*Sezin Öney
Bir de, seçimlerde aday olarak yer almayan, bir oyunbozan var ki... ona da "dolar " adı veriliyor
Türkiye, sürprizlerle dolu olmaya devam ediyor. Daha Nisan 2018 başında, bugünkü siyasî ortamı gelip de sizlere tasvir etsem; "Amma da uçtun, OHÂL ortamındayız; erken seçimin iktidar çevrelerince telaffuz edildiği bile yok, kaldı ki, seçim olsa bile muhalefetin nefes dahi alamayacağı bir ortamda olur" derdiniz bana ihtimal. Ancak, aradan geçen zamanda, beklenmedik olaylar birbirinin peşi sıra geldi: "Olağanüstü Hâl" ortamının boğucu ortamından birden sanki, şartlar "olağanmışçasına" coşkulu bir kampanya ortamına girildi. Ve tüm baskılı ortama ve değil eşitsiz, tamamen orantısız rekabet şartları denklemine rağmen, coşku tamamen muhalefet tarafında. Muhafeletteki hareketliliğin "beklenmedikliğin" sırrı da tam burada: belli ki, iktidar, "sürpriz seçim" kararını alırken, muhalefetin değil gündem belirleyecek ölçüde atağa geçmesini, nabzının atmasını dahi hiç beklemiyordu. Gözüken o ki, iktidar tarafında "beklenmeyen" iki gelişme gerçekleşti: --Muhalefet partilerinin tümünün kendi tabanlarını heyecanlandıran Cumhurbaşkanı adayları göstermesi yoluyla, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucunun ikinci tura kalışının neredeyse garanti hâle gelmesi, --Muhalefet partilerinin kendi aralarında ittifak yapmaları/ittifak yasasını kendi lehlerine kullanmaları. Neden "erken seçim" ve neden de "24 Haziran kadar erken bir tarih" sorularının yanıtları da, şimdi daha netleşiyor: İktidar, seçimler için "erkenden de erken" bir tarih belirlerken, muhalefetin hazırlıksızlığına güvenmişe benziyor; ve bu "hazır değiller" güveni de, sadece İYİ Parti'nin teşkilatlanmasını frenleme amacına da dayanıyor gibi de gözükmüyor. Titiz ve objektif biçimde araştırma yaptıklarını bildiğim Metropoll'ün verilerinde, İYİ Parti'nin yüzde 10 barajının üzerine net biçimde tırmandığını sadece seçim kararı alındıktan sonraki araştırmalarında gözledim. İktidarın "hazırlıksızlık" hesabı, daha ziyade tüm muhalefete yönelik şekillenmiş gibi. CHP'nin dönüp dolaşıp Kemal Kılıçdaroğlu'nu aday göstereceği beklentisi de, bu "hazırlıksızlık" hesabına dâhil olmalı. Zira, gene verilere bakıldığında, Kılıçdaroğlu aday olmuş olsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, o adaylık açıklandığı anda "balkon konuşması" yapabileceği fersah aralığında ve dolayısıyla iktidar lehine bir ferahlıktaydı. "İttifak yasası" hiç yapılmamış olsa, iktidar tek başına yola devam etse, belki zaten muhalefet partileri de ittifak yapmayı akıllarına bile getirmeyeceklerdi. Evet, HDP'yi bünyesi dışında, baraj yarışıyla tek başına bırakan "Millet İttifakı", ayrımsızca kapsayıcı ve hattâ "sağ-sol arası Büyük Koalisyon" olma niteliğinde değil. Buna karşılık, hiçbir partinin hiçbir konuda yan yana gelemediği bir Meclis tablosuna şahit olduğumuz bugünlerde, henüz 2-3 hafta önce, iktidar partisi dışı herhangi bir ittifak olasılığı somut herhangi biçimde, tahayyül bile edilemiyordu. Hem siyasette çok seslilik dinamiği yaratarak, hem de ittifaklara-paslaşmalara girişerek muhalefetin "oyunbozan dinamizmine" kavuşabileceği, iktidar tarafından hiç de öngörülmüşe benzemiyor. "Oyunbozan dinamiği" Benim "oyunbozan dinamiği" olarak adlandırdığım "gündemi belirleme gücünü ele geçiren siyasi ters köşe dinamiğine," daha önce 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde de tanık olmuştuk. O seçimlerde de, tek bir partiden kaynaklanmayan; muhalefetin kendi arasında "mükemmel bir ittifak enerjisi" oluşturması veya "dört dörtlük bir takım oyunu" çıkarmasından ziyade, herkesin kendi kulvarında sesini "pozitif