Şirin Payzın
7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin yüzde 13’lük başarısında Selahattin Demirtaş’ın payı çok konuşuldu. Gezi sonrası oluşan muhalefet rüzgârını “Seni başkan yaptırmayacağız” iddiasıyla arkasına alan kişiydi Selahattin Demirtaş.
Demirtaş, 4 Kasım 2016’dan bu yana tutuklu. AİHM’in hakkında verdiği “serbest bırakılmalı ve tutuksuz yargılanmalı” kararı uygulanmadı. Kısa bir zaman sonra da İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, “terör örgütü propagandası yapmak" suçundan cezasını onadı. Demirtaş artık hükümlüydü.
Gerek seçilmiş bir siyasetçi olarak hapsedilmesi, gerek cezaevindeyken yazdığı öyküler ve şiirler, gerekse siyasi gündeme ilişkin yaklaşımlarıyla Demirtaş hep gündemde olan bir isim.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaklaşık yüzde 9 oy olan Selahattin Demirtaş’a avukatları aracılığı ile sorular gönderdik. İlk gruptaki yanıtlardan yeni sorular hazırladık. Demirtaş'ın, yazılı olarak yanıtladığı sorularımıza ilişkin görüşleri AKP'den CHP'ye, Kürt siyasetinden dış politikaya kadar geniş bir alanı kapsıyor.
Cezaevindeki durumuna Türkiye merceğinden bakarak "Tek adamın dizinin dibinde yaşayanlardan daha özgürüz" diyor.
"AKP’nin yerinde olsam HDP’yi ve tabanını el üstünde tutar, toz kondurmazdım. Çünkü siyasi kaderiniz artık HDP’lilerin tavrına göre şekillenecek" görüşünü dile getiriyor.
"CHP'nin de barış konusunda AKP kadar iradesiz ve isteksiz olduğunu" savunuyor.
HDP'deki durumu konusunda, "eş genel başkanlık dâhil temsil görevi düşünmediğini" söylüyor.
Bölgedeki gelişmeleri değerlendirirken "Kürt halkına ABD, Rusya yerine Türkiye’nin destek olmasını tercih ederdim" görüşünü dile getiren Selahattin Demirtaş'a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
- Sayın Demirtaş, nasıl hissediyorsunuz kendinizi? Ruh hâlinizi nasıl anlatırsınız?
Moralim gayet iyi, psikolojik açıdan güçlü hissediyorum kendimi. Nihayetinde herhangi bir suç işlediğimiz için hapiste değiliz, bu açıdan vicdanım rahattır. Tüm yasalar ve hukuk hiçe sayılarak siyasi amaçlarla hapse konulduk. Burada da siyasi duruşumuzdan taviz vermeden mücadelemizi sürdürüyoruz. Dışarıda on milyonların tüm baskılara rağmen mücadeleyi sahipleniyor olması bizlere güç veriyor, içeride ve dışarıda hep birlikte direniyoruz ve umudu diri tutarak özgür yarınları kazanmaya çalışıyoruz. Hiçbir şeyin kolay olmadığının ve olmayacağının bilincindeyim. Fakat bu bir tarihi mücadele sürecidir. Bu dönemi başarıyla atlatıp demokrasi, barış ve özgürlüklere mutlaka kavuşacağız. Bundan şüphem yoktur. Şu anda aklımız daha çok da açlık grevi eylemindeki arkadaşlarımızdadır. Hepsine selam ve sevgilerimizi, dayanışma dileklerimizi gönderiyoruz.
- Nasıl geçiyor günleriniz? En çok hangi konu üzerine düşünüyorsunuz?
Cezaevinin belli bir rutini var. Onun dışına çok fazla çıkma imkânı yok elbette. Bol bol okuyup yazıyoruz. Dışarıdaki gelişmeleri olabildiğince takip edip anlamaya, yorumlamaya çalışıyoruz. Bir siyasetçi olarak hâliyle en çok da siyasi konulara kafa yoruyoruz. “Düş kurmak değildir düşünmek, daha önce düşünülmemiş olanı düşünebilmektir” demişti D. Mascolo. Düşüncede yaratıcı olmaya, geniş fikirler edinmeye gayret ediyorum ben de. Cezaevinde bunun için bol zaman var nasılsa.
