'Selim Ay'ın atamasına ses çıkarmamak 'akıl tutulması' değil midir?'

'Selim Ay'ın atamasına ses çıkarmamak 'akıl tutulması' değil midir?'

Kürşat Bumin (Yeni Şafak - 6 Ağustos 2012)

Son iki haftanın -tabii ki- en önemli gelişmesi

Bir haftalık teneffüs boyunca da güzel ülkemizde tabii ki pek çok gelişme yaşandı... Ben de -kendimce- bu gelişmelerden öne çıkanları "çok önemli", "önemli" ve "pek de önem arz etmeyen" olarak sınıflamaya tâbi tuttum.

"Çok önemliler"in başında hiç şüphesiz aralarında fikirleri, inançları ve umutları bakımından farklılıklar bulunan pekçok toplumsal cenahın bir olarak yüksek sesle polis şefi Sedat Selim Ay'ın İstanbul Emniyeti'ne terörden sorumlu müdür yardımcısı olarak atanması kararının geri çekilmesini talep etmeleri geliyor. Ak Parti MKYK toplantısına kadar dile getirilen bu talebin bugüne kadar kabul görmemesi -lamı cimi yok- hükümetin bugüne kadar insan hakları dersinden girdiği en büyük sınavların başında geliyor.

Malum bakan MKYK toplantısında bakın nasıl konuşuyor: "O kadın bir arkadaşı ile bunu tezgâhladı. Daha önce itirafçı idi, sonra iftiracı oldu." Bildiğiniz gibi "O adam"ın sözünü ettiği "O kadın", söz konusu polis şefinin yönetimindeki tim tarafından hayal bile edemeyeceğiniz işkencelerden geçtikten sonra uğradığı tecavüzü devletin suratına bir şamar olsun diye bütün ayrıntısıyla anlatan kişi...

Yok efendim sözkonusu polis şefi AİHM'den ceza almamış, yok efendim Yargıtay'ca onanmış bir cezası yokmuş, yok efendim Adli Tıp tarafından aklanmış, yok efendim Diyarbakır'da önemli işler yapmış... Aklı başında ve değiştiğini iddia eden bir devlet değil bu çarpıtılmış beyanların aklayamadığı bir kişiyi, hakkında işkence ve tecavüz suçlaması bulunan ve bu suçlamalardan dolayı mahkeme salonuna bir kere bile ayağını basmamış bir polis şefini bile İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne terörden sorumlu emniyet müdürü yardımcısı olarak atamaz. "Atamaz" da değil atayamaz, bu derece vurdumduymazlığı kendisine yakıştıramaz, "O kadın"ın hikayesine son derece kaba sözlerle laf yetiştirmek yerine bu memleketin eskinin siyasi bugünün terörle mücadele şubelerinde vatandaşlarının başına neler geldiğini hatırlamaya çalışır.

Bu ülkede mahkemeleri, Yargıtay'ı, Adli Tıp'ı, çok sayıda "sağlık raporu"nu tanık göstererek insan haklarından söz edilemeyeceğini herkesin bilmesine rağmen -bu durumdan bir zamanlar kendisini de şikayetçi olan- hükümet bilmiyor mu?

Bazı akademisyenler "Müslümanlık işkenceyi kabul etmez" diyerek polis şefinin görevden alınması için imza kampanyası başlatıyorlar. Başlatmasınlar demiyorum; bu çağrının da belki mütedeyyin iktidar kadrolarının konuya ilişkin fikir ve tavır oluşturmalarında katkısı olabilir. Ama şunu da unutmayalım: "İşkence" söz konusu olduğunda dinleri imdada çağırmak gerekli değil. Hiçbir dinin işkenceyi kabul etmeyeceği aşikar olduğuna göre cümlenin öznesinde şu ya da bu din yerine "insan haysiyeti"ni kullansak daha yerinde olmaz mı? Böylece "işkence" söz konusu olduğunda "evrensel" olarak nitelenen bir yasağa dinlerden hareketle ulaşmak yerine evrenselden dinlere doğru yol almayı seçmiş oluruz ki, bana göre de doğru seçim bu olmalıdır.

Mazlum-Der gibi kimliği belli olan bir insan hakları kuruluşunun Sedat Selim Ay'ın atamasına karşı çıkarken kullandığı dil -her zaman olduğu gibi- konuya ilişkin söylenmesi gerekenleri doğru biçimde (işin içine haklı olarak "Müslümanlık"ı katmadan) sıralıyor: "İşkence ve tecavüz davalarında yargılanmış birinin bu göreve getirilmesi başta hükümeti rahatsız etmeliydi. Bu atama hükümet için büyük bir itibar kaybı oldu."

(Biz noktayı koymayayım isterseniz; hükümetin bu haklı ve ciddi talep ve eleştirilere münasip bir tutum alması hâlâ mümkün.)

Mehmet Bekaroğlu'nun konuyu değerlendirirken sarf ettiği iki cümleyi de aktarmak isterim: "Burada hükümetin bir akıl tutulması yaşadığını düşünüyorum. Bu kadar eleştiriye ve tepkiye rağmen hükümet sesini çıkarmıyor."

Gerçekten de nedir bu Allah aşkına?

Gerçekten de bir "akıl tutulması" örneği midir?

Evet, son iki haftanın -tabii ki- en önemli gelişmesi söz konusu bu atama karşısında gelen tepkiler ve hükümetin bu tepkilere kulağını tıkamasıdır.

Diğerleri gibi emekli orgeneral Hilmi Özkök'ün tanık sıfatıyla hatırladıkları da bu en önemli gelişmenin yanında cılız kalıyor.