“Şehmus Özer ile bir çay bile içmemiş insan ondan neden nefret eder ki?"

“Şehmus Özer ile bir çay bile içmemiş insan ondan neden nefret eder ki?"

Burcu Karakaş*

Amedspor Kaptanı Şehmus Özer, 37 yaşında feci bir trafik kazasının ardından aramızdan ayrıldı. Özer, kullandığı araç buza kesmiş yoldan uçuruma yuvarlandıktan sonra sesini kimseye duyuramadığından donarak ölmüştü. Futbol dünyasını yasa boğan vefat haberinin ardından çeşitli spor kulüpleri sosyal medyadan başsağlığı mesajları yayınladı. Kimileri başsağlığı dileyen takımı “şirazeden çıkmak” ile suçladı, bazıları ise Özer’den “ceset” diye söz etmekte herhangi bir beis görmedi. O başsağlığı mesajlarının altına birbirinden yaralayıcı tepkiler yağıyordu (imla hatalarına dokunulmamıştır):

-- terörist'e neyin baş sağlığı ? kalanlarının da başını s.keyim başsağlığı yazan elleri de s.keyim

-- bi terörist eksildi işte ne başsağlığı 

-- Teröriste merhamet olmaz,rahmet okunmaz..

-- ben üzüntüyle karşılamadım, gebersin ibne

Sosyal medyada sıklıkla karşılaştığımız ırkçı ve/veya nefret dolu mesajlar, toplumdaki kutuplaşmanın keskinleşmesinin etkisiyle gün geçtikçe çoğalıyor. Bir yanda ise sosyal medyada anonimlik faktörü de etkili olabiliyor. ABD’li akademisyenler Indhu Rajagopal ve Nis Bojin tarafından kaleme alınan “Sanal Temsiliyet: İnternette Irkçılık” başlıklı makalede ise, İnternet ortamının yaptırımdan azade yapısına dikkat çekiliyor:

“Sanal nefret için üstesinden gelinemeyecek çok az engel var. Tek yapmanız gereken ‘nefretinizi’ yazıp göndermek. Diğer taraftan, İnternet ortamı kullanıcılarına etik kurallar empoze etmiyor. Öte yandan, medyayı yöneten yasaların dışında kalan ve kontrolsüz gücün içinde büyüyen bir alan.”

Türkiye’ye baktığımızda ise sosyal medyanın artık cezadan muaf olduğunu söylemenin pek mümkün olmadığını görüyoruz. Emniyet Genel Müdürlüğü, son altı ayda sosyal medya üzerinden, “halkı kin nefret ve galeyana sevk eden”, “terör örgütünü öven”, “terör örgütü propagandası yapan”, “devlet büyüklerine hakaret eden”, “devletin bölünmez bütünlüğüne, toplumun can güvenliğine kast eden” 3 bin 710 kişi hakkında adlî işlem yapıldığını ve bu kişilerin bin 656'sının tutuklandığını açıkladı. Ancak bu sayının kaçta kaçının nefret söyleminde bulunan kişilere yönelik olduğunu bilemiyoruz. 

Harvard Üniversitesi’nden psikolog Mahzarin Banaji’nin yaptığı bir araştırma ise, duygularının nedenini anlamasalar da çocukların üç yaşından itibaren maruz kaldıkları ırkçı kavram ya da davranışları kabul etmeye yönelik bir eğilim içinde olabildiklerini ortaya koyuyor. Yani Banaji’ye göre ağaç gerçekten de yaşken eğiliyor:

“Çocuklara eşitsiz durumları göstermezsek sırf renkleri, özellikleri ya da ifadeleri nedeniyle bir grubun diğerinden iyi ya da kötü olduğuna inanmaya devam edebilirler. Gücün çoğunluğunun belli bir grupta toplandığını görmek çocukların hatası değil.”

Sadece çocuklar için değil, yabancı düşmanlığının, nefretin ya da ırkçılığın kucağına düşmek hepimiz için sanıldığından daha kolay. Bugünlerde geri dönüşü zor gözüken bir çürümenin içinde yitip gittiğimizi açık eden en net anlar, ölülere yapılan saygısızlık belki de. Misal, Şehmus Özer ile bir çay bile içmemiş, Özer’i tanıma fırsatı elde etmemiş bir insan ondan neden nefret eder ki? Neden öldüğüne sevinir ve bu sevinci bir adım öteye taşıyarak sosyal medyadan paylaşma ihtiyacı hisseder? Ve neden dışlamaya maruz kalandan hoşgörü beklenir? Beklenmese bile çoğunlukla yine o taraftan tahammülsüzlük yerine, anlayış gelir? 

Şehmus Özer’in arkasından demediğini bırakmayanların, bir söyleşisinden aşağıda alıntıladığım o son cümleyi tekrar tekrar başa sarıp duymalarını isterdim:

“Biz hep onlara iyi davranacağız. Buraya gelen takımlara çiçek vereceğiz. Buraya gelen takımlara hiçbir şekilde kötü davranmayacağız. Biz gittiğimiz her yerde onlar kötü davransın. Biz yine kötü olalım, onlar iyi olsun. Ne yapalım?”