Çocukluk döneminden itibaren siyasetle yetişen, üniversite yıllarında siyasi mücadeleler veren, DPT ve Kent-Koop dönemleri boyunca solcu kimliğiyle bilinen Murat Karayalçın’ın resmi olarak siyasete ilk girişi, SHP’ye üye olmasıyla başladı. 1989 yılında yapılan yerel seçimlerde SHP’nin Ankara Belediye Başkan adayı oldu ve kazandı. Başkanlık döneminde Ankara’yı Avrupa başkentleri standartlarına ulaştırmak amacıyla “Ankara Programı” projesi hazırladı. Erdal İnönü’nün SHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılmasından sonra, solun yeni lideri olarak gösterilince, belediye başkanlığını bıraktı. 1.5 yıl Genel Başkanlık ve Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı yapan Karayalçın, SHP-CHP birleşmesi gündeme gelince, bu üç şapkasını birden kenara koydu. Ankara Belediye Başkanı olmak için 1999 seçimlerinde aday oldu, ancak yarışı kaybetti. Aynı yıl CHP 9. Olağanüstü kurultayında genel başkanlığa aday oldu, ancak 1. turdan sonra çekildi. Bir yıl sonra Eylül ayında yapılan kurultayda, Deniz Baykal yeniden genel başkan seçildi. Baykal ile fikir ayrılıkları büyüyünce, 11 Nisan 2001’de CHP’den ayrılan Karayalçın, gelen talepler üzerine 24 Mayıs 2002’de SHP’yi kurdu. 2004 seçimlerinde bu kez partisi SHP’den Ankara belediye başkan adayı oldu. Ancak yine sonuç istediği şekilde olmadı. Yerel seçimler yaklaştığında ismi mutlaka gündeme gelen Murat Karayalçın, şimdi CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak yarışacak. Karayalçın, “Biz karı koca yalnızca emekli maaşıyla geçiniyoruz, başka bir gelirimiz yok. Benim çalışmam gerekiyor. Nasıl olursa çalışacağım, yazarak ya da başka bir şekilde, ama siyasetin içinde olacağım” diyor. Karayalçın politik yaşamını, aile hayatını ve projelerini Vatan'a anlattı.“Ankara’yı bu yönetimden kurtarmak için nerede durmam gerekirse orada dururum, nerede olmam gerekirse orada olurum” sözlerinizden CHP’yi kastettiğiniz çıkarımı yapıldı? Ben siyasi parti anlamında söylemedim bunları. Bazı açıklamalar tahmin etmediğiniz ölçüde etkili olabiliyor. Burada da öyle oldu. Birdenbire çok hızlı bir süreç işlemeye başladı. CHP’de çok konuşulmuş, tartışılmış. Bana o açıklamamdan sonra Türkiye’nin her yerinden övgü dolu açıklamalar gelmeye başladı. Yani aslında CHP’den adaylığı kastetmediniz, öyle mi? Seçim süreci yaklaştıkça bir şey yapmam gerektiğine ilişkin telkinler geliyordu. “Murat Bey senden bir şey bekliyoruz, iyi bir şey yap” türünden bir beklenti vardı. Ben de bir siyasetçi olarak bu istemlerden etkilendim. Ve o bir şeyi böyle tanımladım. Bir defa önemli olanın ne olduğunu ortaya koydum. “Ben de o süreçte önemli olanın gerçekleşmesi için nerede durmam gerekiyorsa orada duracağım” dedim. Bu mutlaka aday olmak gerek demek değil. Sonra ne oldu? Birdenbire kıyamet koptu. Basın önemsedi. Bu konudan çok sayıda yorum yapıldı. Salı gecesi de Sayın Baykal telefon açtı ve “Bir çay içebilir miyiz?” diye beni davet etti. Hiçbir arka planı falan yok bunun. Böyle pat diye telefon geldi. Deniz Baykal davet ederken ne dedi? “Çay içmeye davet etmek istiyorum, genel merkezi de size göstermek isterim” dedi. Ben de gittim, konuştuk ve sonra birlikte o açıklamayı yaptık. Bu açıklama sonrasında nasıl tepkiler aldınız? Arkadaşlarımızın arasında, “Biz hazırlık yapıyorduk, seçime girecektik” diyenler de oldu, CHP’den aday olmamdan burukluk duyanlar da... Salı günü Zeki Sezer’le görüştünüz. Destek vermeleri için “bağımsız olmanız gerektiği” şartını yineledi. Seçimlerde solun ortak hareket etmesi için bu noktada Sayın Sezer mi bu şarttan vazgeçmeli, Sayın Baykal mı bir adım atmalı? Halkın iradesi ve tavrı hepimizin tercihlerinin üzerinde, bunu görmeliyiz. 