- İçeriden bakınca dışarısı nasıl görünüyor?
İyi olmadığı kesin. Ciddi bir karamsarlık ve umutsuzluk herkesi teslim almış gibi. Herkes bir kurtarıcıyı bekliyor, Godo’yu bekler gibi. Bunun böyle gitmeyeceğini herkes biliyor ve söylüyor; ama asıl kurtarıcı özne olan halkı ve halk hareketini merkeze alan bir toplumsal muhalefeti örgütlemeye kimse cesaretle öncülük yapmıyor. Ezilen bütün kesimlerin büyük öfkesi var aslında, fakat bu öfkeyi örgütleyerek değişimin taşıyıcı gücüne dönüştürecek öncülükten yoksun bir ortam var. Her seçim bunun için önemli bir fırsattır aslında, değerlendirilebilirse tabii ki önemli sonuçlar ortaya çıkacaktır.
- Sizinle ve partinizle olan ilişkiniz konusunda pek çok farklı değerlendirme yapılıyor. Mesela HDP’nin sizi yalnız bıraktığını düşünen de var, sizin serbest kalmanız için yeterince uğraşmadıklarını söyleyen de. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu biraz da bilerek veya bilmeyerek kaşınan bir meseledir. Partim de, halkımız da dehşet bir adli ve polisiye saldırı altındadır hâlen. Buna bir de ahlaksızca yürütülen psikolojik savaşı eklerseniz, durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılır. Son 3,5 yıldır merkez medyada tek bir HDP temsilcisine yer vermeyenler, HDP’nin bize sahip çıkıp çıkmadığını nereden biliyorlar? Bunu kaç canlı yayında, kaç HDP’liye sordular ki? Bu nedenle açık yüreklilikle belirtmeliyim ki, HDP de, tabanı da bu zorbaca baskı sürecinde elinden geleni yaptı. Bu saldırı kasırgasında HDP’nin bize sahip çıkmasından çok bizler HDP’ye ne kadar sahip çıkabildik? Asıl ben dâhil herkesin kendine bu soruyu sorması lazım. HDP’nin beni/bizi tasfiye ettiği söylemi son derece yanılgılı bir yaklaşımdır. AKP ve cenahı bunu çok arzuladı, ama ne HDP, ne de halk bu sinsi, ucuz yaklaşıma izin vermedi. Bizler de bu basit tuzağa düşmedik asla. Bu tartışma AKP’nin bize karşı işlediği, işlemeye devam ettiği suçları örtbas etmeye hizmet eder. Bu çevreler utanmasalar, bizi içeride tutan HDP’dir demeye getirecekler. Ben HDP (ve tabii ki DTP, BDP) ile siyasette var oldum, olacaksam da yine aynı ruhla var olmaya devam edeceğim.
- Popülerliğinizin, daha liberal söyleminizin, Türkiyeli olma iddianızın Kürt siyasi hareketi içindeki her kesimden destek görmediği, söylenenler arasında; ne dersiniz?
Siyaset tarzıma, söylemlerime, bazı olaylar karşısındaki duruşuma dair her kesimden eleştiri olabileceği gibi Kürt siyasi hareketinden de olabilir. Bunu saygıyla karşılayıp anlamaya çalışırım sadece. Ben her dönemde çok koşturan, konuşan, çalışan bir siyasetçi oldum. Böyle biri hâliyle eleştirilmeyi de beklemelidir. Hiç eleştiri almamak tuhaf olurdu. Boş boş yerimde otursaydım hiç kimse de eleştirecek bir şey bulamazdı. Öyle olmaktansa, bu şekilde eleştirilmeyi tercih ederim. Mükemmel bir politikacı olmadığımın farkındayım. Eleştiriler iyi niyetliyse bana güç katar, buna da inanıyorum. Ancak HDP çizgisinin genel olarak Kürt siyasi hareketi tarafından desteklendiğini zaten pratik sonuçlardan da görmek mümkündür. Bu, şahsım için de geçerlidir. Unutmayın ki, iki seçimde de HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı bendim.
