HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu bulunduğu Edirne cezaevinden bir röportaj gerçekleştirdi. Artı Gerçek'ten Fehim Işık'ın sorularına mektupla yanıt veren Demirtaş, Adalet Yürüyüşü hakkında ve cezaevinde ürettiği sanat eserleriyle ilgili konuştu. Demirtaş, yaptığı eserlerde 'cesaret' mesajı vermek istediğini belirterek "Cesaret mesajı vermektir temel amacım. Çünkü faşizmin panzehiri cesarettir" dedi. Mektubunda adalet yürüyüşünü de anlamlı bulduğunu belirten Demirtaş, "Partilerin, hareketlerin, kişilerin değil, halkın ortak çıkarının etrafında kenetlenmek, geleceğin Türkiye’sini birlikte yaratmanın özgüveniyle hareket etmek gerekir. Birlikte yürümek bu açıdan iyi bir başlangıçtır” dedi.
Artı Gerçek'ten Fehim Işık'ın HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'la yaptığı röportajın tamamı şöyle:
Cezaevine girdikten sonra sanatsal ve edebi yönünüz kendini daha fazla göstermeye başladı. Müziğe olan ilginizi biliyorduk. Resim, öykü ve şiire olan ilginizi göstermek için neden cezaevine girmeyi beklediniz?
Doğrusu dışarıdaki siyasi çalışmaların yoğunluğu ve koşuşturmaca nedeniyle sanat ve edebiyatla çok fazla ilgilenme fırsatı bulamıyordum. İçimde her zaman ukde kalmış olan bazı çalışmaları yapmak için ancak cezaevinde fırsat yakalayabildim. Dışarıda da bazen öyküler yazıyordum ama yayınlamamayı tercih ediyordum.
Sanat ve edebiyatın direnişle ilgisi mi, sizi kişisel olarak pozitif kılması mı? Ya da bir başka neden? Hangisi sizi daha çok kendine çekiyor?
Sanat ve edebiyat insanlığın bir tür ortak anadili gibidir. İletişim kurabilmek, anlatmak, anlaşılmak için bu ortak dili konuşmaya çalışmak toplumla konuşmanın etkili başka bir yoludur benim için. Hücrede olsak da moral değerleri diri tutmak ve dışarıya bu mesajı “ortak anadille” vermek önemliydi benim için. Kaldı ki hayatın kendisi sadece bir parti bünyesinde yürütülen siyasi aktiviteden ibaret değildir.
Duygu ve düşüncelerinizi sanat ve edebiyat aracılığıyla dile getirerek de siyaset yapmış olursunuz. Daha doğrusu siyaset yapmanın bir başka biçimini hayata geçirmiş olursunuz. Benim için önemli olan, çok başarılı sanatsal ürünler ortaya çıkarma kaygısı değildir. Bizzat buna “cüret” etmektir önemli olan. Ayrıca sanatın ve edebiyatın iyileştirici yönünü, üretirken daha fazla hissediyorum. Bana da çok iyi geliyor. Ve elbette direnişin, teslim olmamanın, haksızlığa isyanın bizatihi kendisidir.
İçeriden yazdığınız öykü ve şiirler, yaptığınız resimler ve yazdığınız mektuplardaki ‘cezaevi güzellemeleri’ ile dışardakilere esasen hangi mesajı vermek istediniz?
Cesaret mesajı vermektir temel amacım. Çünkü faşizmin panzehiri cesarettir. Ne zulme uğramaktan korkarak kurtulabilirsiniz zulümden, ne de korkarak yenebilirsiniz faşizmi. Cesaret, biraz daha cesaret…
İşin duygu boyutu da var tabii. Bir baba, bir eş, bir oğul olarak -ki eşiniz, aileniz ve çocuklarınızla hep pozitif enerji yaydınız- Edirne Cezaevi’ndeki Demirtaş’ı bize anlatabilir misiniz?
Eşim çocukluğumuzdan beri hep yanımda oldu. En zor zamanlarımda en büyük destekçimdi. Sadece benim eşim olma gibi bir kimliği de asla kabul etmedi. Kendi olmayı bildi ve bu şekilde bana daha fazla katkı sunmayı başarabildi. Kendimi eşime karşı daha da borçlu hissediyorum doğrusu. Tutuklandığım ilk andan bu yana da kendisine layık bir duruş gösterdi, onunla hep gurur duydum ve hep daha fazla sevgiyle ayakta kalmayı başardık. Çocuklarımla da çok iyi bir ilişkimiz var. Bana sundukları destek boylarını da yaşlarını da aşacak düzeyde ve olgunlukta oldu.
Her hafta kesintisiz mektuplaşıyoruz onlarla. Sık sık da 1500 kilometre yol gelip benimle görüşüyorlar. Ayda bir de olsa sarılıp kokularını teneffüs etmek büyük moral veriyor. Annem-babam tam 14 yıl abimin mahpusluğunda her ay cezaevi ziyareti için hayatlarını yollarda geçirmiş iki cefakar, emekçi halk insanıdır. Tutuklanmış olmama çok üzülseler de dik durmayı ve yanımda durmayı bildiler. Abimin cezaevindeyken kullandığı kol saati şu anda benim kolumda. Saat her zaman doğruyu gösteriyor ve hep özgürlüğe ayarlı. Bütün kardeşlerim beni gururlandıracak kadar olgun ve dik duruyor, dayanışmalarını esirgemiyorlar.
