Türkiye 1 Kasım'da yeniden sandığa gitmeye hazırlanırken, erken seçim kararını eleştiren CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, "Seçimler bilgisayar oyunu değil ki maç sonucu hoşumuza gitmeyince bir tur daha oynayalım! Ne yazık ki erken seçime böyle bilgisayar oyunu gibi yaklaşanlar oldu" diye konuştu.
Habertürk'ten Kübra Par'a konuşan Selin Sayek Böke, "7 Haziran’da ortaya çıkan milli iradenin geçersiz kılınması için bazı adımlar atıldı. Şimdi bu şartlarda seçime gideceğiz ve halkımıza Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunları ve bunun sebeplerini anlatacağız" dedi.
3 lirayı gören dolardaki yükselişe de dikkat çeken Böke, "TL’nin her 1 kuruşluk değer kaybı sonucunda şirketler 1.8 milyar TL zarar yazıyorlar. AKP ile görüşmelerin bittiği gün dolar 2.78 TL civarındaydı. Bugün 3 TL. Yani sadece 10 günde reel sektör 39 milyar 600 milyon TL zarar yazmış. Peki bunun bedelini kim ödüyor?" görüşünü dile getirdi.
Kübra Par'ın Selin Sayek Böke'yle yaptığı söyleşinin bir kısmı şöyle:
-Dolar 3 TL’ye dayandı. Neler oluyor?
Bakın, bunun altını çizmek ve doğru ifade etmek gerekiyor. Dolar değer kazanmıyor; Türk Lirası değer kaybediyor. Dolar kurundaki artışın iki nedeni var. Birincisi yıllar önce yapılması gereken yapısal reformların eksikliği, ikincisi siyasi riskler... Siyasetin tek bir kişinin iradesiyle sıkıştırılması, hukuk ve teamüllere aykırı adımlar atılması Türkiye ekonomisine duyulan güveni zayıflatıyor.
-Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, ‘Türkiye’de ekonomik kriz gelmez arkadaşlar. Allah aşkına ben söylüyorum” dedi. Bu sözlerini nasıl yorumluyorsunuz?
(Gülüyor) Sanırım Sayın Zeybekci bu görüşünü Bakanlar Kurulu’nda da paylaşmıyor. Çünkü orada da “Şu olmazsa kriz olur” diyen bazı bakanların açıklamalarını okuyoruz. Bakın, Türkiye güçlü ve büyük bir ülkedir. Her zorluğu aşacak büyük bir potansiyelimiz var. Ancak önemli olan sorumluluk bilinci ve ciddiyetle hareket etmek. Bakanlık ve siyaset sorumluluk ister. Vatandaş ekonomik olarak bu kadar zor durumdayken, bu gidişatı durdurma sorumluluğuna sahip bakanların zorlukları inkâr etmesi, çözüm üretemeyeceklerinin en somut göstergesi...
-Kriz kapıda mı?
Kriz kelimesini kullanmak istemiyorum. 6 milyon işsiz vatandaşımız kaygı içerisinde. Ne yazık ki kişi başına düşen milli gelir bakımından 2007 yılı seviyesine döndük. Yani 8 yılı kaybettik. TL sene başından beri yüzde 25’in üzerinde değer kaybetti. İhracat yedi aydır aralıksız düşüyor. Turizm gelirlerimiz azalıyor. Yatırımların toplam üretim içerisindeki payı düşüyor, yani yeni üretim kapasitesi inşa etmiyoruz. Bu tabloyu AKP’nin yorumlaması lazım, kriz mi değil mi?
-Dolar daha da yükselirse neler olur?
Daha da yükselirse genç işsizliği büyür, yoksulluk yaygınlaşır, sosyal sorunlar artar. TL’nin her 1 kuruşluk değer kaybı sonucunda şirketler 1.8 milyar TL zarar yazıyorlar. AKP ile görüşmelerin bittiği gün dolar 2.78 TL civarındaydı. Bugün 3 TL. Yani sadece 10 günde reel sektör 39 milyar 600 milyon TL zarar yazmış. Peki bunun bedelini kim ödüyor?
-Ekonomik gelişmeler vatandaşın cebine direkt yansıyacak mı?
Tabii ki yansıyacak. Zaten haykırışımız o yüzden...
-Peki, CHP’li kimliğinizden çıkıp ekonomist kimliğinizle bakacak olursanız, vatandaşa tavsiyeleriniz ne olur?
Bu kadar çok belirsizliğin olduğu dönemlerde yatırım kararlarını verirken sakin olmak ve ani kararlar vermemek en sağlıklısı olacaktır.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘“Beştepe’yi tanımayanı Beştepe’ye niye çağırayım?” diyerek Kılıçdaroğlu’na koalisyon kurma görevi vermedi. Bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?
Henüz 45 günlük süre dolmamışken her 4 kişiden 1’inin oy verdiği partiye görev vermemek, hem bir yetki gasbıdır hem de milli iradeyi hiçe saymaktır. Anayasa’nın tanınmadığı, “Ben yaptım oldu” anlayışının hâkim olduğu, siyasi geleneklerin tamamen göz ardı edildiği bir yerde hangi kuralların işlediğini söyleyebiliriz?