mesajlarla" ve "iktidarın gündemine/polemiklerine kapılmak" yerine doğrudan halkı muhattap aldığı renkli ve "çok sesli" bir süreç yaşanmıştı. Şimdi, 7 Haziran 2015 seçimlerden bir adım ötede bir durum da yaşanıyor: hiçbir konuda tam olarak ortak siyasi tutum ve yönelim benimsemesi şu aşamada mümkün gözükmeyecek tüm muhalefeti "ortak çatıda tek kelimeyle" bir araya getirecek sinerji de gökten zembille inivermiş gibi bir anda bulunuveriyor: Daha doğrusu "T A M A M" sinerjisi, bilfiil Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından muhalefete hediye edilmiş oluyor. Ortada kuşkusuz ki, çok ironik bir durum var. Bir kere Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasetteki alameti farikası olan "gündemi belirleme" yeteneğini, tıpkı "eski günlerdeki gibi," dünya genelinde gündem olacak biçimde konuşturmuş oluyor. Öte yandan, partisinin grup toplantısında sarfettiği, "Şayet bir gün milletimiz 'tamam' derse ancak o zaman biz kenara çekiliriz" ifadelerinin, nereye çekilebileceğini Erdoğan gibi tecrübeli bir siyasetçinin hesap etmemesi ilginç bir tesadüf. Hele de, hayatının en büyük dönüm noktalarından 27 Mart 1994 yerel seçimlerdeki kendi İstanbul Büyükşehir Belediyesi adaylığı kampanya şarkısının, "Tamam İnşallah" olduğu düşünülürse. Oysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan son konuşmalarında artan dozda "siyasetteki zirveye tırmanma dönemi nostalji" vurgusu da yapıyor. 1994'teki "Tamam İnşallah" adlı kampanya şarkısı da, Erkin Koray'ın "Fesupanallah" şarkısından şu biçimde uyarlanmıştı: "Dertleri bitmez İstanbul'un, Bıktım illalah, Biri biterken öbürü de başlar, Vermesin Allah, Böyle gelmiş, böyle gitmez; gitmez inşallah Yok mu çaresi dostlar? Var! Recep Tayyip Erdoğan Genç, dinamik, cesur, çalışkan, dürüst, kararlı..." "Başkanlık" laboratuar deneyi başladığından beri... Evde yapılıp da çarşıya uymayan seçim hesaplarına dönelim: Selahattin Demirtaş'ın hapiste olması nedeniyle HDP adayı olamayacağı veya olsa bile, 2014 Cumhurbaşkanlığı-7 Haziran 2015 genel seçimleri aralığında estirdiği "gülen-güldüren/pozitif enerji yüklü muhalefet rüzgârını" yaratamayacağı düşünülmüş gibi gözüküyor. Demirtaş ile ilgili kritik husus şu: Bundan önce, partisi ve kendisine destek olan seçmenler ötesinde, ilk büyük politik çıkışını 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerçekleştirmişti. Başka bir deyişle, Demirtaş'ın Türkiye siyaseti genelinde, partisini de aşarak "başlı başına bir siyasi aktöre" dönüşmesinin miladı, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden yoldaki adaylık-kampanya süreci oldu. Demirtaş'ın 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kilit rolü, "seçimlerin kazanma iddialısı" olması değil, siyasi sürece yeni bir soluk getiriyor olmasıydı. Eğer ki, o seçimlerinde Erdoğan (%51,79), Demirtaş (%9,76) ve "Ekmek için Ekmeleddin" İhsanoğlu (%38, 44) dışında dördüncü bir aday daha olsa, oylamanın ikinci tura kalması şansı çok büyük imiş (meğer). "Meğer" diyorum çünkü "Cumhurbaşkanı'nın halk oylaması ile seçilmesi" iddiasıyla başlayan "başkanlık sistemine kayış" sürecindeki siyasi dönüşüm, Türkiye politikasını bir laboratuar deneyine dönüştürdü. 2014'ten bu yana gerçekleşen oylamalara geri dönüp de incelersek, hep bir "sürpriz" unsurunun devreye girdiğini görüyoruz. Geri dönüp de bakarsak: 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 seçimlerinin sonuçları sürprizdi--hattâ bir yıl içinde, aylar arayla iki genel seçimin yaşanması başlı başına beklenmedik ve Türkiye siyasi tarihinde örneği olmayan durumlardı. 