Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, çözüm sürecinde gelinen nokta ve çözülmesi gereken bazı noktalara ilişkin olarak, "KCK’lı hasta mahkumların durumunda mevcut düzenleme yeterli olmasına rağmen Adli Tıp’ın direnişi nedeniyle mesafe alınamadı. İhtiyaç duyulduğunda yeni düzenleme yapılması gündemde. Ancak KCK’lı hasta mahkum sayısının 50 civarında olduğu söyleniyor" dedi.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın "PKK Nevruz'da silah bırakmalı" çağrısına dikkat çeken Selvi, "Abdullah Öcalan’ın, 21 Mart’ta silahların bırakıldığını ilan etmesi beklenebilir mi?" sorusuna cevap aradı. "Silahlı mücadeleyi bırakma kararına en çok PKK’nın ihtiyacı var" diyen Selvi, şöyle devam etti:
"Çünkü bir yanda IŞİD’le mücadele ve Suriye konjonktürünün sunduğu imkanlar var. Terör örgütleri listesinde yer almak, PKK hareketinin ayağında bir pranga gibi duruyor. PKK’yı tasfiye edip, terör listesinden çıkıp, PYD ya da YDH ile yola devam edebilirler."
Selvi'nin Yeni Şafak'ta "Öcalan’dan beklenen mesaj" başlığıyla yayımlanan (4 Şubat 2015) yazısı şöyle:
Seçim sürecinde HDP’nin pozisyonu ön plana çıktı.
Günlerdir HDP seçimlere parti olarak mı yoksa bağımsız adaylarla mı gireceği tartışmasını yapıyoruz.
Seçim konjonktürü HDP’nin rolünü ön plana çıkardı ama asıl çözüm süreciyle ilgili kritik bir dönemden geçiliyor.
Çözüm sürecinin seyri bir anlamda HDP’nin pozisyonunu da yakından etkileyecek.
Önce çözüm sürecinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’dan bir alıntı yapmak istiyorum.
“Bu Nevruz’da daha ileri bir adım ve mesaj gerekir. O da silah bırakma aşamasına geçilmesine dönük bir ifade olmalıdır”
Öcalan, 2013 Nevruz’unda, “Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun” demişti. Çözüm sürecinin kritik bir aşamasıydı.
Ancak o tarihten sonra PKK eylemsizlik sürecine geçti. Çözüm sürecinde hedeflenenin gerisinde bir aşamaydı.
Gezi süreci, geri çekilmenin durdurulması, 6-8 Ekim olayları ve Cizre nedeniyle süreç türbülansa girdi. Hükümette ve İmralı’da çözüm iradesinin devam etmesi nedeniyle masa devrilmedi.
Çözüm sürecine, ”Kamu otoritesi” boyutunun kazandırıldığı 6-8 Ekim olaylarından sonra süreç, sessiz ve derinden ilerliyor.
Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın 2013 Nevruz’undan daha ileri adım atılması gerekir diye işaret ettiği nokta ise burada ortaya çıkıyor.
21 Mart 2015 Nevruz’unda Öcalan’ın, ”Türkiye’de silahlı faaliyetlerimizi bitirdik” demesi bekleniyor. PKK liderinin, Türkiye’de silahlı faaliyetleri bitirdiklerini ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadele döneminin kapandığını ilan etmesi isteniyor.
PKK 14 Temmuz 1984’te Şemdinli ve Eruh baskınları ile silahlı mücadele dönemini başlatmıştı. Tek yanlı ateşkesler ya da eylemsizlik süreçleri dışında PKK 30 yıldır silahlı mücadelesini sürdürdü.
21 Mart 2015 günü Öcalan, Diyarbakır’da nevruz meydanında Türkiye’de silahlı mücadelenin bitirildiğini ilan ederse, yeni bir dönemin başlangıcı olacak.
Bu arada hemen bir paragraf açıp neden, ”Türkiye’de silahlı mücadelenin bitirildiği” dediğimi açmak istiyorum.
Çözüm süreci başladığında Kandil’in tasfiyesi amaçlanmıştı. O süreçler sabote edildi. Geldiğimiz aşamada ise Türkiye dışında yoğun olarak Suriye, Irak ve İran’da silahlı mücadele yürüten bir örgüt var. Sadece IŞİD’in varlığı dahi bu örgütün kendisini tasfiye edip, silahlarını toprağa gömmesini anlamlı kılmıyor. Böyle bir beklentinin içine girmek. Çözüm sürecinin sarkmasından öte bir anlam ifade etmeyecek.
O zaman gerçekçi olup, gerçekleşmesi mümkün olan modeli hayata geçirmekte yarar var. PKK’nın Türkiye topraklarındaki silahlı unsurlarını çekip, Türkiye’de silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ilan etmesi ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadele vermeyeceğini deklare etmesi bu aşamada anlamlı bulunuyor.
PKK bu kararı alır mı?
Öcalan bu açıklamayı yapar mı?
Dikkat ettiniz mi böyle bir karar alınması HDP’nin seçim başarısı üzerinde de etkili olacak.
30 yıllık silahlı mücadelesini sonlandırmış bir PKK’nın oluşturduğu iklim içerisinde seçmenlerin karşısına çıkacak HDP. Ya da tam tersi olacak. Çözüm sürecine rağmen silahlı mücadeleyi sürdürmekte kararlı bir PKK ile bir elde silah, diğer elde sandık olmak üzere “Türkiyelileşme” projesi yürütülmek istenecek. Ne kadar inandırıcı olursa!
Bu arada gerçekçi olmalı ve sürecin önündeki zorlukları da görmeli.
1-Türkiye’de silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan etse de Suriye’de, Irak’ta ve İran’da silahlı mücadelesini sürdüren bir örgüt var.
2-PKK kendini lağvetmiyor. Kandil’deki karargahını ve kadrolarını koruyor.
3-KCK henüz yerel parlamento ve özerk yönetim hedefinden vazgeçtiğini ilan etmedi.
PKK dediğiniz silahlı ve siyasi mücadelesinin yanı sıra dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış bir vaziyette ama tek bir merkezden yönetilen 52 ayrı yapı demek.
Çözüm sürecinde nihai amaç bu değildi.
Süreçte çözülmesi gereken noktalar var. Üzerinde çalışıldığını belirtmek isterim.
1-Öcalan’ın yanındaki mahkumların değişmesi. İmralı’da sekreterya işlevini görecek bir düzenlemeye gidilmesi.
2-KCK’lı hasta mahkumların durumu. Mevcut düzenleme yeterli olmasına rağmen Adli Tıp’ın direnişi nedeniyle mesafe alınamadı. İhtiyaç duyulduğunda yeni düzenleme yapılması gündemde. Ancak KCK’lı hasta mahkum sayısının 50 civarında olduğu söyleniyor.
3-İzleme Komitesi
Bunların bir kısmı silahlı mücadelenin bırakıldığının ilan edilmesinden sonra devreye girecek mekanizmalar. İzleme komitesi gibi.
Yukarıda sıraladığım noktalar çözüm gibi tarihi bir proje kapsamında bir sorun teşkil etmeli mi? Etmemeli. Eğer Türkler ve Kürtler tarihi yürüyüşümüzü başlatacaksak, hasta mahkum, İmralı’daki mahkumların değişimi ve izleme komitesi bir engel teşkil eder mi?
Peki Öcalan’ın, 21 Mart’ta silahların bırakıldığını ilan etmesi beklenebilir mi?
Silahlı mücadeleyi bırakma kararına en çok PKK’nın ihtiyacı var.
Çünkü bir yanda IŞİD’le mücadele ve Suriye konjonktürünün sunduğu imkanlar var. Terör örgütleri listesinde yer almak, PKK hareketinin ayağında bir pranga gibi duruyor. PKK’yı tasfiye edip, terör listesinden çıkıp, PYD ya da YDH ile yola devam edebilirler.
İkinci nokta ise, Türkiyelilik açılımı ile yüzde 10 barajını aşmak, bölge dışına çıkıp Türkiye’nin batısından da var olmak isteyen bir HDP var. Sadece Kürtlerin değil, Türklerin partisi olmayı da hedefliyorlar. İmralı’daki görüşmelerde Öcalan’ın bunu sağlayamadıkları için kadroları sert eleştirilere tabi tuttuğu biliniyor.
PKK’nın Türkiye’de silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan etmesi en çok bu konjonktüre hizmet eder.
Silah bırakma kararı sadece Türkiye açısından değil, daha çok PKK hareketi için gerekli hale geldi.
Konjonktür bunu mümkün kılıyor.
İş konjonktürü doğru okuyup okumamaya kalıyor?