekolojik bir yaşamı savunan programı ile bir Türkiye partisiydi zaten. İki buçuk yıllık parlamento deneyiminde de dikkat ederseniz işsizlik, yoksulluk sorunundan kadın sorununa, ekolojik sorunlardan demokrasi sorununa kadar birçok konuda parlamentoda ana muhalefet rolü oynadı.Ancak sadece Kürt sorunuyla ilgili görüşlerimiz daha çok yansıdı. Biz şunu her fırsatta dile getirdik. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt sorununun doğru çözümünden geçer. Çoğu zaman bize şu eleştiri yapıldı. DTP kendisini muhatap göstermiyor denildi. Oysa gerçek olan Kürt sorunun çözümü konusunda görüş ve önerilerimizi paylaşacak bir muhatap göremedik karşımızda. Bizimle görüşmeyi, görüşme taleplerimizi ısrarla reddettiler. Biz yokmuşuz gibi davrandılar. “muhatabımız halktır” gibi muğlak bir nakaratı tekrarlayıp durdular. Başbakan bizimle bir defa görüştü o da kamuoyunun baskısı sonucu o görüşmede de başbakan olarak değil ‘AKP genel başkanı’ olarak görüştü. Bir söz vardır bilirsiniz ‘bir çiçek açmayla bahar gelmez’. Bu görüşme de Türkiye demokrasisi ve sorunların çözümü için iyi bir adım olabilirdi, ne yazık ki Başbakan Kürtlerin siyasi temsilcileri ile görüşme cesareti gösterememiş, demokrasi de başka bahara ertelenmiş oldu.Türkiye partisi olmak Türkiye’de yaşanan tüm sorunları kendi sorunu olarak görüp onun ışığında politikalar üretmektir. Bu anlamda biz DTP ile siyaset yaparken de Türkiye partisiydik. BDP ile yürümeye karar verdiğimizde program ve tüzüğümüzü buna göre oluşturmaya çalıştık. Bence asıl Türkiye partisi olamayanlar Türkiye’de yaşanan Kürt sorununu görmeyen veya bunu bir ‘terör sorunu’ olarak gören zihniyete sahip olan partilerdir. O nedenle sadece Kürt sorunun çözümü ve farklılıkların kendisini ifade etmesini bir demokrasi ve özgürlük sorunu olarak görüp bu konuda proje üreten ender partilerden biriyiz.Şimdi 1 Şubat’ta yapılacak kongremize bu konuda daha gelişmiş bir programla hazırlanıyoruz. Programda yalnızca Kürt sorununda odaklanmıyoruz. Genel olarak özgürlükler, emeğin sorunları, cinsiyetçilik, milliyetçilik, militarizm ve ekolojik soruna kadar hepsi Türkiye’nin sorunlarıdır ve biz bu konulardaki en ileri tavrı benimseyen partiyiz. Gerçi programlar okunmaz ama, biz oraya yazdıklarımızı önemsiyoruz. Örneğin kadın kotasını yüzde 40’a çıkarmamız, eşbaşkanlık uygulamamız, cinsiyetçiliğe karşı tavra verdiğimiz önemi gösteriyor.BDP olarak geçmiş deneyimlerimizin ışığında geleceği karşılamak ve demokrasi ve özgürlük mücadelemizdeki ısrarı bir kez daha belirtmek istirorum. Devlet bizi bölgeye sıkıştırmak, önümüzü kesmek istedi. Biz BDP olarak buna izin vermeyeceğiz. Türkiye partisi olmaktan anladığımız, bir Karadeniz’in santral sorunu mu var, o konuya eğilmek, çözüm üretmek; bir Akdeniz’in başka sorunu mu var, işsizlik sorunu mu var, o konuyla ilgilenmek, çözüm üretmek. Ekoloji sorunlarını başka hiçbir partinin ele almadığı kadar ayrıntılı bir şekilde ele alıyoruz. Farklılıklarımızı bir tehlike görenlere inat farklılıklarımızı demokrasi ve barışın teminatı olark görüp yolumuza devem edeceğiz. Ve biz inanıyoruz ki daha da büyüyeceğiz. Bakın DTP’ye katılmamış olan pek çok aydın BDP’ye katıldı. Bu katılımı oldukça anlamlı buluyoruz. Devlet tüm kurumları ile Kürtlerin siyasi iradesine karşı bir savaş açmış durumda. Partimizi kapattı. Eşbaşkanımız Ahmet Bey ve milletvekilimiz Aysel Hanım ve belediye başkanlarımızın da içinde bulunduğu 37 arkadaşımıza siyaset yasağı getirilmiş, seçilmiş belediye başkanlarımız, meclis üyelerimiz