Edirne Cezaevi’nden dışarısı nasıl görünüyor? Kılıçdaroğlu yürüyor, partiniz binlerce üyesinin, yönetici ve eşbaşkanlarının cezaevine konulmasına rağmen geri çekilmiş değil, başka kesimler de öyle. Ama nedense hükümetten yansıyanlar görünür baskıların artmasından öte değil. Sizce eksik ya da fazla olan ne?
İçeriden dışarıyı izlemenin odaklanma açısından daha avantajlı olduğunu söyleyebilirim. Ama bilgiye ulaşma yönünden müthiş bir zorluk ve engel var. Tam olarak ne olup bittiğini eski bilgi ve deneyimlerimle, önemli ölçüde de oda arkadaşım Abdullah Zeydan vekilimizle tartışarak anlamaya çalışıyorum. Adalet Yürüyüşü’nü de izliyorum. Önemli ve anlamlı buluyorum. Adalet talebi giderek toplumsallaşır ve bütün siyasi partilerin-kesimlerin ortak talebi haline gelirse sonuç alınabilir. Özellikle adalete inanan yargıçların da kararlarıyla bu yürüyüşe ve anlayışa cesurca destek vermeleri gerekir. Çünkü talebin uygulama ayağındaki birinci derece muhataplar kendileridir. Provokasyonlara, hizipleşmelere ve şiddete mahal vermeden adalet arayışı Türkiye’nin her mahallesine, sokağına taşınabilmeli ve kesintisiz bir yürüyüş olmalıdır diye düşünüyorum.
Hep bir araya gelmekten söz edilir. 7 Haziran’dan sonra da bu girişimler devam etti, ediyor. Bu nasıl mümkün olacak? Hem herkesin kendini koruduğu hem de ortak özlemler için bir araya gelebildiği etkili bir oluşum mümkün mü? Buna engel olan ne var?
Muhalefetin kendi arasında birlik oluşturabilmesi öncelikle çok yalın ve somut ilkeleri belirlemekten geçer. Sonrasında ortak faaliyet, etkinlik ve çabalar bu birliği pekiştirir, halkın güvenini sağlar. Umudu çoğaltır. Partilerin, hareketlerin, kişilerin değil, halkın ortak çıkarının etrafında kenetlenmek, geleceğin Türkiye’sini birlikte yaratmanın özgüveniyle hareket etmek gerekir. Birlikte yürümek bu açıdan iyi bir başlangıçtır. Hep birlikte şiddete de karşı çıkalım, savaşa ve silaha da hayır diyelim, hep birlikte herkesin ve her toplumsal kesimin hakkını da özgürlüğünü de eşitliğini de savunalım. Kutuplaşmış, bölünmüş toplumu “tek”likte değil, birlikte buluşturalım. Türkiye hepimizin ortak vatanıdır, o halde herkes bu vatanda hak ve özgürlüklerden evrensel düzeyde yararlanabilmelidir. Bu anlayışla hareket edilir ve kararlı olunursa, AKP seçmeni de tedirgin olduğu bu kamplaşma kaygısı nedeniyle, haklının ve ezilenin yanında daha fazla yer alacaktır.
Son soru ama sorusuz bir soru olsun... Siyasetçi yönünüzün başarısı kıyaslanamaz. Cezaevindeyken sanatçı ve edebiyatçı yönünüzü de görmeye başladık. Bir de gazeteci olun ve kendinize bir soru sorun. Siz, Selahattin Demirtaş ile bir röportajda gazeteci olarak ona ne sorardınız?
Kendime şunu sorardım; geri dönüp baktığımda pişmanlıklarımız var mı? Var elbette. Bildiğiniz ve inandığınız bir doğruyu hakkıyla savunmamak da ciddi bir hatadır. Ben barışa yürekten inanan bir siyasetçiyim, barışı hakkıyla savunmayı ve sağlamayı başaramadık, başaramadım. Daha iyisini yapabilirdim. Bunu telafi etmek için içerde veya dışarda mücadele etmeye devam edeceğim. Barışı savunmak (Ortadoğu’da her şeyin silahlar tarafından belirlendiği gerçeğini de bilerek) ne saflıktır, ne toyluk, ne apolitikliktir ne de teslimiyet. Benim rolüm ve misyonum barışı kurmak üzerinedir, savaşı büyütmek üzerine değil. Herkesin birazcık da olsa bunu anlamaya çalışmasını isterim. Son olarak ben ve Abdullah Zeydan arkadaşım bütün dostlara bolca selam gönderiyoruz. Halkın özgürlüğü bizim kişisel özgürlüğümüzden önceliklidir. Ve bizler buna sadık kalarak direnme sözümüzü herkese iletmek istiyoruz. Bir gün yine meydanlarda buluşacağız. Selamlar.