16 Nisan 2017 "başkanlık referandumu" sonuçları, "mühürsüz oy pusulalarının" getirdiği "meşruiyet" tartışmaları açısından sürprizdi; gene Türkiye siyaset tarihi geneli açısından baktığımızda ilk kez bir oylamaya bu denli ciddi bir şaibe iddiasının gölgesi düşüyordu. 24 Haziran 2018 seçimlerine gelelim: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, 8 Mayıs'taki şu sözleri, şimdiden yaşanan "iktidar cephesi sürprizini" yansıtıyordu: Erdoğan'ın, ana muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olarak Muharrem İnce'yi çıkartmasına yönelik olarak sarf ettiği "Haklarını verelim, çıldırtmasalar da şaşırttılar" sözlerinden bahsediyorum. "Normal şartlar altında", Kılıçdaroğlu yerine başka bir CHP'li aday olmasının, CHP'nin zaten belli bir oy oranı olduğuna göre, iktidarı çok da ilgilendirmemesi lazım. Hattâ, teorikman, gene Metropoll verilerinden son aylarda takip ettiğim üzere CHP oylarında, 1 Kasım 2015 seçimlerine nazaran, yaklaşık 5 puanlık "istikrarlı bir düşüş" yaşandığına göre, İnce veya Kılıçdaroğlu; çok da fark etmemesi gerek. Fakat "başkanlık sistemine kayış" süreci, başta vurguladığım gibi, hep sürprizlere gebe bir ortam doğuruyor. Muharrem İnce de, bana kalırsa da "şaşkınlık yaratacak" bir aday çünkü, çok inatçı ve deyim yerindeyse, "kapıdan kovsan bacadan girecek" kararlılıkta. Benim siyasi hafızamda, her şeyden önce "30 Mart 2014 Yalova seçimleri vakasıyla" yer etmiş biri. Bu yerel seçimlerde Yalova'daki oylama, Yüksek Seçim Kurulu tarafından iptal edilmiş ve 1 Haziran 2014'te tekrarlanan oylamayı, CHP adayı Vefa Salman kazanmıştı. Bu sonuç değişikliğinin mimarı da Yalova milletvekili Muharrem İnce idi. O kadar inat etti ki, sonunda seçimlerin sonucunu değiştirdi. Dahası, İnce de, Meral Akşener de, siyasette yıllarca "ikinci planda" kaldıktan sonra, ömürlerince biriktirdikleri "parlama arzusu" enerjisini sonuna kadar ortaya koyacakları biçimde bir dönüm noktası yaşıyorlar. "Metal yorgunluğu" ne kelime; siyasi yaşamlarının pıtrak gibi çiçek açma hevesine girdikleri bir yaşam döngüsündeler. Keza, Saadet Partisi'nin son aylarda birden "aforizma pınarına" dönüşen lideri Temel Karamollaoğlu da öyle... Dış görüntüsünden, politik çizgi olarak geldiği geleneğe kadar; kalıpsal olarak kendisinden beklenecek söyleme tam ters düşecek "sürprizli" bir figür olarak siyaset sahnesinde kendisini birden baştan yaratıverdi Karamollaoğlu. İnce, Akşener, Demirtaş, Karamollaoğlu: bu dört isim de, çok çok farklı çizgiden, gelenekten, ideolojik duruşlardan gelip de bir noktada birleşiveren ama ortak noktaları, "siyaset kumaşına" sahip olmaları olan dört farklı lider. Bu arada, son anda "100 bin imza barajını" geçen Doğu Perinçek'i de unutmayalım. O da, son derece değişik bir siyasi tipoloji. Ve şu da unutulmasın ki, Perinçek'in partisinin son dönemde iktidarla yaşadıkları "örtük ittifak" düşünülünce, onun seçmenlerinin de kendi liderleriyle seçime katılmasının bir sayısal önemi var. Her bir aday, ikinci tur ihtimalini artırıyor; dahası her ses, ne tonda olursa olsun, çok seslilik ortamının bir "oyunbozan sinerjisini" artırıyor. Bir de, seçimlerde aday olarak yer almayan, bir oyunbozan var ki... ona da "dolar " adı veriliyor. Ve de dolar da, benim deyişimle, Türkiye'deki en güçlü muhalefet. Göklerden gelen... "T A M A M", gökten zembille inmiş gibi ortaya çıkan muhalefetin asıl ittifakını yaratan bir slogan; değme reklamcı-kampanya uzmanı/sihirbazı bu sloganı düşüne düşüne yaratamazdı. Sezai Karakoç'un, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, iktidar çevrelerinde sık sık yinelenen bir şiiri geliyor akla: "Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır... Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır."