Selahattin Demirtaş'ın Devran kitabını sahneye taşıyan Jülide Kural: Konuşmaya, tartışmaya, anlamaya ihtiyacımız var

Selahattin Demirtaş'ın Devran kitabını sahneye taşıyan Jülide Kural: Konuşmaya, tartışmaya, anlamaya ihtiyacımız var

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın "Devran" adlı öykü  kitabını sahneye taşıdıktan sonra hedef gösterilen oyuncu Jülide Kural, "Daha özgür, barış içinde, gerçekten eşitlik içinde yaşamak gibi bir ana hedefimiz varsa bunu öncelikle demokrasiyle temellendirmemiz lazım. Devran ile birlikte küçük bir parçasını biz tetiklemiş olabiliriz. Sanatçı yaşamda olup bitene kayıtsız kalmamalı. Çünkü her sanatçı içsel olarak o duyguyu besleyen muhalif çatışmadan kendini var eder.” dedi.

Devran'ı sahneye taşıyan Jülide Kural, Mezopotamya Ajansı'ndan Erdoğan Alayumat'ın sorularını değerlendirdi. 

Son 4 yıldır yaşanan baskı ikliminde sanat dünyası nasıl etkilendi?

Sanat dünyasının ülkede olup bitene “Benim meselem değil” demesini anlaşılmaz buluyorum. Sanatçıya belli bir yol çizmiyorum. Sanatçı illa şunu yapmalı demiyorum ama sanatçının da bu kadar edebiyatla, farklı duygularla iç içe yaşayan bu kadar entelektüel olarak kendisini geliştirmesi gereken bir meslek grubunda, yaşamda olup bitene kayıtsız kalmamalı. Çünkü hem sahnede hem de sinemada ya da müzik yaparken nerde olursak olalım aslında her sanatçı içsel olarak o duyguyu besleyen o muhalif o çatışmadan kendini var eder. 

Sanatın tüm dallarıyla ilgileniyorsunuz. Bunu yaparken hiç “başıma bir şey gelir” kaygısı duydunuz mu? 

Sanatın tüm dalları ile ilgilenen birinin ülkede ve dünyada yaşanan meselelere kendine dert edinmesi gerekir. Ben ülkemizdeki meseleleri kendine dert edinen bir oyuncuyum ve böyle olduğu içinde yaptığım şeylerde bunun her zaman izlerini görebilirsiniz. Ama dediğim gibi bir genel geçer kural koymak bana uygun değil ama ben hayata karşı duyarlı olan bütün meselelere kafa yormaya çalışan ve bunu anlatırken de kendi mesleğimle yapmaya çalışan biriyim. 

HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yazdığı “Devran” adlı öykü kitabını sahneye taşıdınız. Tasarladığınız atmosferi yakalayabildiniz mi?

Afişe de bakarsanız okuma tiyatrosu der ama altında dayanışma yazıyor. Biz bu dayanışmayı sadece bizim gibi düşünen insanlardan daha çok farklı düşünen insanlarla buluşabilmeyi hedefleyerek bu hikâyeleri kurdum. Bu nedenle de belki benim ismimin Selahattin Demirtaş’la yan yana gelmesi de bu farklı bileşenleri bir araya getirmede önemli bir etken oldu. Bir de insanlarında buna ihtiyacı var. Yani gerçekten bu ülkenin demokrasiye, konuşmaya, tartışmaya, anlamaya, anlaşmaya ihtiyacı var. Kavga etmek, hiç durmaksızın birbirimizi suçlamak yerine birbirimizi anlayarak bir demokrasi cephesi oluşturmaya ihtiyacımız var. Çünkü biz daha özgür, barış içinde, gerçekten eşitlik içinde yaşamak gibi bir ana hedefimiz varsa bunu öncelikle demokrasiyle temellendirmemiz lazım. Devran ile birlikte küçük bir parçasını biz tetiklemiş olabiliriz. O nedenle güzel oldu bu.

Demirtaş dahil birçok siyasetçinin tutuklu olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu insanlar aslında siyasi olarak oradalar ve bunu da bütün toplum biliyor. Yani hukuki bir gerekçe yok aslında. Böyle olduğunu biliyoruz. Onlar kitaplar yazıyorlar, biz de onların ürettiğini dışarda hayatın içinde yeniden insanlarla bölüşerek aslında onların orda olmadığını bizimle beraber burada olduğunu ve bu siyasi tutsaklığı kabul etmediğimizi söylemiş oluyoruz. Zaten ben çok fazla neden yaptığımı anlatmayı seven birisi değilim çünkü zaten yaptığım şey söylediğim şeyi içeriyor. Çünkü ben genellikle çok açıklamak yerine yaparak anlatmaktan yanayım. İnsanların kalbine dokunmak bazen aklına dokunmaktan daha etkili olabilir.

Baskı ortamı sanatsal üretimi nasıl etkiledi?

Tabii ki hayattaki her şey gibi, bütün alanları etkilediği gibi etkiliyor. Emek alanında nasıl ağır bir yaptırım varsa elbette ki sanat alanında bunu belirgin bir şekilde görüyoruz. Çünkü aslında sanatçı içindeki çığlığı haykırmak ister. Ama o kadar büyük bir korku var ki insanlar “Şunu söylersem yanlış olur, şunu yaparsam başım belaya girer” diye düşünüyor. Mesela ben bu oyunu yapıyorum diye annem iki gün uyku uyumuyor. Bu bir gerçeklik ve hayatın içinde olan bir gerçeklik. “Anne diyorum bu kitap çıktı, herkesin okuduğu bir kitap” ama öyle korkutulmuş toplum var ki her şeyi sindirilmiş. Bize orada çok iş düşüyor. Çünkü biz görünür kılabiliriz. Böyle bir işimiz var, mesleğimiz var, birazcık da yeteneğimiz varsa güzel şeyler ortaya çıkıyor.