Yapılan bir araştırmayla, hayatta kalma mücadelesinde şekerin kilit bir role sahip olduğu ve bu nedenle şeker arzumuzun içgüdüsel olarak kamçılandığını ileri sürüldü.
Araştırma sonucuna göre, şekerin sadece tadı bile beynimizi canlandırabiliyor. Şekerle tatlandırılmış suyla ağzını çalkalayan deneklerin tatlandırıcı kullanılan karışımla ağzını çalkalayanlara oranla zeka testinde daha başarılı olduğu tespit edildi.
Yemek yediğimizde basit şeker glikoz bağırsaklarımızdan emilerek kana karışır ve vücudumuzdaki bütün hücrelere dağıtılır. Nöron adı verilen yüz milyar adet sinir hücresi için tek besin kaynağını sağladığı için glikoz özellikle beyin açısından büyük önem taşır. Nöronlar glikoz depolayamadığı için kandan sürekli glikoz akışına ihtiyaç duyar. Diyabetlerin yakından bildiği gibi kan şekeri düşen biri kısa sürede komaya girer.
Şekerle olan 'alengirli' ilişkimiz doğuştan başlar, tatlıya karşı zaaflı doğarız.
Washington Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma yeni doğan bebeklerin tatlıyı diğer tatlara tercih ettiğini ve çocukların yetişkinlerden daha fazla tatlıya düşkün olduğunu ortaya koydu. Birçok bilim insanı çocukların tatlı düşkünlüğünün evrimsel bir kalıntı olduğuna inanıyor. Gıdanın kıt olduğu dönemlerde, yüksek kalorili yiyecekleri tercih edenlerin yaşama şansı daha fazlaydı.
Günümüzdeki sorun ise rafine şekerin fazlasıyla kullanılıyor olması. Çocuk obezlerin sayısının artmasının bir nedeni bu olabilir. Sağlık görevlileri erken yaşta tatlıya eğilimleri gelişmesin diye artık ebeveynlere bebeklerine tatlı şeyler vermekten sakınmalarını öneriyor.
BBCTürkçe'de yer alan habere göre, aşırı şeker tüketimi sağlıksız beslenme alışkanlıklarına yol açabilir. Şeker, "mutluluk hormonu" olarak bilinen serotonin hormonunun salgılanmasını tetiklediği için keyif verici işlev de görür.
Şekerin verdiği bu ani 'keyif' duygusu, kutlamalarda ya da kendimizi ödüllendirme ve rahatlatma anlarında tatlıya başvurmamızın nedenlerinden biridir. Fakat şeker insülin artışını tetikler. Çünkü vücudumuz kandaki glikoz seviyesini normale çekmeye çalışır. Bunun sonunda yaşanan 'şeker çöküntüsü' daha fazla tatlı yeme arzusunu kışkırtarak aşırı tatlı yeme döngüsünü doğurur.
Buna ek olarak vücudumuz belli şekerlerden yeterince aldığımızı tespit edecek durumda değildir.
Araştırmalar, fruktoz ile tatlandırılmış yiyecek ve içeceklerin aynı kaloriye sahip diğer yiyecekler kadar doluluk ve tatmin hissi yaratmadığını ortaya koydu. Yale Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, glikozun beyinde yeme arzusunu tetikleyen bölümü bastırdığı, ancak fruktozun aynı işlevi görmediği tespit edildi.
Ayrıca denekler, glikozun fruktoza kıyasla daha fazla tatmin duygusu yarattığını bildirdi. Bu iki faktör aşırı yeme riskini arttırıyor.
İşlenmiş gıdaların çoğu sukroz katılarak aşırı tatlandırılıyor. Sukrozun %50 bileşeni ise fruktoz. Günlük tükettiğimiz gıdalar aşırı fruktoz yüklü olabiliyor.
Vücudumuz meyve, bal ya da sütte bulunan doğal şeker ile şeker kamışı ve şeker pancarından çıkarılan işlenmiş şeker arasında ayrım yapamıyor. Aldığımız bütün şeker glikoz ve fruktoz olarak parçalanarak karaciğer tarafından işleniyor. Şeker glikojen ya da yağ olarak depolanıyor ya da glikoz olarak kan yoluyla hücrelerde kullanılmak üzere dağıtılıyor. Yani sağlık açısından belirleyici olan, alınan şekerin miktarı.
Sağlık uzmanları, hangi türden olursa olsun beslenmemize katılan şeker miktarının toplam gıdadan aldığımız enerjinin %10'undan fazlasını oluşturmaması gerektiğini söylüyor.
Yani yaşa, kiloya, aktiflik durumuna göre değişmekle beraber, aldığımız şekerin ortalama olarak erkekler için günde 70 gramı, kadınlar için ise 50 gramı aşmaması gerekiyor.
50 gram şeker 13 tatlı kaşığı toz şekere, iki kutu meşrubata, sekiz çikolatalı bisküviye eşdeğer. Marketlerde alışveriş yaparken de şunu ölçü alabiliriz: 100 gramında 15 gram şeker barındıran bir işlenmiş gıda aşırı şekerli, 100 gramda 5 gram barındıranı ise düşük şekerli olarak sınıflandırılabilir.