22 Temmuz 2007’de yapılan seçimlerde CHP ve DSP’nin birbirlerinden şikayeti olabilir ama bizim ikisinden de şikayetimiz var. İkisinin de yanlış karar aldıklarını biz önceden söylemiştik. Biz o dönemde yine gönül koymadık. Ben bireysel olarak Ankara’da seçime girmedim. Oysa Ankara’nın herhangi bir bölgesinden 40 bin oyu çok rahatlıkla alabilirdim. Solun bağımsız adaylar çıkarması imkansızSayın Sezer’in oyuna talibim, arkadaşlarının oylarına da talibim, alacağımı da umuyorum ama tabii ki takdir kendilerinin. Fakat büyük mutabakatların sağlanması için çaba harcarken, küçük mutabakatları kaybediyoruz. Bugüne kadar hep öyle oldu. Solun bağımsız adaylar çıkarması ve bağımsız adaylara destek vermesi gibi bir düşünce çekici gözükmekle birlikte, bu olanaksız bir proje. Bunu da en iyi değerlendirme durumunda olan kişi benim. Ankara birlikteliği deyip, sağ partilere oy veren seçmenden de oy istiyorsunuz. Niye sağ partiye oy veren size oy versin? Belediye Başkanlığım sırasında bir siyasi ayrımcılık yapmadım. Benim bu anlayışım da değişik partilere oy vermiş Ankaralılar tarafından algılandı. Sonuçta bu ya da başka nedenlerle Ankaralılar beni böyle görmüştür ve o çerçevede oy kullanmışlardır. Bu nedenle ben üyesi olduğum partinin hep üzerinde oy almışımdır. Hemşehrilerimin yine böyle bir anlayışı sergileyeceklerini umuyorum. SHP’nin yerel programının özü nedir? Kent yönetimleri için çok çarpıcı önerilerimiz var, birisini söyleyeyim; Hemşehrilik Geliri Kurumu. Diyoruz ki, “Bizim yönettiğimiz kentlerde insanlar partileri ne olursa olsun yoksulluk çizgisinin üzerinde yaşam olanağına kavuşacak.” Yoksulluk çizgisini neye göre tarif ediyoruz? Toplamda 4 kişilik aileye, 2008 fiyatlarıyla, TÜİK hesaplamasıyla 600 YTL’lik yaşam çizgisi sunuyoruz. Örneğin 4 kişilik ailede 2 çocuk okuyorsa, eğitim dönemi boyunca biletlerini belediye olarak üstleneceğiz. Kaçak, kirlilik yaratan değil, nitelikli, ithal kömür vereceğiz. Gıda yardımı da var, ama gıda yardımı bulunan malın çokluğuna ya da ucuzluğuna göre değil. Bir yerde ucuz salça bulmuşsunuz, birkaç yıllık salça veriyorsunuz öyle değil. Diyetisyenlerle çalışılarak belirlenecek. Yani emeğin ayakta kalması açısından yapılacak hesaplama var. Sizin siyasi hayalinizde neler vardı? Yardımcılığına kadar ulaştım, tabii başbakanlık (gülüyor)... Seçimi kazanamazsanız siyasete nokta mı koyacaksınız? Bir B planınız var mı? Biz karı koca yalnızca emekli maaşı ile geçiniyoruz, başka gelirimiz yok. Çalışmam gerekiyor. Nasıl olursa çalışacağım, yazarak ya da başka bir şekilde, ama siyasetin hep içinde olacağım. Genel başkanlık görev sürem bitiyor. Örgütümüz görev süremin uzatılması için tüzük değişikliği önerdi ama ben bunu doğru bulmuyorum. Siyaset benim yaşamım. Bu ilgimi sürdüreceğim. Yeni projeler geliştireceğim. Yaşadığım sürece siyaseti izleyeceğim. Hangi konumda olduğum, hangi sıfatı taşıdığım çok önemli değil. Gökçek işine baksınMelih Gökçek sizin için, “Amacı belediye başkanlığı değil, CHP Genel Başkanlığı” açıklaması yaptı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Fantazi. İşine baksın Melih Gökçek, böyle bir şey yok ama ona ne? Akıl karıştırıyor. Kendi yanlışlarından hesap sorulmasının önüne geçmek için başka konuları öne atıyor. Siz siyasete de belediye başkanlığından geçtiniz. Bu kez de böyle bir düşünceniz var mı? Çok ilginçtir insanlar, belediye başkanlığını siyasetin dışında görüyor. Bana sorarsanız Belediye Başkanlığı siyasetin içi. Başbakan’ın ifadesini kullanayım, siyasetin daniskası. Gittikçe de önem taşıyor. Ayrıca Türkiye’de yaşanan sorunların çıktığı yer de, o sorunların çözüm alanları da belediye alanları. Onun için bu düşünceyi kendi anlayışıma göre doğru bulmuyorum. Ankara Büyükşehir Belediye Bakanı seçildiniz, ilk çözeceğiniz problemler neler olacak? Üç sorunun çok öne çıktığını görüyorum; birincisi raylı sistem, metro. 15 yıldır Ankara’da bizim yaptığımız 23 kilometrelik metro şebekesine 23 santim bile eklenmedi. İkincisi doğal gaz konusu. Ankara doğalgazının özelleştirilmesi çok yanlış olmuştur. Doğalgaz kamu malıdır. Kamu malı üzerinden kâr olamaz. O önemli bir sorun. Üçüncü ve en önemlisi ise su sorunu. Çok vahim bir noktadayız. Musluktan akan suyu kullanıyor musunuz? İçme suyu olarak kullanmıyoruz. Ağır metallerin olduğu sarı sarı bir suyu kimse kullanmıyor. Ankara’da iki su havzası var. Birisi Gerede, Bolu havzası, diğeri Kızılırmak. DSİ’nin hazırladığı su ana planı var. O plan diyor ki, Gerede havzasının sularını topla önce, 2020’lere kadar bu sana yeter. Kızılırmak havzası zaten o sürede temizlenecek. O temizlenmiş suyu o zaman getirirsin. Ama Gökçek bunu yapmadı. 2007’ye geldi, kuraklık oldu, panikleme yaşandı. Kızılırmak’ın pahalı ve kirli suyu, arıtılmadan Ankara’ya getirilmeye başlandı. Yeni bir arıtma tesisi kentin güneyine yapılması en temel öncelik bence. Çünkü bu halk sağlığı. “21 gün gizli verdim, baktım bir şey olmadı” meselesi değil. Temiz, kaliteli ve maliyeti daha ucuzsa Gerede suyu, neden Gökçek tarafından tercih edilmedi? Bunun hiçbir mantığı yok. Ben onun için bilgisiz, beceriksiz diyorum. Allah aşkına, Ankara Belediyesi, Rusya Federasyonu’na kendi sokağı ve kaldırımı için kira ödüyor. Bunun bir açıklaması olabilir mi? Dünyada böyle bir şey var mı? Beceriksizlik. Alt geçitler... “Bu alt geçidi 35 günde bitirdik, hayırlı olsun” diye pankart asıyor. Helal olsun. 35 günde bitirmiş, sanki uzaya gemi gönderiyor. Bu bir taşeronluk işi. Ama bundan dolayı kıvanç duyuyor, ufku bu kadar çünkü. Takım işi karışıkTakım tutuyor musunuz? Takım işim biraz karışıktır. Mülkiyedeyken arkadaşlarımla beraber Eskişehirspor’u tutardım, o yıllarda büyük bir çıkış yapmıştı. Sonra Rizespor, Trabzonspor, Samsunspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği ve Adıyamanspor. Karadeniz ve Ankara takımlarını anladım da Adıyamanspor niye? Ben kendimi devşirme Adıyamanlı olarak görüyorum. Adıyaman örgütünün talebi doğrultusunda 1994’teki ara seçimlerde buradan milletvekili adayı oldum. O sırada genel başkan, başbakan yardımcısıydım ama milletvekili değildim. Küçük yerlerde, başka yerlerden gelenleri pek kabul etmezler. Bu nedenle çok önemsedim. Danıştay saldırısında öldürülen yargıcımız Yücel Özbilgin