KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin Genel Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı, tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden yazdığı mektupta İstanbul Barosu’ndaki başkanlık seçimlerine ilişkin yorumlarda bulundu. Kozağaçlı yeni seçilecek başkana "İşlerini kolaylayıp koltuğa biraz alışınca hapishaneye ziyaretime gel" diye seslendi.
Türkiye’de avukatların durumunu “Mesleğin sonbaharındayız” sözleriyle niteleyen Kozağaçlı mektubunda “Maalesef sevgili başkan, maalesef; sonbaharda da değil kıştayız. Sana faşizmi, zulmü, mücadeleyi, ihtiyacı, direnci, öfkeyi, anlatmayacağım canını sıkmamak için. Ama bil ki; dövüşenler de var bu havada, el ayak buz kesmiş, yürek cehennem…” ifadelerini kullandı.
Kozağaçlı’nın Bianet’te yer alan mektubu şöyle:
Sayın Başkan,
Henüz seçilmediniz diye hitabımdan tereddüt etmeyin; alışın, kalbiniz ısınsın. Ayrıca deneyimle sabittir ki; ortada bir seçim bulunmadığında bile bu taktik, en azından başkan yardımcılarının sizi daha bir can kulağı ile dinlemelerini sağlar.
Başkanım,
“Baykuşların öttüğü eski bir dergâhın” başına geldiğinizden, enkaza bakıp söylenecek lafınız olmalı.”
Cesur kararınızı Silivri’deki hücremde öğrendim ve heyecandan uyuyamadım! Böyle bir devirde Baro’ya başkan adayı olmak? Diş dolgusuyla limonlu dondurma ısırmaktan sonra duyduğum en tehlikeli ve heyecan verici girişim gibi göründü gözüme. Bu durumda, yani hazır uykum kaçmışken, başkanlığınızın ilk günlerinde faydalanabileceğinizi umduğum bazı gözlemlerimi, haddim olmayarak, sizinle paylaşmak istedim.
Evvelâ, seçilmiş bir başkan sıfatıyla makam odanıza ilk girdiğinizde – lütfen önce bir süre pencereden baktıktan sonra – söylenmek üzere “veciz” bir söz hazırlamalısınız. Kime söylenecek bu söz? Henüz fark etmediniz ama o sırada peşinizden “beleşe ikişer kahve içer, çukulata yeriz; ileride ‘ilk günden beri yanındaydık hep, hatırlarsın’ demek kolay olur” diye odaya girip birbirini sıkıştırmış yirmi beş kadar avukat, bu cümleyi hep hatırlayacak ve dışarıda da anlatacaktır.
Pencereden göreceğiniz manzara ne olursa olsun (Artık Galata Kulesi mi olur, İstiklâl Caddesi mi; Hacettepe, Sıhhiye Pazarı mı; Alsancak’taki eski tütün deposu çatıları mı? Ne bileyim, tam hatırlayamadım ama Mersin manzarası da fena olmayabilir.) o sırada buyuracağınız vecize, manzaraya değil, memleketimizin ve mesleğimizin içinde bulunduğu sefil duruma yorulacaktır. Büyük insanlar söz konusu olduğunda bu gayet bilindik bir durumdur. Artık halkın arasında değilsiniz, siz de alışın. Hatta oda adliyenin havalandırma boşluğuna yahut kilitli hâkim-savcı helâsının penceresine bile bakıyor olsa, siz mümkün olduğu kadar şekli bozmadan bir müddet bakıp, topuklarınızın üzerinde dönmeye gayret edin; bu da bir başka klasiktir neticede.
II. Mehmed’in kenti ele geçirdikten sonra Ayasofya’nın kubbe kenarlığına çıkıp manzaraya bakınca;
“Bûm nevbet mizened / be dergeh-i efrâsiyab” dediği rivayet olunur.
İşte tam bir hazırlıksızlık örneği!
“Veni, Vidi, Vici” falan gibi, kestirmeden “Ne oldu? Konuşuyordunuz aşağıda, aha ben kazandım!” manasına gelecek bir sözü önceden hazırlamadığı anlaşılan genç Sultanın; henüz şehzade eğitimindeki Farsça hocasından kılıç ve ud eğitimcisine kadar bütün lalaları sağ ve at üstünde yanında gezecek yaşta olduğundan, gördüğü korkunç ve kanlı yıkımı “belki lalam takdir eder” diyerek bu nefis Farsça beyitle ifade ettiğini sanıyorum.