- “HDP, Türkiyeli olma iddiasından uzaklaştı” diyenlere cevabınız ne olur? Zira "Türkiyelilik" söylemi, sizin 7 Haziran seçimleriyle parlattığınız ve bu sayede HDP‘nin kemik seçmeni dışında da oy almanızı sağlayan strateji olmuştu…
Bu konuda herkes elini vicdanına koyup şu soruya adil bir cevap versin lütfen: Yüzde 0,01 oy alan ve ırkçı, faşist, milliyetçi, tekçi, cinsiyetçi, Türkçü, mezhepçi politikaları savunan partiler Türkiye partisi oluyor da, yüzde 12 oy alarak gerek Meclis Grubu’nda, gerekse parti yönetiminde Türkiye halklarının bütün farklılıklarının temsilini sağlayan ve bütün ezilenlerin hak mücadelesini yürütüp Türkiye’nin her yerinden hâlen oy almayı başaran HDP mi Türkiye partisi olamıyor? Türkiye partisi olmakla ırkçı, tekçi, inkârcı rejimin resmi savunucusu olmayı eş anlamlı zannedenler böyle düşünüyor olabilirler. Kendileri bilirler. Ama HDP Türkiye’nin bütün ezilenlerinin ortak partisidir. Bu yönüyle de Türkiye partisidir. Kimse HDP’den resmi ideolojiyi savunarak köhnemiş sistemin partisi olmasını beklemesin. Bize göre Türkiyelilik o değildir. Türkiye’de en az 20 milyon Kürt yaşıyorken, parti programlarında ve söylemlerinde Kürt’ün K’sine bile yer vermeyenler nasıl oluyor da Türkiye partisi oluyorlar? Asıl sorulması gereken soru budur. Türkiye partisi olmak için Kürt halkını yok saymak mecburiyse, HDP öyle bir parti olmayacaktır. Türkiye’nin bütün halklarının partisi olmaya devam edecektir.
- HDP’nin artık yöneticisi değilsiniz, ama yerel seçim stratejilerini oluştururken sizin katkınız ne ölçüde oldu?
Avukatlar aracılığıyla bizim de fikirlerimiz soruldu tabii. Adaylıklar konusunda görüş belirtmeyi doğru bulmadık, ama deneyimlerimiz çerçevesinde önerilerimizi partimizle paylaştık.
- Avukatlar aracılığıyla yerel seçimlere dair gönderdiğiniz görüşler neydi peki? Nasıl bir strateji önerdiniz? Örneğin; 7 büyük şehirde aday çıkarılmaması sizin fikriniz, öneriniz miydi?
HDP’nin aldığı kararlar benim de genel görüşlerime uygundur; ancak kararları ben değil, HDP’nin Parti Meclisi almıştır.
- Yerel seçimlerden beklentileriniz neler? HDP'nin seçim stratejisini nasıl yorumlarsınız?
Bildiğim kadarıyla HDP 7 büyükşehir ve şehirde aday çıkarmayacağını açıkladı. Bu kararın isabetli bir politik hamle olduğuna inanıyorum. HDP aday çıkarmama karşılığında hiçbir partiyle ne partisel bir çıkar, ne de işbirliği içerisine girdi. Buradaki temel çıkarımız Türkiye demokrasi mücadelesinin genel çıkarıdır. İktidarı ve devleti zorbalıkla, hukuk dışılıkla elde tutmaya çalışan bir gücü sınırlama, geriletme adına sistem içi başka güçlere dolaylı olarak imkân yaratmak bu dönem için doğru ve uygun bir taktik hamledir. Bu hamle ileride yeni ve samimi bir demokrasi bloğunun oluşmasına da zemin yaratabilir. Ama bu yerel seçimlerde faşist bloğun ilerleyişinin durdurulması adına akıllıca ve cesurca verilmiş bir karardır. Eminim ki, HDP tabanı da bu politik hamleyi ve sonuçlarını çok iyi anlıyor ve görüyordur. Bütün tabanımızın bu kararların arkasında tek vücut duracağına inanıyorum. Zaten AKP ve sözcülerinin HDP tabanına yönelik hakarete varan tehdit söylemleri, bu kararın kendilerini ne kadar paniğe sevk ettiğini gösteriyor. Hata üstüne hata yapıyorlar. AKP’nin yerinde olsam HDP’yi ve tabanını el üstünde tutar, toz kondurmazdım. Çünkü siyasi kaderiniz artık HDP’lilerin tavrına göre şekillenecek.
