“Sen kimsin; sen kim oluyorsun?”

 “Sen kimsin; sen kim oluyorsun?”

İsmail Özcan*

Son birkaç yıldır yürütme erkimizin tepelerinden, aramızın iyi olmadığı veya iyiyken bozulduğu bazı ülkelerin liderlerine, devlet ve hükümet başkanlarına karşı, “Sen kimsin?”, “Sen kim oluyorsun?” şeklinde kibirli, tepeden bakan ifadelerle hitap etme modası oluştu. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, sık sık da Dışişleri Bakanımız, Türkiye’ye karşı herhangi bir şekilde suçlayıcı, olumsuz, eleştirel bir söz sarf eden başka ülke liderlerine karşı derhal, “Sen kimsin?”, “Sen kim oluyorsun?” hitabıyla karşılık veriyorlar. Bunun son örneğini Dışişleri Bakanımız verdi. Fransa Devlet Başkanı Macron’un Türkiye ile SDG (Suriye Demokratik Güçleri) arasında arabulucu olabileceği açıklaması üzerine Bakan Çavuşoğlu, “Sen kim oluyorsun?” diye had bildirdi.

Herhangi bir ülkenin liderinin, devlet adamının eleştirisini reddedebiliriz, önerisini kabul etmeyebiliriz; dolayısıyla kendi politika ve çıkarlarımıza uygun tutumumuzu açık seçik dile getirebiliriz. Bu bizim hem hakkımız, hem de görevimizdir. Ama hiçbir ülkenin liderine, devlet adamına karşı son senelerde öne çıkan söz konusu tarzda küçümseyici bir hitaba hakkımızın olduğunu söyleyemeyiz. Böyle bir dil hem diplomasiye hem de uluslararası teamüle aykırıdır. Her şeyden önemlisi de sanılanın tersine bize puan kazandırmaz, kaybettirir.   

İletişimin ve ulaşımın hızı sebebiyle dünyanın global bir köye dönüştüğü; bu yüzden diplomasiyi bütün birikimiyle sahada olmaya zorladığı bir zamanda böyle bir dil ve üsluba hiçbir şekilde iltifat edilmemelidir. Çünkü böyle bir dil ve üslubun diplomasi ile alakasından söz edilemez. Diplomasi eğer en zor koşullarda bile her türlü inceliğin hesaplandığı, ülke çıkarlarının ayrıntılı bir şekilde göz önüne alındığı, devleti yönetenlerin çok düşünüp az konuştuğu, dokuz ölçüp bir biçtiği bir dış politika sanatı ise, bu tarz bir hitabın diplomatik nezaketle ve tedbirle bağdaştığını hiç kimse iddia edemez.

Altı yüz yıllık bir imparatorluk geçmişi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, zengin bir diplomatik kültür ve birikimin de mirasçısıdır. Ama söz konusu dil ve üslup böyle bir mirasla da hiç uyuşmamakta ve örtüşmemektedir.

 Bizim, “Düşmanın karınca ise de sen onu merdane (büyük ve güçlü) bil.” diye çok güzel bir atasözümüz var.

Buna göre, rakip veya hasım hiçbir ülkeyi küçümseme lüksümüz olamaz. Biraz empati yaparsak her ülkenin kendine göre bir gururu olduğunu kabullenmekte zorlanmayız. Fakat biz büyük küçük demeden her ülkeyi aynı kaba koyuyoruz. Fransa örneğine dönersek, liderine, “Sen kim oluyorsun?” diye had bildirdiğimiz ülke, günümüzde ancak birkaç devletin sahip olduğu hatırı sayılır bir nükleer güce ve bizim üç katımız milli gelire sahiptir.

Kaldı ki iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırma durumunu göz önüne alırsak kendimizden daha zayıf ve güçsüz ülkelere karşı da bu şekilde hitaba ve onları da hor görmeye hakkımızın olmadığını kolayca kabul ederiz.

Ne yazık ki Türkiye’de devlet adamı ve politikacılarla ilgili önemli sorunlardan biri, tribünleri muhatap alarak birtakım incelik ve ayrıntıları hesaba katmadan konuşmaktır.