Diyeceğim; siz de böyle “artık baykuşların öttüğü eski bir dergâhın” başına geldiğinizden, bu enkaza bakıp söylenecek lafa hazırlıklı olmak iyidir.
Değerli Başkan,
Elbette zaferinizin büyüklüğünü gölgelemez ama maalesef bu mesleğin sonbaharındayız. Faşizm altında yerinize bir kayyım tayin ettirip; asgari, Ömer kadar hapis görmeden iki yıl biterse, muhtemelen hiç çalışmadığınıza karine olarak gösterilecektir. Fakat hangi duruma düşersek düşelim hazırda birkaç cümle bulunması önemlidir.
Vecize işi tamamsa, ikinci olarak ve mutlaka ilk yönetim kurulu toplantısından önce şahsen iki satırlık bir değerlendirme yazın ve bizzat yayınlayın. Niye illâ ki kuruldan önce, şahsen, bizzat?
Çünkü Avukatlık Kanunu’nun amir hükmü uyarınca, yönetim kurulundan ayrı olarak seçildiniz ve tek başınıza baroyu temsil yetkisine sahipsiniz. Sizi yönetim kurulu değil, biz seçtik. Lütfen ileride doğru ve güzel sözleri cesaret edemediğinizde “ben aslında tam olarak öyle düşünüyordum ama yönetimden geçiremedim” diye bizi kandırmayınız. İlk günden alışırsanız, ileride uygulamak kolay olur.
Ayrıca bu “yönetim kurulu” adı verilen tiplere fazla güvenmemenizi öneririm. Son üç sene içerisinde, birlikte seçildikleri ve şöyle baksan yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen en az beş baro başkanını ortada bırakmışlıkları vardır. Çoğu hâlâ hapiste olan bu başkancıklar gün sayarken, ötekiler “aman ne ettiniz!” bile demeden yeni bir başkan seçip kaldıkları yerden, vur patlasın çal oynasın “azalık eğlencelerine” geri dönmüşlerdir.
(Tabii nedir bu eğlenceler diye merakınız uyanmış olabilir; hakikaten bilmiyorum. ‘Bir sonraki sene belki aday olurum’ diye ortalıkta görünen bir ikisi dışında bu aza milletinin ne iş gördüğünü hiç bilmediğimden, kendime fukara tesellisi olarak her akşam saza gittiklerini hayal ettim ben de. Uzayan kol avukat olsun, gitsinler.)
Ancak yine de edep gereği; “Yahu eskisi pek kötüydü, çok kanlı örgütlere üyeydi, onu anladık, ama siz birlikte seçilmiştiniz, siz ne ayaksınız?” yahut “Yok öyle değil eski başkan aslında iyi birisiydi, haksızlığa uğradıysa hoppadanak ‘yaşasın yeni başkan’ yapmadan bir sahip çıkaydınız o garibana!”, en iyisi de “O değil de, açıklamanız ‘biz kandırıldık’ ise kendi eksik ve kandırılmaya meyyal aklınızla bizi nasıl idare edeceksiniz, bir istifa etseydiniz!” diye soran olduysa da, ben verilmiş bir cevap hatırlamıyorum.
Aziz Başkan,
İşte bu ilk yazılı açıklamamız, mesleğimizin ahir ömründe sizi destekleyenlere moral ve gayret aşılamalıdır. Bu açıklamaların genelde iki türü olur; ilki “Hak geldi, bâtıl zail oldu” tadında yazılmalıdır. Baromuzda “nihayet” her şeyin değişeceği ve avukatların “artık” sahipsiz olmadığı; adliyede, karakolda, icrada, hapishane ziyaretinde çıkan sorunlar karşısında “asla” yalnız bırakılmayacağı gibi temalar çeşitlendirilmelidir. İçerisinde çokça “hep beraber”, “haydi hep birlikte”, “sensiz mümkün olmaz” geçmesi, şu faşizm koşullarında başımıza bir iş geldiğinde “Bir ben mi yapmışım? Herkes oradaydı!” gibi bir savunma ile yırtabilmeyi sağlayabileceği gibi, baktınız kurtuluş yok; “elle gelen düğün bayram” diye yatmayı da kolaylaştıracaktır.
Beyanat bitince, arkanıza yaslanın, bir kere baştan sona okuyun. İnandırıcı durmuyorsa, cep telefonu numarasını yapıştırın altına: “24 saat arayabilirsiniz!”