- “AKP’nin yerinde olsam HDP’yi ve tabanını el üstünde tutar, toz kondurmazdım. Siyasi kaderiniz artık HDP’lilerin tavrına göre şekillenecek” diyorsunuz; AKP’nin bunun farkında olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Anketler ortaya çıktıkça AKP bunu tabii ki daha fazla fark ediyor. Ama Türk milliyetçiliği ve şovenizm rüzgârıyla bu açığı kapatabileceğini düşünüyor. Ancak meselenin seçim kazanma boyutu bir yana, toplumdaki bölünme ve ayrışmanın ciddiyetini idrak edebilmiş değiller. Erdoğan’ın HDP’yi "düşmanlaştırıcı" söylemi ısrarla sürdürmesi bunu gösteriyor. HDP “düşmanlığından” kurtulmadan Türkiye’nin nefes alamadığını göremiyor.
- HDP’nin genç tabanında nabız tuttuğumda, “HDP’nin aday çıkarmadığı yerlerde CHP’nin adaylarına nasıl oy vermemiz isteniyor; CHP, Demirtaş’ın cezaevinde olmasının önünü açan dokunulmazlıkların kaldırılmasına oy verdi” diyorlar. Bu konudaki görüşünüzü alabilir miyiz?
Biz CHP veya başka partiye oy verin demiyoruz, faşist bloğu sınırlamak ve geriletmek için oyunuzu stratejik bir amaç için kullanın veya demokrasinin gelişmesine bir şans tanıyın diyoruz. Hiçbir HDP’li arkadaşım, başka partileri veya partilileri asla düşman olarak görmemelidir. Asgari demokrasi ilkeleri çerçevesinde, birlikte yaşam mücadelesinden vazgeçilmemelidir. AKP ve MHP’yi geriletmek, kullanacağınız oyun etkili bir sonuç doğurmasına bağlıdır. Bu nedenle tüm genç arkadaşlarımı, HDP’nin kararlarının arkasında durmaya davet ediyorum. Bunu da bir yukarıdan gelen talimat gibi anlamak yerine, tüm siyasal gelişmeleri ve olasılıkları göz önünde bulundurarak tartışa tartışa içselleştirmelerini diliyorum.
- HDP’nin aday çıkarmayarak CHP’ye destek vereceğini, ama aslında HDP hâlâ “çözüm süreci” umudu beslediği için bunun AKP’ye yarayacağını söyleyenler var. Ne diyorsunuz?
HDP’nin CHP’yi destekleme gibi bir kararı yoktur. CHP ile veya başka partiyle arasında ittifak ve işbirliği kararı da yoktur. HDP aday çıkarmayarak, siyasi dengeleri demokrasi lehine çevirme gayreti içerisindedir. Bu kararın AKP’ye yarayacağının spekülasyonunu yapanlar, HDP aday çıkarsaydı ne diyeceklerdi acaba, merak ediyorum.
Barış ve çözüm sürecine gelince. CHP yönetimi barış sürecini veya çözüm sürecini arzuluyor da biz mi haberdar değiliz? Biz Türkiye’nin tüm siyasi güçlerinin barış için ortaklaşmasını arzu ederiz. CHP de barış konusunda AKP kadar iradesiz ve isteksizdir. Bunu değiştirmek için mücadeleye devam etmeliyiz.
- Sizi çok sevenler olduğu gibi çok kızanlar da var. Örneğin yakaladığınız rüzgârı iyi kullanamadığınız, HDP’yi daha merkeze çekecek mesajlar vermediğiniz, hendekler nedeniyle yaşanan olaylarda yeterli açıklama yapmadığınız gibi. Geriye dönüp bakınca keşke dediğiniz şeyler var mı?