o zaman Adıyaman Valisi idi. Birkaç ay Adıyaman’a seçim kampanyası için gidip geldik. Sonra Anayasa Mahkemesi seçimleri iptal etti. Ama benim Adıyaman’la olan bağım sürdü. Dolayısıyla da Adıyamansporlu’yum. Tüm bu takımların hepsini birden mi tutuyorsunuz yani? Unuttum, bir de GS var (gülüyor). Sorunuza gelince bu sene Trabzonspor’u tutuyorum. Tansu Hanım'a taviz vermedimSiyasetteki en büyük pişmanlığınız nedir? Örneğin DYP-SHP arasındaki bakanlık dağılımının değiştirilmesini çok arzuluyordum, Milli Eğitim ve İçişleri’nin SHP’ye verilmesinin peşindeydim. Ama o günün ortamında olmadı. Türkiye’nin koşullarını dikkate alıp, “Ya bu bakanlıkları verirsiniz, ya da bu işi bozarız” demedim. Bu benim yönetim anlayışıma tersti. O dönemlerde “Tansu Çiller’e çok taviz verdi” diye eleştirildiniz? Hiçbir konuda taviz vermedim. Ama belki derdimi anlatamadım. Kamuoyu beni kavga ederken görmedi hiç. Çünkü ben kavgayı öne çıkarmadım. Tabii ki kavga ettik ama bunu söylemedik. Ben Tansu Hanım’ın aleyhine kamuoyuna konuşmadım. Ya da Tansu Hanım’ı çekiştirmedim. Alışılmışın dışında olan bir şeydi bu. Ama benim anlayışımda, iş var. Kavgayı halkın önünde yapmayacaksın. Lise aşkıyla evlendi Gazi Lisesi son sınıftaydım, Neşe ise Ankara Koleji’nde Lise 2’deydi. Bir arkadaşımız tanıştırdı 1962 yılında. Nisan 1969’da da evlendik. Evlendiğimde okulu bitirmiştim. O yıllarda Kızılay’da Amerikan Haberler Merkezi vardı, orada telefonlara bakıyordum. Mesleki açıdan pek parlak bir durumum yoktu evlendiğimizde (gülüyor). Aslında iş hayatında ilgimi planlama çekiyordu. İki yer istiyordum; İşbankası İktisadi İdari Araştırmalar Kurulu ya da DPT (Devlet Planlama Teşkilatı). Hasan Celal Güzel’in yardımıyla DPT’ye girdim. Planlamaya girdiğimde daire başkanımız Prof. Nevzat Yalçıntaş, Müsteşarımız rahmetli Turgut Özal’dı. Oğlum Alp de ben planlamada çalışırken, 1974’te doğdu. Planlamada uzmanken, BM bursu aldım. Alp 2 yaşındaydı o zaman. Neşe ile Alp de geldi. 14 ay kaldık. Tez hazırlamak durumundaydım. İngilizce biliyorum diye gittim ama gidince fark ettim ki İngilizcem akademik derece için yeterli değildi. Tezim için çok çalıştım. Döndüğümde hiç beklemediğim biçimde Köy İşleri Bakanlığına Müsteşar Yardımcısı olarak atandım. 3. Ecevit hükümeti dönemiydi, bu görevde 22 ay kaldım, çok yoğun günlerdi. Ailemle fazla birlikte olamadım. Bu süreçte evde birçok şeyi kaçırdım. Oğlumun çocukluğunu tam anlamıyla yaşadığımı, o döneminde oğlumla birlikte olduğumu söyleyemem. Zaten bu yüzden oğlumun hiç siyasetle ilgisi yoktur. Siyasete girmeyi düşünmemiştir, devlet memuru olmayı bile düşünmemiştir. Fırsat buldukça kazıya gidiyorum Bana kalan boş zamanlarımda okumayı, müzik dinlemeyi, yürümeyi, sinemaya gitmeyi severim. Neşe ile fırsat buldukça sinemaya gideriz. Arkeoloji merakım var, amatör arkeolog sayılırım, fırsat bulunca kazı yerlerine giderim. Kemal Tahir hastasıyım ben. Ölünce epey bir sıkıntıya girmiştim, bir türlü beğenemedim başkasını... Son dönemde tarih ve coğrafya okuyorum. Anı kitaplarını çok severim. Özellikle Türkiye’yi gezen ve sonra da Türkiye ile ilgili yazmış gezginlerin kitaplarına meraklıyım. 