Yani en azından solcuysanız, yaklaşık olarak böyle bir açıklama fena durmayacaktır. Sağcıların tercih edebilmesi açısından daha uygun diğer versiyon şöyledir; “Devletle gereksiz kavga bitti! Bakanla yazlık komşuyuz, isteyen gelsin yeşil pasaport için bizzat aracı olayım, bir haftada çıkıyor! Noterlerden ‘yevmiye numarası’ verme yetkisini aldırıp avukatların üzerine yaptıracağız, tuvalette sabun, avukat odasında su bitmeyecek, sorun çıkarsa bizzat beni arayın, mesaiden sonra, cep numarası…”
Bunun da en az yarısı yalandır ve ikisi de en geç yılbaşına kadar tüm “gereksiz” isimleri tespit etmiş ve telefonlarınızı açmıyor olur ama sabun ve su konusunda bir aksama olmadıkça, sağcılar tevekkül sahibi ve unutkan insanlardır. Ayrıca açıklamada da ima ettiğiniz gibi, gerisinin peşine fazla düşmeyi “devlet düşmanlığı” kabul etmek de bu geleneğin genel huylarındandır.
(Şimdi “Bir kere sen zaten ancak solcu aday destekliyorsundur, sağcıların işini nereden biliyorsun, ne karıştırıyorsun?” diyenler olabilir. Ayrılmasınlar anlatacağım şimdi…)
Başkanların Bir Tanesi,
Bu mevzu çok önemli, kusuruma bakmazsan hemen şunu anlatıp yeniden seçim işine döneceğim.
Şimdi sıkıntı şuradan kaynaklanıyor; malumunuz “ben solcuyum” demek ayıp olduğundan hem de adet olmadığından, onun yerine, “milliyetçiyim, muhafazakârım, liberalim, mütedeyyinim, devletçiyim, milletçiyim…” gibi envai çeşit sıfat kullanılıyor.
Örneğin; herhalde öyle söyledikleri için, solcu kabul edilen bir “hükümet muhalifliği” türü var. Mesele şurada kaldığı sürece bunlarla pek hızlı kaynaşılabiliyor:
“Bu Cumhurbaşkanı gitsin” Hah! Evet, elbette hep onu diyoruz. Sonra? “Her şey eski güzel günlerdeki gibi olsun.” Değil mi ya, evet, güzel olsun! Tam olarak hangi eski ve güzel günleri özlüyorsunuz?
Eskiden nedense muhabbet bu kadar uzamaz veya tam buraya gelince; “hepimiz solcuyuz, konuşup ne yapacağız, hadi çalışalım!” denirdi. İşte bu âdetin değişmesiyle mesele aydınlandı. Ben şahsen Cumhuriyet Gazetesi’nin Eylül’ün son haftalarında yayınladığı bazı “okur görüşleri” üzerine mevzuu kavradım.
“Eski güzel günler” derken Hikmet Sami Adalet Bakanı, Ali Suat Hapishane Müdürü olsun diyor! Onun nostaljisi bu; “uleması” da bunlar. O zaman mutlu olacak.
Eh. Biz kalkalım o vakit, geç oldu. Bu ikilinin devr-i iktidarında adliyelerde ve hapishanelerde katledilen 122 müvekkilimizle “yar elinden tutar gibi” el ele tutuşup sizden uzağa yürüyelim biz. Sizin ulemanızın kılavuzluğunda varılacak yer mezarlıktır. Burada; Abdülhamit’in “Adalet Sarayında” en azından kalorifer yanıyor.