elleri kelepçelenerek tutukluyor, biliyorsunuz, tutuklananların sayısı 1000’i geçti. Kürtlere demokratik siyaset kanallarını kapatmaya çalışıyor. Ancak bence devlet ve onun sözcüsü AKP şunu unutuyor: Kürt halkı örgütlü bir halktır, ne istediğini, ne için mücadele ettiğini biliyor ve özgürlük ve demokrasi için 30 yıldır çok büyük emek ve bedel ödedi bundan sonra da bunu ödemeye hazırdır.Devlet bu gerçeği görerek Kürt halkını tanımalı, ve halk olmaktan kaynaklı haklarını anayasal güvenceye almalıdır. Aksi takdirde yaşanacak kaos ve gerilimin nedeni AKP hükümeti olacaktır.KCK korkuttuKCK operasyonları bahane oldu galiba. Bu KCK olayı sanıyorum birçok kişiyi korkuttu, yeni bir yasadışı örgütlenme çıktı gibi kaygılar oluştu.Evet, özellikle 29 Mart yerel seçimlerinde halkımız bizim politikalarımızı kabul ettiğini ve bunu savunduğunu sandıkta gösterdi. Bu durum devletin Kürt politikasını gözden geçirmesini beraberinde getirdi. O nedenle “demokratik açılım” gibi bir süreç başlatıldı. Ancak bu süreç Kürt sorununu çözmek değil. Açığa çıkan bu talepleri nasıl en asgari düzeye çekerim anlayışıdır. Esasta sorunu tanımlama değişmemiştir. Cumhurbaşkanı sayın Gül’ün dediği gibi devletin tüm kurumları bu projede ortaklaşmıştır. Sorunu ‘terör’ sorunu olarak ele alan anlayış değişmemiş, tasfiye projesine demokrasi kılıfı geçirilmiştir. O nedenle Kürt halkının siyasi temsilcilerini, insan hakları savunucularını KCK üyesi olarak gösterip tutuklanma gerekçesi yapıldı. Ve Kürtlerin örgütlü gücü olan siyasi parti kapatılarak Kürtleri baskı altına almak istenmektedir. Türkiye ve dünya kamuoyuna da bunlar DTP’li değil PKK’li diyerek Kürt halkı yalnızlaştırmak istenmiş, bu konuda kısmen de başarılı olunmuştur.Mesele PKK olunca herkes mesafeli durmayı seçmiş, yaşanan insan hakları ihlalleri ve devlet şiddeti karşısında sessiz kalmış, hatta çoğu zaman eleştirileri devlete yöneltmesi gerekirken bize yöneltmişlerdir. Biz kendimizi hem Kürt halkına hem Türk halkına hem de Türkiye de yaşayan 72 milyon insana karşı sorumlu görüyoruz. Bu nedenle halklarımızdan gizlenen gerçeği her fırsatta dile getiriyoruz: Kürt sorunu “terör” sorunu değildir, bir halkın kimliksel, kültürel olarak var olma sorunudur. Yani PKK sorunun nedeni değil sonucudur. O nedenle sorun çözüldüğünde PKK de sorun olmaktan çıkacaktır. Biz PKK’nın ve Sayın Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde dikkate alınmadan gerçek anlamda bir çözüm olamayacağını söylüyoruz. Bu bir realite. Bugün PKK’nın binlerce gerillası var devlet PKK’ya ‘dağdasın sen dağda kal’ diyor. Yani sorunu çözmek yerine çözümsüzlüğü çözüm olarak dayatıyor. PKK silah bıraksın, tasfiye olsun sorun çözülür diyor ve bunu halka böyle sunuyor. Oysa gerçek bu değil.Bugün Kürt halkının dil, kimlik, kültürel hakları güvence altına alınmazsa, PKK silah bıraksa bile bu halk haklarından kimliklerinden kültürlerinden vazgeçmeyecektir. Bunun hem devlet tarafından hem de dostlarımız tarafından iyi görülmesi gerekir. Bu gerçek görülmeden geliştirilen her açılım Türkiyenin aydınlık geleceğini karanlıklara çekecektir.Bunu anlayan, yazıp çizen gazeteciler oldu aslında. Bölgeyi bilenler, meseleyle yakından ilgilenenler...  