Prof. Şengül Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002'de evinin önünde silahlı suikasta uğrayarak hayatını kaybeden eşi, tarihçi yazar Necip Hablemitoğlu'nun babasının vefatı üzerine bir mesaj paylaştı.
Mesajında "101 yaşında, son 15 yılını evlat yokluğu ile geçirdi. Allah rahmet eylesin, kavuştu evladına" temennisinde bulunan Hablemitoğlu, "Mükemmel bir ilişkimiz olmadı. Yanlış anlaşılmalar, iletişimsizlik, geleneksel yaklaşımlar vs. vs. ne ararsanız vardı. Şu sözünü hiç unutmam, Necip'in ölümünden 1yıl sonrası gibiydi, bana; 'Hiç iyi yetiştirilmemişsin' demişti" ifadelerini kullandı.
Hablemitoğlu, Facebook'tan paylaştığı yazısında "Bugün pazar, bugün mutlu bir pazar olsun. Sevdiklerinize sarılın, yaşamlarına saygı duyun. Hayatlarına sızmak, işgal etmek ya da yönetmek yerine varlığınızla mutluluk vermeye çalışın. Hayat, 100 yıl, 150 yıl da yaşasanız çok kısa" ifadelerine yer verdi.
Şengül Hablemitoğlu'nun paylaşımı şöyle:
"Bugün pazar ya, memleket bir tuhaf ya, ben esasında iyiydim bir kaç gündür. Sonra yine bir garip hissettim, tadım kaçtı, üzüldüm. Bana haberi dün akşam saatlerinde geldi. Necip'in babası vefat etti. 101 yaşında, son 15 yılını evlat yokluğu ile geçirdi. Allah rahmet eylesin, kavuştu evladına.
Şimdi merak edin ya da etmeyin, bunları yıllardır dile getirmedim şimdi ne gerek vardı inanın bunu da bilmiyorum.
Mükemmel bir ilişkimiz olmadı. Yanlış anlaşılmalar, iletişimsizlik, geleneksel yaklaşımlar vs. vs. ne ararsanız vardı. Şu sözünü hiç unutmam, Necip'in ölümünden 1yıl sonrası gibiydi, bana; "hiç iyi yetiştirilmemişsin" demişti. O günlerde, bu söz beni üzdü dersem doğru olmaz, kızdırmıştı ve "İnanın sizin oğlunuz dünyanın en kötü insanı bile olsaydı, ardından böyle konuşmazdım, çok yazık" demiştim.
İnsan farklı ailelerde doğup büyür. Yetişkin olur. Ve iki farklı insan evlendiklerinde yazık ki, aileleri de evlendiklerini zannederler. Bu durum benim anne babam için de geçerli oldu. Necip'in ailesi için de.
Necip annesini 1995 yılında, yanlış hatırlamıyorsam kasım ayında kaybetti. Saffet anne, yaşamımda tanıdığım en sevgi dolu, oğluna ve oğlunun sevdiği, değer verdiği her şeye hayran, duygulu, sevgisi bedeninin her noktasından taşan bir güzel insandı. Çoğu zaman annemden daha çok sevdim. Çok erken gitti, Necip'le aralarında imrenilecek bir bağ vardı. Necip çok zor toparlandı. Sonraları, Necip'in ölmesine, olup bitene tanıklık etmediğine hep şükrettim.
Bilenler bilir, Necip'in bir ablası bir kız kardeşi vardır. Nerdeler? Ne yaparlar? Bilmem. Bilmek de, görmek de istemiyorum. Tek bildiğim, acılı zamanlarda acılarını yönetemedikleridir. Bir de, ailedeki tek gelinle ilgili tutumları, algıları, sürreal beklentileri ve yaklaşımlarıdır... Şimdi ailelerinin koca çınarını kaybettiler. Onlar adına üzülmedim, Necip adına üzüldüm. Çocuklarım adına üzüldüm.
Yıllarca besledikleri nefrete ise, acıdım. Şimdi Necip Hablemitoğlu'nun babasına kavuşma zamanı. Canımdan canlarımın başı sağ olsun.
Bugün pazar, bugün mutlu bir pazar olsun. Sevdiklerinize sarılın, yaşamlarına saygı duyun. Hayatlarına sızmak, işgal etmek ya da yönetmek yerine varlığınızla mutluluk vermeye çalışın. Hayat, 100 yıl, 150 yıl da yaşasanız çok kısa. Mükellef olmasın, şart değil mutlu bir pazar kahvaltısı yapın. Etrafınızda sizden olsun olmasın çocukların bağırış, çığırış koşuşturduğu, çayın, ekmeğin mis gibi koktuğu bir kahvaltı yapın.
Üstadın dediği gibi, kahvaltı her derde deva. Cemal Süreya'nın şu iki satırına iyi bakıp aklımızdan çıkarmayalım. "Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem, Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı".
Olmalı, yok demeyin. Boğazınızdan geçmese de, kahvaltının mutlulukla ilgisi çok. Güne başlamanın heyecanı yoksa kızarmış ekmeğin, beyaz peynirin, zeytinin, domatesin anlamı yok demeyin. Güne başlamaya şükredip, yaşadığınız her ana sımsıkı tutunun. Gün bize darılamaz, biz izin vermezsek gece ciğerimizi sökemez. İki bardak duru bir çayı pırıl pırıl ince bellide içip iyi ki varım deyin. Veee, önce kendinizi, sonra sizi üzen her şeyi, sizi yoran hayatınızı sevin. Çünkü o hayat bir armağan...
Diyeceğim bu kadar, geçmişi yad etmeyi, anı yaşamayı, geleceği beklemeyi öğrenirken çoktan bir eşikten atladım. Üstelik geri dönüşsüz. Az önce yazdıklarım içimdekilerdi. Katkısız, katışıksız. Suçlamak, bir tartışma başlatmak vs gibi bir amacım yok. Dedim ya, tuhaf, dönüştüren, ürküten, yıkıcı bir eşikten geçeli çok oldu. Derdim, sevdiklerinizle hayatı dolu dolu yaşamak gereğini hatırlatmaktı. Bu kadar... Son olarak; kahvaltınız bol, pazarlarınız şenlikli, gerçek insanlarla dolu olsun... Sevgiyle..."