Hakan Özyıldız*
Son günlerde döviz kuru hızla yukarı giderken, şirketlerin kredi yapılandırmaları en çok konuşulan konulardan birisi. Koca koca şirketlerin isimleri ortalıkta uçuşuyor.
Dedikoduların yaygınlaşmasının nedenlerinden birisi, şirketlerin yüksek döviz borcu olması. TCMB verilerine göre, finansla kesim dışındaki firmaların döviz varlık ve yükümlülükleri arasındaki fark, Şubat 2018 itibariyle 223 milyar dolara yaklaştı.
Diğer bir deyimle, şirketler kesiminin, döviz varlıkları yükümlülüklerini karşılamaktan uzak. Aşağıdaki grafik, 2008-Şubat 2018 arasındaki dönemde, reel sektörün döviz varlıklarının döviz yükümlülüklerine oranını gösteriyor. Görüldüğü gibi 2008 yılında varlıklar yükümlülüklerin neredeyse yarısına karşılamaya yetiyormuş. Oysa artık bu oran yüzde 35’in altına düşmüş. Yani döviz varlıkları, borçların sadece üçte birini karşılayabiliyor.
2009 sonrasındaki hızlı bozulmaya dikkat lütfen. Bu tarih çok önemli: Çünkü o yıl, döviz geliri olamayan şirketlere yurt içinde dövizle borçlanma olanağı verildi. Döviz geliri olmayanlar, TL kredilerden ucuz diye, döviz kredilerine yöneldiler.
Bu arada hatırlatayım, varlıkların arsında yurt içinde ve dışarıda tutulan tüm döviz mevduatları var. Sözüm “Şirketlerin döviz borcu olmasından korkmayın, dışarıda paraları var” diyenlere.
Şimdi gelelim başta bahsettiğim dedikodulara.
Böylesi konuşmalar mutlaka derin bir sorun olduğu anlamına gelmez. Ancak, kurdaki bu hızlı tırmanış durdurulamazsa başka şirketlerin de bankalardan anlayış (!) beklemeye başlayacaklarını söyleyebiliriz. Bu bekleyişler birkaç şirketi kapsadığı sürece sorun olmaz. Ancak seçimlerin hemen sonrasında, Mart 2019’daki belediye seçimleri bahane edilmeden, acilen çok kapsamlı önlemler alınması gerekiyor. Önlemler ötelenirse sorunların yaygınlaşması ve derinleşmesi hızlanabilir.
Böylesi bir durumda borçlu şirketlere nasıl yardım edilecek? Diğer bir deyimle, tüm borçluların dertlerine derman olacak bir önlem mi bulunacak? Yoksa bir kurallar demeti hayata geçirilip iyiler ve kötüler ayrıştırılacak mı? Biliyorum, hangisini uygularsanız uygulayın sonuç Hazine’ye yük olarak gelecek. Ancak ikincisinde miktar biraz düşecek.
Tamam, demokrasilerde bütçeye yük getirecek uygulamalara siyasetçiler/TBMM karar verir. Ama burada can alıcı konu, günlük uygulamayı teknisyenlere/piyasaya bırakıp bırakmayacaklar. Diğer bir deyimle, siyasetçiler alınan kararların uygulanmasına, mikro düzeyde müdahale edecekler mi? Bu çok önemli. Gelecek seçimleri hedefleyenlerin siyasi tercihleri her zaman ekonominin uzun vadeli çıkarlarına uyumlu olmayabilir.
2001 Krizi öncesinde BDDK’nın Hazine’den ayrılıp, bağımsız kurum olarak kurulmasının nedeni budur. Hatırlayın o zaman döviz pozisyonu açığı olan bankalardı. Kur patlayınca sorunlu banka sayısı arttı. O zaman hangi bankanın TMSF kapsamına alınacağına, çok tartışılan seçenekler olsa da bağımsız kurul üyeleri karar verdiler.
Ama bildiğiniz gibi şirketler için böyle bir kurul yok. Eğer bir gün gerek olursa, tüm tercihleri siyasetçiler mi yapacak? Hangi önceliklerle ve nasıl?
*Bu yazı hakanozyildiz.com'dan alınmıştır