BDP’nin tüm Türkiye demokratlarıyla özellikle Kürt sorununun çözümü konusunda şimdikinden daha geniş bir çaba ortaklığı olabilir mi, bunun biçimleri neler olabilir sizce? BDP’ye katılan aydınlar oldu, Zeynep Tanbay ve Büşra Ersanlı’yla birlikte bir grup, üye oldu. Ama bunun dışında neler yapılabilir? Biz barış ve demokrasi partisi olarak, demokrasi ve barış mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz. Bu mücadelede demokrasiden, barıştan, özgürlüklerden yana olan tüm güçlerle birlikte yürüyeceğiz. Bu ülkenin sorunları hepimizin sorunudur. Çözümü de birlikte geliştireceğiz. Biliyorsunuz Barış Meclisi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, Barış İçin Kadın Girişimi gibi girişimler var, çeşitli platformlar var. Yani hem kadın örgütleri hem gençlik örgütleri, sol, sosyalist, feminist güçler demokratlar bizim temel ittifak güçlerimizdir.Türkiye’de demokrasi mücadelesi yürütmek çok kolay değil biliyorsunuz. Sisteme karşı eleştirileriniz varsa ya ‘bölücü’ ya da ‘terörist’ olarak damgalıyor sizi sistem ve bunu da medya aracılığıyla tüm topluma empoze ediyor. O nedenle medya önemli bir alan bu alanın barıştan, eşitlikten ve demokrasiden yana bir dile ihtiyacı var. Çoğu zaman medya kullandığı dil ile ırkçılığa, militarizme, cinsiyetçiliğe zemin sunuyor. Kürtlerin gösterdikleri demokratik tepkiler, eylem ve etkinlikler öyle bir dil ile veriliyor ki Türk halkı ile Kürt halkı, başörtülü ile açık, dindar ile dindar olmayan, Ermeni ile Türk arasında daha çok duygu kırılmasına neden oluyor. Bu konuda en çok da biz zarar görüyoruz tabii.Devlet bizim sadece yurt içindeki değil yurt dışındaki çalışmalarımızı engellemek için bile yoğun bir çaba harcıyor. Geçenlerde Almanya’da Avrupa Sol Partisi’nin toplantısına katıldıktan sonra, daha önce başka bir arkadaşımız adına alınmış randevulara kendisinin acil bir işinin çıkması üzerine Almanya’da iken programı iptal etmedik, ben katıldım. Orada Türkiye Büyükelçiliği’nin ‘DTP’lilerle görüşmeyin, DTP Türkiye’de PKK’nin siyasi kanadı olduğu için kapatıldı’ diyerek görüşmelerimizi engellemek istiyor. Neyse ki görüşme yaptığımız partiler kiminle görüşüp görüşmeyeceklerine kendilerinin karar vereceğini iletiyor. İlginç bir durum tabii, kendi parlamenterleri hakkında başka bir ülkeyi böyle bilgilendirmek...Biz kongreyle birlikte yeni katılacak arkadaşlarımızla zorlu bir mücadelenin olacağının bilincindeyiz. Ancak bizi sadece bölgeye sıkıştırmak isteyen, bize nefes aldırmayan yaklaşımlar karşısında yeni katılımları oldukça anlamlı buluyoruz. Bu ülkede demokrasi, barış ve özgürlük herkese gerek. O nedenle ortak mücadele kaçınılmaz diyorum. Parti Meclisi özellikle bu konuda politikalar geliştirmek için çalışan 80 kişilik bir kurul olacak. Biz birlikte yaşadığımıza ve yaşayacağımıza göre her kanalla bir araya gelmek çok önemli bizim için. Parti Meclisi’nde de çok sayıda Türkiye aydını yer alacak, almalı.Solun katkısıUfuk Uras’ın tavrı önemliydi. Ayrıca sol partiler, Yeni Sol girişimi, ÖDP gibi demokratik çözümü önemseyen gruplar... Bütün bunlar özellikle Kürt sorununun çözümü, demokratikleşme gibi konularda çaba ortaklığına katkıda bulunamaz mı sizce? Biz kendimizi sol bir parti olarak tanımlıyoruz ve halkla özdeşleşmiş bir partiyiz. Ve Türkiye’deki demokrasi güçleri ile sol sosyalist güçler ile işbirliği ve diyaloğu önemsiyoruz. Ancak Türkiye’de sol genel anlamda çok güçlü değil. Solun halkla bağ kurma gibi büyük sorunları var. Çok parçalı bir durum yaşanıyor. Türkiye solu güçlü olsaydı bugün Türkiye’nin demokratikleşmesi başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunların çözümü daha kolay olabilirdi.Bizim Parti Meclisi’nde üzerinde çalıştığımız, bütün Türkiye’yle bu bağlantıyı sağlayabilmek. Tabii bu 1 Şubat’taki kongre olağanüstü kongre. BDP kongre ile bir başlangıç yapacak. Asıl