İktidarın paralı borazanlığını, tetikçiliğini yapmak için her gece kanal kanal dolaşan pespaye tayfanın söylediklerini zerre kadar kale almıyorum. Bunun dışındaki her eleştiriyi anlamaya çalışarak saygıyla karşılıyorum. Elbette her zaman daha iyisi yapılabilirdi, bu benim için de geçerlidir. Fakat hendeklerle ilgili gerçekleri bilmeyenler, bu konuda yanılgılı yorumlar yapıyorlar. Size sadece bir örnek vereyim; Devlet Bahçeli’nin 13 Ekim 2018 tarihinde Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök’e verdiği mülakattaki “Güneydoğu’da olaylar başlayınca ben ‘hemen oralarda sıkıyönetim ilan edin’ dedim. Ama sonradan gördüm ki, iyi ki benim o sözümü dinlememişler. Çünkü biz orada o gün komutanlar terörle mücadele ediyor diyorduk, meğer darbe planı yapıyorlarmış. Bir de ellerinde sıkıyönetim yetkisi olsaydı facia olabilirdi” ifadelerine bakın; bu itiraf tarihîdir aslında. Kürtlere, yerleşim birimlerine, yaşam alanlarına, orantısız, vahşice saldırının itirafıdır. Hendek bahanesiyle yüzlerce masum sivil Kürt’ü katlettirip, şehirleri yaktırıp yıktıran, sonra da 15 Temmuz’da bunu yapanların darbeci olduğunu anlayıp içeri tıkan AKP-MHP faşist bloğundan eleştiri ve özür istensin, benden değil. Biz hendek bahanesiyle ortaya konulan barbarlığı durdurmak için elimizden geleni yaparken, AKP-MHP, TBMM’de bunların işledikleri suçlar için dokunulmazlık yasası çıkardılar. Bu komutanların neredeyse tamamı şimdi darbecilikten tutukludur, ama hiçbir savcı bunlara Cizre’de, Sur’da acaba gereksiz yere, fazladan tek bir kurşun sıktılar mı diye soruşturma açmadı. Bunların TBMM’yi bombaladığına inanıyorsunuz da, kameraların giremediği, aylarca sokağa çıkma yasağının sürdüğü Sur’u, Cizre’yi fazladan yakıp yıktıklarına, orada katliam yaptıklarına niye inanmıyorsunuz? Yoksa darbeci de olsa, fazladan bir Kürt öldürmüşse, “eline sağlık” mı deniyor? Kimse o katliamların defterinin kapandığını düşünmesin. Bugün beni ve HDP’yi hendek, barikat diyerek sorumlu gösterebilirler, ama devran dönecek, orada yaşananların tüm hakikatiyle gün yüzüne çıktığını da göreceğiz. Asıl sorumlular mutlaka hesap verecekler. Hukuk hep zalimden yana işlemeyecek elbet.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan "HDP eşittir PKK" diyor seçim konuşmalarında. Siz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın -MHP ile ortaklığına rağmen- seçim sonrası yeniden bir barış ve diyalog sürecine dönmesini bekler misiniz?
“HDP eşittir PKK” söylemini hiçbir HDP’li kullanmamıştır. Ama Erdoğan ille de “6 milyon oy PKK’ye veriliyor” diyorsa, bunun siyasi sonuçlarını da kendisi hesap etsin. Şu anda ve sonrasında AKP-MHP’nin bir barış planı ve arayışı yoktur. En azından bütün olup bitenler bunu gösteriyor. Ama biz zaten AKP-MHP bloğuna güvenerek barış mücadelesini yürütmüyoruz. Halka güveniyoruz.
- Newroz konuşmaları, çözüm süreci dönemindeki konuşmalar nedeniyle siz ve Sırrı Süreyya Önder cezaevindesiniz. O sürecin hükümet tarafında olanlar geri plana çekildi, ama özgürler. Ne dersiniz?
Valla onlar özgürler mi, emin değilim. “Özgür insan başka türlü karar verme imkânı olan insandır” der Rosa Luksemburg. Tek adamın dizinin dibinde ve onun öngörüp emrettiği şekilde yaşayanlardan daha özgür olduğumuzu söyleyebilirim. Barış süreçleri her zaman başarıyla neticelenmeyebilir, ama buna rağmen barışa dair arayışlardan vazgeçmek doğru olmaz. Velev ki, bir zamanlar muhatabımız olanlar ilkesiz, ahde vefasız, samimiyetsiz çıkmış olsalar bile, barışa inanmaktan vazgeçmemeliyiz. Bunun için hapse atılmış olmamız, olsa olsa barış konusundaki kararlılığımızı bileyecektir. Savaşı, çatışmayı, ölümü kutsamayacağız, bedel ödeyeceğiz ama acılı, yoksul, fedakâr halkımıza daha fazla bedel ödetilmesine rıza göstermeyeceğiz. AKP’li mi, AKP’siz mi bunu ben bilemem, ama göreceksiniz barışta ısrar edenler bunu mutlaka sağlayacaklardır.
