Ankara Yüksel Caddesi’nde ‘işimi geri istiyorum’ talebiyle açlık grevi eylemine başlayan Semih Özakça 151 günün ardından görülen üçüncü duruşmada tahliye edildi. Açlık grevine başladığında 86 kilo olan Özakça, 226 günde 49 kiloya kadar düştü. Ziyaretine gelenlerle belirli süre konuşabilen Özakça’nın enerjisini kaybetmemesi için dinlenmesi gerekiyor.
Kısa mesafede dahi yürümekte zorluk çeken Özakça ile açlık grevinde olan eşi Esra Özakça ve annesi Sultan Özakça ilgileniyor. Ciddi orandaki kilo kaybından dolayı bağışıklık sistemi zayıflayan Özakça’nın herhangi bir hastalık kapmaması için ziyaretine gelenlere maske veriliyor. Sindirim sistemiyle ilgili sıkıntılar yaşayan ve vitamin takviyesiyle eylemini sürdüren Semih Özakça tutukluluğunun ardından ilk gecesini ailesiyle birlikte geçirdi.
Dışardaki ilk gününün ardından Gazete Duvar'dan Serkan Alan’a konuşan Özakça, ziyaretçileriyle sohbet etmenin kendisine iyi geldiğini söyleyerek, “İnsanlara fiziksel olarak daha yakın olduğunu bilmek mutluluk veriyor ama ben içerideyken de dışarıdaydım. İnsanların desteğini her zaman hissettim” dedi.
Üçüncü duruşmada tahliye olan Özakça, duruşma sırasında karar için verilen aranın uzun olduğunu, “Farklı bir yönteme başvurabilirler” diye düşündüğünü söyledi.
Nuriye Gülmen’in tahliye edilmeyerek ayrım yaratma yoluna gidilebileceğini fakat bunun direnişin gücünü kıramayacağını söyleyen Özakça’yı, Gülmen’in kardeşi Beyza Gülmen aradı. Semih Özakça, serbest bırakılmasının ardından Numune Hastanesi’nde eylemine devam eden Nuriye Gülmen ile ilk kez kardeşi aracılığıyla iletişim kurdu. Nuriye Gülmen’in kendisini çok özlediğini ve merak ettiğini ileten Beyza Gülmen, Özakça’ya “Gözümüz aydın” dedi. “Ablam iyi olduğunu söylememi istedi. Daha da iyi olacağız dedi” diye konuşan Beyza Gülmen’e Özakça ise “O iyi olduktan sonra her şey çok daha iyi olacak. Çok seviyorum Nuriye ablayı” yanıtını verdi.
Tahliye kararının ardından eşi Esra Özakça ile ambulansta bir araya gelen Semih Özakça’nın özgürlüğüne kavuştuktan sonra ilk fotoğrafı da burada çekildi.
Özakça, tahliye sonrası duygularını şu sözlerle anlattı: “İçerideyken bilincim direnişe odaklıydı. Benim için hücrede tek başına olmakla, dışarıda bu şekilde olmak arasında sadece mekân olarak bir fark var. Orada tek başınızasınız ve insanlardan koparılmış durumdasınız. Bu başlı başına bir işkenceydi. Baskılar ne kadar artarsa artsın direnmek gerektiğini biliyorsunuz ve buna göre gardınızı alıyorsunuz. ”
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın eylemlerinin 75’inci gününde evlerine yapılan operasyon ile gözaltına alınıp tutuklanmalarının ardından Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı bariyerlerle kapatılmıştı. Gönlünde ve aklında hep Yüksel Caddesi’nin olduğunu söyleyen Semih Özakça, İnsan Hakları Anıtı önüne gitmeyi düşündüğünü söyledi.
Sağlık durumunun buna izin verip vermeyeceğini değerlendirdiğini aktaran Özakça şöyle devam etti: “Gönlümde, aklımda hep Yüksel var. Bizim direnişimiz orada başladı. Enerjimi doğru kullanmak istiyorum ve vücuduma göre hareket edeceğim. Yüksel’in kazanması demek açlık grevinin kazanması demek. Gördüğüm kadarıyla süreçte bir sembolik tutuklama var. İktidar çerçevesinden’ Ben hâlâ senin dediğini kabul etmeyeceğim ve seni burada tutmayacağım’ mesajı bariyerle çevrilerek veriliyor. O bariyerleri kaldırırsa bir adım geri atmış olacaklar. İktidarlar geri adım atabilir, tavizler de verebilir.”
Tutuklu oldukları dönemde haklarında İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan kitapçıkların kara propaganda amaçlı olduğunu söyleyen Özakça “Devletin mekanizması kişilerin kabadayılıkları ile yönetilemez. Sonsuza kadar saldıramayacaklar ve bizi karalamaya çalışamayacaklar” dedi.
Hazırlanan kitapçıkla ilgili haberleri ilk duyduğunda “Süleyman Soylu imzalayıp bir tanesini bana yollasa keşke” dediğini aktaran Özakça, duygularını şöyle aktardı: “Başka bir iktidarın böyle bir şey yaptığını daha önce duymamıştım. İki kişi üzerinden onların terörist olduğunu kanıtlamaya çalıştılar. İnsanların desteğini geri alabilmek için yapılan bir şeyin kendilerine dezavantaj olduğu görüldü. İki kişi var ortada işlerini istiyorlar çok meşru bir şey. Yiyorlar diyorsun, hayır yemiyorlarmış. Bunlar terörist diyorsun ama bunlar trafik cezası bile almamış. Sen bir iktidarsın ve karşında vatandaş dediğin kişiler var ve bunlarla mücadeleye girmiş oluyorsun. Bunu boyutlandırıp kurumsallaştırıyorsun. Bu durum iktidarın, o bakanlığın ne kadar acizleşebileceğinin göstergesi oldu. Daha fazla saldıracaklar. Birçok şey yapıldı. Bu da onlardan birisiydi.”
Hapishane atmosferini anlatmanın yavan kalacağını söyleyen Özakça, hapishane personelinin ve gelen sağlık görevlilerin tutumlarına değindi. Görevlileri kişi değil kurumların temsilcisi olarak gördüğünü aktaran Özakça, “Görevliler benimle irtibatlı ya da konuşma gayesinde değildiler. Kendi merakından çok vicdanen rahatsız olduğu için, durumumu düşündükleri için gelmiyorlardı. Onlara tavrım asla saygısız değildi ama sinirlendiğim de oluyordu. Bir mantıksızlık var ortada ve işkenceye varan boyut… Ne yapsınlar gibi meşrulaştırılamaz. ‘Talimatı ben verdim’ diyen bir başkan var. Buna dayanarak polis insanları öldürüyor.’ Ne yapsın o polis’ mi diyelim? Hayır öyle değil. Burada bir sınır olmalı. O sınır da vicdandan geçiyor” diye konuştu.
Hapishane içerisinde zihinsel olarak berraklaştığını söyleyen Özakça, şöyle devam etti: “Süreç itibariyle doğru okuyabildiğimi gördüm. Ama doğru okumanın bir büyümek olduğunu düşünmüyorum. İnsanlardaki karşılığı bize duydukları hayranlık ve bu bize olan bir şey değil. Direnişe olan bir şey ve ben bunu üzerime almıyorum. Kendimin değil direnişin büyüdüğünü düşünüyorum.”
Herkesin umudunu koruması gerektiğini söyleyen Özakça, ”Direnişi büyüterek bir şey yapacağız ve mutlaka kazanılacak. Tarih bizi haklı çıkaracak ama itmek gerekiyor” diyerek sözlerini sonlandırdı.