işimiz bundan sonra başlıyor.Bugünkü Radikal İki’de Ahmet İnsel’in bir yazısı var...Okudum evet. Şimdi, Abdullah Öcalan, PKK, bunlar Kürt sorununun bir gerçeğidir, bir türlü anlaşılamayan nokta bu. Verili bir durumdur. Dağdaki PKK ne yapacak, ne yapılacak, nasıl gelecek buraya? Kimse bu konuda bir şey söylemiyor. Siyaset yapılmıyor, var olan yasalardan bahsediliyor. Yasaların değiştirilmesi için çaba gösterilmesi lazım. Biz bu çabayı gösteriyoruz. Bu konuda Türkiyeli aydınların da aşamadığı bir durum var bana göre. Yani Kürt sorunu tartışmaları resmi ideolojinin etkisinde kalınarak ele alınıyor. Farklı, daha gerçekçi yaklaşanlar da var tabii. Şiddetin yaşamımızdan çıkmasını herkes istiyor. Siz bunun kaynağını göremezseniz, günlük gelişmelere göre rota belirlerseniz sorun çözülmüyor daha da çıkılmaz bir hal alıyor. Yani bugün sorunu daha önce de belirttiğim gibi sorunun kaynağına inmek değil, sonucuyla ilgilenmek ona göre bir yaklaşım belirlemek olarak görüyorum. O nedenle de Kürtlerin anlaşılmadığını demokrasi ve barış konusunda devletin adım atması gerekirken bu çoğu zaman Kürtlerden bekleniyor. Bence sorunun nedeni Kürtler değil devletin Kürtleri yok sayan tekçi yaklaşımıdır. Bu değişmediği sürece, ‘düşman’, ‘bölücü’ gibi yaklaşımlardan sadece Kürtler değil sisteme karşı eleştirisi olan tüm kesimler nasibini alacaktır.Umut sürüyorAçılımla ilgili umutlar yitirildi mi sizce, ne düşünüyorsunuz?Açılım Kürtlere cezaevinin yolunu açtı. Siyasi iradelerine darbe vuruldu, kelepçe takıldı. Parti yöneticilerimizin hapse atılmasına neden oldu. Sokakta halkın gösterdiği demokratik tepkiler terörize edildi. İnsanlarımız linç edildi. Sokak ortasında öldü... Açılım Kürt hareketini tasfiye hareketine dönüştü. Ancak tüm bu yaşananlara rağmen bugün olmasa da yarın mutlaka bu topraklarda barış ve özgürlük kazanacak. Yani AKP bizim umudumuzu kırmaya çalışıyor, ancak asıl umudu kırılan AKP olacaktır. Bu halkın örgütlü mücadelesi karşısında tasfiye politikası yürüten AKP kendisi tasfiye olacaktır. Bu açılım projesinin AKP’nin projesi olmadığı herkes tarafından biliniyor. Arkasında ABD, AB var. Kürdistan bölgesel yönetimini de yanlarına alarak planlarını başarıya ulaştırmaya çalışıyorlar. Demokratikleşme konusunda şunu söylemek istiyorum:Bugün Türkiye’de çok geniş bir kesim demokratikleşmeden ve barıştan yana tavır koyuyor. Yine Kürt sorununun çözümü konusunda artık çok geniş bir kesim sesini yükseltiyor. Bence esas olan budur. Türkiye’de demokratikleşmeyi AKP sağlayamaz. AKP’nin niteliği buna uygun değil. Ancak bugün Türkiye’de güçlü bir sol seçenek açığa çıkmadığı için bu sürecin öncülüğünü AKP götürmeye çalışıyor. O nedenle toplumun açığa çıkan değişim dinamiğinin öncülüğe ihtiyacı var. Burada devrimci bir dinamik söz konusu. Bu dinamiğin özü kim ise, açılımı da o geliştirir. Bana göre Türkiye’de devlet kendisini yeniden dizayn ediyor. Yani eski tarz ve yöntemle artık gidemeyeceğini, çağa göre kendisini yeniden düzenleme zorunluluğunu hissediyor. Bugün Ergenekon davası, kozmik odada yapılan aramalar, askerin ‘planlar deşifre oldu iptal ettik’ demesi bu düzenlemenin bir parçası. Yani Türkiye’deki değişim dinamiği devletin kendisi ve görev verdiği AKP hükümeti olunca gerçek anlamda bir değişim dönüşüm olmuyor, sistem kendi önüne engel olan yapılanmalarını ortadan kaldırıyor. Eğer güçlü bir demokrasi dinamiği olan sol olabilseydi, Türkiye’de gerçek anlamda geçmişiyle yüzleşme yaşanır ve iyi bir başlangıç olabilirdi. Ne yazık ki bundan çok uzağız.