- “Bedel ödesek bile barışta ısrar edeceğiz. AKP’li mi AKP’siz mi olur bilemem” diyorsunuz. Bir ihtimal olarak bile "AKP ile de olabilir" anlamına da gelmiyor mu bu yanıtınız?
Gelecek yıllar ne getirir ne götürür bilemeyiz; AKP iktidarda kalır mı gider mi, buna halk karar verecek. Ancak bugün AKP, “ben savaş politikalarından vazgeçtim ve kalıcı barışın samimi adımlarını atmak istiyorum” derse “hayır bunu yapmana izin vermeyiz, savaşta ısrar etmelisin” mi demeliyiz? Yoksa en az AKP kadar savaş ve sertlik yanlısı politikaları savunan İyi Parti'nin, CHP’nin iktidara gelmesini mi bekleyeceğiz?
Demek istediğim şudur; biz barışı savunurken, bunu herhangi bir partiye ya da kesime karşı düşmanlık ederek yapmıyoruz. İktidar odağı kimse, onu barışa çekmeye, barışa gelmiyorsa da seçimlerde iktidardan düşürmeye çalışıyoruz. Onun yerine de mümkün olan en demokratik, halkçı seçeneği iktidara taşımaya çalışıyoruz. Bu seçenek de HDP’dir. Bunu söylerken AKP’den bir beklenti, barış için bir umut içinde olunması için de söylemiyorum. AKP'nin böyle bir niyeti yoktur ve bizim de siyasi çıkarımız AKP’nin iktidarı kaybetmesindedir. Barış umudu ancak o zaman doğabilir.
- 31 Mart sonrasını nasıl okuyorsunuz?
Halkın, AKP-MHP’nin savaşçı, baskıcı, otoriter, hukuk tanımayan, rantçı, talancı politikalarına karşı artık dur diyeceği bir süreci 31 Mart seçimlerinde başlatacağını düşünüyorum. Erdoğan, “ya ekmek, ya mermi” diye oy istiyorsa, bütün ezilenler “ekmek”, “yani barış, yani özgürlük, yani huzur istiyoruz” diyerek tercihlerini sandığa yansıtmalıdır. Kürt halkı da kayyum rezaletine karşı en güçlü şekilde HDP adaylarının arkasında duracak ve bu gidişatı değiştirecektir. 31 Mart yeni demokrasi ve barış umutlarını yaratmaya adaydır.
- Hatip Dicle ocak ayında verdiği bir röportajda "Demirtaş bizim iki gözümüzdür. Bu ithamlara katılmıyorum. (HDP Demirtaş'ı unuttu, tasfiye etti iddiaları) HDPDemirtaş’ı unutmadı. İddia ediyorum, Demirtaş şu anda serbest bırakılsın, Sezai Temelli arkadaş; “buyurun Selahattin Bey, bu koltuk sizindir” der. Bunu Sezai Temelli arkadaşla konuştuğum için söylemiyorum, ama bunu biliyorum" dedi. Siz bu sözleri nasıl yorumluyorsunuz? Siz yeniden eş genel başkan olmak ister misiniz?
Sevgili Hatip Dicle tüm halkımızın olduğu gibi benim de çok değer verdiğim bir ağabeyimdir. Düşünce ve değerlendirmelerini çok önemserim. O röportajını okudum, kendisine teşekkürlerimi ve selamlarımı iletiyorum. Sorunuzda belirttiğiniz şekildeki ifadesi bir niyet ve samimiyet beyanıdır. Benim açımdan, eş genel başkanlık dâhil, seçilmiş temsiliyet görevleri gibi bir pozisyonu hem düşünmüyorum, hem de hukuken ve fiilen bu mümkün değil. Mücadelemi başka sorumluluklarla sürdürmeyi tercih ediyorum. Bundan sonra da böyle devam edeceğim. Görev başındaki her arkadaşıma da destek olmaya çalışacağım.
- Cezaevinden çıktığınızda da aynı fikirde mi olacaksınız?
Elbette bunu cezaevi sonrası süreç için söylüyorum. Cezaevindeyken bu zaten mümkün değil.