16. yüzyıldan, 20. yüzyıla kadar hemen hemen tüm önemli gezginlerin kitaplarını okudum. Moltke’nin “Türkiye mektupları” bana göre çok çarpıcıdır. Hamur işlerini severimMutfağı hiç bilmem. Yemekle aram ise çok iyidir. Makarna ve börek, yani hamur işlerini severim. Neşe Karayalçın: Evde benim sözüm geçer Murat Bey nasıl bir baba, nasıl bir eş? Çok yumuşak, çok şefkatli bir baba, sorun çıkamayan bir eş. Evde kimin sözü geçer? Benim (gülüyor). Eşinizin yoğunluğu nedeniyle birçok sorumluluğu tek başınıza yüklendiniz. Zor olmadı mı? Evlendiğimizden beri hep böyle oldu. Aslında sorumlulukların paylaşılması gibi ben evdeydim o zamanlar, ben ilgilendim evin bütçesi, yönetimi ve oğlumuzla. Zaten Murat’ın parayla hiç ilgisi yoktur. Cüzdanında para olup olmadığını bile bilmez çoğu zaman. Evlendiğiniz zaman maddi durumunuz çok iyi değilmiş. Çok sıkıntı çektiniz mi? Ailelerimiz yardım ettiler. Bu nedenle çok büyük sıkıntımız olmadı. Murat Bey Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olma kararını söylediğinizde ne dediniz? “Ahhh” dedim (gülüyor). Artık yüreğim yok o kadar şeyi kaldırmaya. Ama Murat, o kadar canlandı, heyecanlandı ki yine, birden gençleşti. Sorun çözmeyi seviyor. Senelerdir Ankara için çok üzülüyor. Siz siyaseti pek sevmiyorsunuz. Murat Bey yine zorlu bir temponun içine girdi. Seçilirse aynı şeyleri yeniden yaşayacaksınız... 15 sene yaşlanmış olarak, evet (gülüyor). Siyaseti sevmiyorum, bu yüzden de mümkün olduğu kadar geride kalırım. Sadece gerekli zamanda, gerekli yerde olurum. Siyasetçi eşlerinin kurdele kesmelerine karşıyım ben. Ne katkınız var ki, o kurdeleyi niye kesiyorsunuz? Murat Bey’in sevmediğiniz huyları var mıdır? Geç kalması. Bunca sene sonra en büyük kavgamız hâlâ bununla ilgilidir. Bu iş temposundan dolayı ama değil mi? Yok değil, rahattır. Saat takmayan bir insan, saati yoktur Murat’ın. Başka? Biriktirmeyi sever, örneğin senelerdir gazete biriktirir. Ama bir şey aradığında da bulur. Bir de zaman zaman sigara içiyor. Halbuki ben tamamen bırakmasını istiyorum. Ankara’ya gelmek benim için kurtuluş oluyordu Ankara’ya ilk kez 7 yaşımda geldim. Çocukken rutubete karşı alerjik astımım vardı. Yaşadığımız kent olan Samsun’da nefes almakta güçlük çekiyordum. Bu yüzden ailem beni akrabalarımızın yaşadığı Ankara’ya gönderdi. Ailemden ayrıldığım için üzülüyordum ama burada daha rahat yaşayabiliyordum. Ankara’ya gelmek benim için bir anlamda kurtuluş oluyordu. ODTÜ’de hazırlık okudum. Öğrenci temsilcisi seçilmiştim. O yıl yabancı dil öğrenmek yerine öğrenci temsilcisi olmanın kafama göre bana yüklediği işlerle ilgilendim. Bunu abartarak yorumlamış olacağım ki, ara kademeye geçtiğimizde dersleri izlemekte zorlandım ve SBF’ye geçtim. Ecevit kitapları tercihimi değiştirdi SBF’de tartışmaların hep içinde oldum ve çok şey okuma olanağını buldum. Uluç Gürkan’la öğrenci derneği seçiminde yarışmıştık, seçimi Uluç kazandı. Bu benim için çok önemli bir dönüm noktası oldu. Uluç’un da önerisiyle çok sayıda kitap okumaya başladım, SBF 3. sınıftaydım. Hem milliyetçilik görüşümü turancı milliyetçilikten Atatürkçü milliyetçilik diye adlandırılan noktaya taşıdım, hem de yaşamımda ilk kez ideolojik tercihimi yaptım ve solu tercih ettim. Bülent Ecevit’in yazmış olduğu kitapların da bu tercihimde etkisi oldu. Bir de Sultan Galiyev’den çok etkilendim. Beni çok heyecanlandırmıştı. Hem milliyetçi, hem komünist, Allah Allah böyle bir şey olur mu diye düşünmüştüm.