Başkanım, İki Gözüm,
Normalde Sultan Abdülhamid-i Sani ve Yıldız Sarayı üzerinden; Adalet Bakanımızın küçük adının Abdülhamid ve adliyelerin de “lakabının” Adalet Sarayı olması yönünde, gelişine vurulacak bir espri vardı ama kolaycılığa kaçmadan benzetmemi tamamlıyorum:
Sözde solcu devlet destekçilerimizi ben değil fakat Ahmet Hamdi Tanpınar tarif etsin. Evet, “Mahur Beste”nin “tek adamı” Sultan Hamid’dir ama ilginç ve eğlenceli adamı Ata Molla’dır:
“…her şeyi tek bir adamın avuçları içine aldığı bir devirde, içindeki gizli hareket ihtiyacını, bir şeyler devirmek, yıkmak arzusunu doyuramamanın verdiği azab (…) Ata Molla, menfi yaratılmamış olsaydı bu devir düşmanlığı onu ileriye götürür, istibdad aleyhine çalışan teşekküller ile birleştirir, yaşadığı zamanın ön saftaki fikirleri içine atardı. Bunun tam tersi oldu: Devrine olan düşmanlığı onu ileriye değil geriye götürdü ve acayip bir mazi hasretine attı. Kafası tersine işleyen bir saat gibi geçmiş zamanı yaşamaya başladı. (…) Ulema sınıfının bütün devlete hâkim olduğu zamanlar (…)”
İşte diktatörlük altında bir “muhalif” türünün müthiş analizi… Sırf bir devire veya yönetime yahut kişiye karşılar diye önümüze gelene “solcu” dememek gerektiğini unutmamak kıymetli bir meziyet. Sen de unutma başkanım.
Pek Kıymetli Başkan,
Laf uzadı. Seni yoğun günler bekliyor. Heyecanlısın. Haydi, kötü olmayı göze alıp bir iki uyarıyla bitireyim.
Muhtemelen şöyle hayal ediyorsun; “Bu da bir kariyerdir.” Hepi topu iki yıl değil mi? Bölge Barosu başkanlarıyla “Adli Yıl Açılışını İzleyen Dikkat Çekici Dönem: Çupra Mevsimi” hakkında Tekirdağ Barosu ev sahipliğinde toplantı; Antep Barosu’nun davetiyle, “Olağanüstü Hâl: Sabah Gittiniz Kebap Bitmiş!” durumunda avukatların hak ve yetkileri konulu sempozyum. Hatta araya bir de “özel hukuk” etkinliği olabilir: “Geri Kazanımın Önemi: Önceki Dönem Baro ve Birlik Başkanlarının, israf edilmeyip Cumhuriyet Halk Partisi’nde istihdamı imkânları”.
İşte geldi geçti bile iki yıl. Kartvizitle yazılmış “önceki baro başkanlarından” ibaresinin işlerin açılmasına yol açacağı umuduyla ve sevgiyle hatırlanacak yıllar.
Maalesef sevgili başkan, maalesef; sonbaharda da değil kıştayız. Sana faşizmi, zulmü, mücadeleyi, ihtiyacı, direnci, öfkeyi, anlatmayacağım canını sıkmamak için. Ama bil ki; dövüşenler de var bu havada, el ayak buz kesmiş, yürek cehennem…
Başkan, İki Gözüm,
Sana sadece dört hâkim hikâyesi hatırlatacağım, adliyedeki odana doğru yürürken düşün ve endişelen diye:
Geçen gün bir yargıç, usul tartışmasında baş edemeyince avukatı tutuklatmaya kalktı arkadaşına!
(Garip olan, yargıç olsun olmasın Ömer’i tanıyan herkes, hayatında en az bir kere onu tutuklamak istemiştir içinden. Tabii ayıp olan gerçekten denemiş olmak.)
Bir mahkeme heyeti, Anayasa Mahkemesi kararını beğenmediği için uygulamayacağını söyledi.
(Bitirip karar verince, “bu da milletvekiliymiş ben tutamıyorum içeride, siz bir zahmet kaldırın dokunulmazlığını geri atalım içeri” diye meclise gönderdi.)
Bir “kısım” hâkim; “sen nasıl avukat tahliye edersin” diye hışımla ticaretten, asliye cezaya kadar sürgün yedi aynı gün.
(Meslekten atılanı ve tutuklananı da olduğu için ucuz atlattılar, geçmiş olsun deyip gönderdik.)
Hayallerini veya beklentilerini yıkmak istemiyorum. Seçimde hep seni desteklediğimi ve hâlâ arkanda olduğumu lütfen unutma. İşlerini kolaylayıp koltuğa biraz alışınca hapishaneye ziyaretime gel…
Şu güzel şiiri kulağına küpe yap:
Fareler ve İnsanlar’ın en iyi hazırlanmış planları Boşa çıkar çoğu zaman Ve bize ancak keder ve acı bırakır Umduğumuz sevinç yerine Robert Burns (1759-1796) Bil bunu, Ama sakın korkma.
Sen bizim başkanımızsın artık! Hiçbir şeyden korkmazsın; biz arkandayız! Sana gelecek bize gelsin, yeter ki yürü üzerine zulmün.