- Orhan Miroğlu’nun “HDP’nin ‘demokratik özerklik’ paradigması çöktü, HDP; CHP-İyi Parti ittifakı nedeniyle zorlanacak” dedi bir röportajında. Ne diyorsunuz?
Sayın Miroğlu’na doğrudan cevap vermek bana düşmez, bir ay daha sabrederse Mardin halkı sandıkta gerekli cevabı zaten verecek. Kendisine düşen, bütün bu zulmün durması ve barış için çaba sarf etmek olmalıdır. Bir de, içine girdikleri faşist koalisyonu Apê Musa’nın (Musa Anter) torunlarına nasıl anlatacağını kendisi düşünmelidir. İşi zor olan biz değiliz, kendileridir.
- Kürt siyasal geçmiş ile (BDP, DTP ve öncesi) kıyasladığında HDP en dağınık hâlini yaşıyor, diyorlar. Diğer parti dönemlerinde daha bir arada, daha entegre bir görüntü vardı, yorumları yapılıyor. Bu konuda ne dersiniz?
HDP’deki çok seslilik ve çok renklilik dağınıklık değil, demokratik birlikteliğin göstergesidir. HDP’ye yönelik kesintisiz tutuklama ve operasyonlar örgütsel yapılarımızı elbette zorluyor. Buna rağmen HDP dağılmıyor, mücadelesinde ısrarlı ve kararlı davranıyor. Elbette eksiklikler de yaşanmıyor değil. Ama her şeye rağmen HDP, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olmayı başarabiliyor. AKP’nin hedefi bizi tutuklamakla birlikte HDP’yi paramparça edip kitle desteğini yüzde üçe, yüzde beşe düşürmekti. Bizim tutuklu olduğumuz süre zarfında HDP oyunu 1 puan artırdı, AKP ise 7 puan kaybetti. Demek ki dağılan biz değiliz, AKP’dir.
- Genç taban değil sadece, HDP’ye oy verenler arasında da sosyalist isimlerin hem daha öne çıktıkları, hem de ayrı davrandıkları yönünde eleştiriler var. Bu konuda ne diyorsunuz?
Öne çıkmaktan kasıt tanınırlık ise bu başlı başına bir kriter değildir. Önemli olan, hangi politikalarla öne çıktığıdır. Genel olarak bütün bileşenler, HDP’nin parti programını öne çıkarıyor ve bu konuda istikrarlı davranıyor. Şu seçim arifesinde bütün arkadaşlarım HDP’nin başarısı için canla başla çalışmalıdır. Varsa HDP’de eksiklikler, bunu tartışacak yeterli zamanımız olacaktır. Seçimi başarıyla atlatırsak HDP’nin daha güçlü bir şekilde yola devam etmesine imkân kazanmış olacağız. Kimse merak etmesin ki HDP, kişilerin veya grupların partisi olmaz, her zaman halkın partisi olmaya devam eder.
- “Suriye‘de Kürtler en güçsüz ve köşeye sıkışmış dönemini yaşıyor” tespitine ne dersiniz?
Durumun öyle olup olmadığını buradan bakıp anlamam kolay değil. Tam tersi de olabilir. Fakat velev ki, öyledir; bin yıllık Türk kardeşlerimiz (!) bundan mutluluk mu duyuyorlar? Suriye’de Kürtlerin yok olmasını isteyen de; oradaki Arap’ın, Türkmen’in, Ermeni’nin, Sünni, Şii, Hıristiyan’ın yok olmasını isteyen varsa benim kardeşim falan değildir. Oradaki Kürt halkına ABD, Rusya yerine Türkiye’nin destek olmasını tercih ederdim. Ancak gelin görün ki, “terör” safsatası ve anti propagandası ile açık ve örtülü Kürt düşmanlığı yapmaktan kimsenin aklına Kürtlere destek olmak gelmiyor. Dünyanın bütün düşmanlarıyla (!) diyalog kurmak meşru, ama bin yıllık Kürt kardeşle görüşmeyi önermek bile teröristlik oluyorsa, bu işte bir faşistlik vardır. Madem hükümet Suriye’de Kürtlere değil teröre karşıdır, o halde Suriye Anayasası'nda Kürtlerin hangi haklarının mutlaka olması gerektiğini savunuyor? Bilen, duyan var mı? AKP, Esat Rejimi ile diyalog kurmalı, diyen siyasetçiler, AKP Suriye’de Kürtlerle görüşmeli diyenlere neden vatan haini (!) muamelesi yapıyor acaba? Suriye’de Kürtler sıkışmış mı bilmiyorum, ama Türkiye’de faşist rejimin sıkıştığından kuşkum yok. Umarım aklıselim bir politika galebe çalar ve Suriye Kürtleri ile de diyalog içerisinde, sorunlar barışçıl yollarla çözülür. Bundan herkes yarar görür.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye bağlamında “Şu anda Suriye ile bizim alt düzeyde dış politika yürütülüyor. İstihbarat örgütleri bu noktada illa liderler ne yapıyorsa, biz de onu yaparız havasında olamaz. Liderler çoğu zaman devreden çıkabilirler, istihbarat örgütleri bunu değerlendirir. Düşmanımız dahi olsa, ipi tamamen koparmayacaksınız. Olur ki, o ip size bir gün lazım olabilir" dedi. Bu yaklaşımı Türkiye'ye uyarlarsak, istihbarat İmralı, sizlerle ya da PYD ile de devrede mi?