-Kılıçdaroğlu’nun “Beştepe’ye gitmem” dediği doğru mu? Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın tavrı haklı sayılmaz mı?
Bakın, Türkiye öyle yeni kurulmuş bir ülke değil. Bizim yüzlerce yıllık devlet kültürümüz var. Biz Cumhurbaşkanı’nın da Anayasa’ya, kanunlara ve devlet kültürümüze uygun davranmasını, hukuka saygı göstermesini istiyoruz.
-Davutoğlu görevi devrettikten sonra 45 günlük sürenin dolmasına birkaç gün kalmıştı. Kılıçdaroğlu görevi almış olsaydı nasıl hareket edecekti?
İşte yetki gasbının sonucu bu. Maça çıksaydık nasıl gol atacağımızı herkes görürdü! Halbuki şimdi “Acaba ne olacaktı?” diye soruyor tüm Türkiye...
-AK Parti ile CHP arasında istikşafi görüşmeleri yürüten heyetin içinde siz de yer alıyordunuz. Görüşmelerde hangi konularda anlaşmazlık yaşandı?
Yaptığımız görüşmelerde herhangi bir anlaşmazlık olmadı. Bu görüşmeler, görüşlerimizi paylaştığımız ve siyasi pozisyonlarımızı karşılıklı olarak ifade ettiğimiz görüşmeler oldu. Eğer bize bir koalisyon hükümeti teklifi gelseydi ve hükümet protokolü hazırlamaya başlasaydık o zaman uzlaşılan ve uzlaşılamayan konular ortaya çıkardı.
-AK Parti-CHP koalisyonu kurulabilseydi uzun ömürlü olabilir miydi?
Uzun ömürlü olması gerekliliği bizim ilk toplantıdan itibaren hep ifade ettiğimiz bir konuydu. Türkiye’nin önünde çok büyük sorunlar ve atılması gereken çok önemli adımlar var. Bir koalisyon hükümeti de Türkiye için samimiyetle, fedakârca, içten bir şekilde çalışmak zorunda. Bu iradeyi ortaya koymamız gerekirdi.
-Kısa vadeli bir reform hükümetine neden sıcak bakmadınız?
Sayın Davutoğlu bize kısa veya uzun vadeli bir koalisyon hükümeti değil, 3 aylık seçim hükümeti teklifinde bulundu. Seçim hükümetinde olup olmamayı tercih etmek konusunda da merkez yönetim kurulunda bir karar aldık ve bunu uyguluyoruz.
-CHP olarak çözüm sürecinin devam etmesini destekliyor musunuz?
Hepimiz çocuklarımıza iyi bir hayat kurmak için çaba sarf ediyoruz ama bu ülkenin çocuklarına böyle acılar çektiren bir ateş var. Şimdi “Bu ateş devam etsin” diyebilir miyiz? Biz, barış için atılması gereken adımları, sürecin nasıl yürütülmesi gerektiğini çok açık bir şekilde halkımızla paylaştık. 5 Ocak 2013 tarihinde 4 ilke açıkladık. “Süreç şeffaf ve samimi yürütülmeli, hiç kimsenin gizli bir ajandası olmamalı, kimse millete hesabını veremeyeceği angajmanlara girmemeli” dedik. “Halkımız ve muhalefet mutlaka bilgilendirilmeli” diye uyardık. Bu ilkeler hayata geçmedi. Geçseydi bu süreç çok daha güçlü bir temele sahip olacaktı. Şimdi toplumsal barışı sağlamak için bu 4 ilke çerçevesinde hareket ederek, barış için uğraşacağız.
-Cumhurbaşkanı erken seçim için 1 Kasım’ı işaret etti. CHP olarak bu konuda tavrınız ne olacak?
7 Haziran’da bir seçim yaşadık. Sonuçta ortaya çıkan tabloya herkes saygı göstermek zorunda. Biz bu anlayışla Türkiye bedel ödemesin, bir erken seçim yaşamasın diye büyük bir fedakârlık ve samimiyetle çalıştık. Ancak herkes bu görüşte değildi. Daha 8 Haziran’da “Erken seçim yapalım” diyenler oldu. Seçimler bilgisayar oyunu değil ki maç sonucu hoşumuza gitmeyince bir tur daha oynayalım! Ne yazık ki erken seçime böyle bilgisayar oyunu gibi yaklaşanlar oldu. 7 Haziran’da ortaya çıkan milli iradenin geçersiz kılınması için bazı adımlar atıldı. Şimdi bu şartlarda seçime gideceğiz ve halkımıza Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunları ve bunun sebeplerini anlatacağız. Bir tarafta “Önce Türkiye” diyenler var, diğer tarafta da “Önce ben” diyenler var. Halkımız da buna göre seçimini yapacaktır.
Habertürk'te yayımlanan haberin tamamını okumak için tıklayın