Sorunun cevabını az önce kısmen verdim. Ama hükümetin bizlerle temasından kastınız, ben ve Abdullah Zeydan’sa, böyle bir temas asla olmadı. HDP ile de olmadığını biliyorum. İmralı’da olsun diye de yüzlerce insan ölüm sınırına dayanan açlık grevindeler zaten. Ama madem savaş harcamaları ekonomik krizin de nedeni (ki Erdoğan bunu açıkça ifade ediyor), o halde Sayın Öcalan üzerindeki tecridin tamamen kaldırılmasını da içeren barış politikalarını savunmak dışında makul ve doğru bir seçenek yoktur. Bu noktada cesaretle Kürt sorununda barış politikalarını savunmaktan kimse korkmamalıdır. Hepimiz barıştan kazançlı çıkarız.
- Sizce bunun sonucunda Esad’la barışma mı olacak? Bu, Suriye Kürtlerine nasıl yansır?
Suriye’de bütün kesimlerle diyalog kurulmasından zarar gelmez. Az önce de belirttiğim gibi, Suriye’de Kürtler dahil herkesin bir arada özgürce yaşayabileceği güçlü ve kalıcı bir barışın tesisi için Türkiye’nin rolü önemlidir. Ama içeride ve dışarıda sürdürülen baskı ve savaş politikalarının değişmesiyle bu mümkün olabilir ancak. Şimdilik buna dair herhangi bir işaret görmüyorum doğrusu. Erdoğan yine “Kürt anasını görmesin” amacıyla Esat’la yakınlaşmayı düşünüyorsa, bu hiçbir sorunu çözmez. Artık radikal ve köklü anlayış değişikliklerine ihtiyaç var. Bu kabiliyeti gösteremeyen siyasi hareketler kalıcı olamayacaklar, ancak günü kurtarabilirler.
- Sosyal medyadan sizin seçtiğiniz kültür, sanat ve edebiyat üretimlerine ilişkin paylaşımlar yapıyordunuz her pazartesi. Neden kestiniz?
Bunun çeşitli fiziki zorlukları oluyordu, sürekli yürütmek imkânsız maalesef.
- İsveç Sosyal Demokratlar Partisi milletvekili Thomas Hammarberg, sizi Nobel Barış Ödülü’ne aday olarak önerdi. Ne hissettiniz?
Basından okudum. Doğru mu bilmiyorum. Ama herhangi bir ödül almak, takdir edilmek için falan barış mücadelesini yürütmüyorum. İnsanlarımızın ölmediği; özgürlük, eşitlik, demokrasi ve adaletin olduğu bir barış ortamından daha büyük bir ödül de yoktur. Eğer gerçekten aday gösterilmişsem de, bunu asla şahsi olarak değerlendirmem; barış mücadelesi milyonların emeği ve direnişiyle yürüyor. Ben de bu milyonların bir parçasıyım sadece. Yine de kendisine teşekkür ve selamlarımı gönderiyorum. Önemli olan barış mücadelesinin emekçisi olabilmektir. Sıra ödüle gelince taliplisi çok çıkar nasılsa,(J