Kadıköy-Beşiktaş vapurunda geçen günlerde dinleti yapan müzisyenlere eşlik ederek, 'Yanarım' ve ardından İzmir Marşı'nı yolcularla birlikte söyleyen Sertab Erener, projesi için İBB'den izin alındığı anlattı. "Bu şahane bir proje" diyen "Üzerine para almak ya da reklam yapmak ne demek. Ben vapurda şarkı söyleyebilmek için belediyeye bir ödeme bile yaptım o gün" açıklamasında bulundu. Erener, "Ben birkaç kez aynı kaldırımda yürüsem 'Acaba karşı kaldırımda mı yürüsem, her gün aynı şeyi mi yapıyorum' diye içinden geçiren bir insanım. Sıkılganım. Bu içgüdü beni hep yeniliği aramaya götürüyor. Vapurda şarkı söylemeye de böyle karar verdim" diye anlattı.
İzmir Marşı referandum sürecinde genellikle 'hayır'cıları söyledi marş olarak biliniyor.
Sertab Erener'in Hürriyet'ten Gülben Ergen'e verdiği söyleşi şöyle:
- Vapurda bir şarkı söyledin ve ortalık yıkıldı. Nasıl aklına geldi bu fikir?
Ben birkaç kez aynı kaldırımda yürüsem "Acaba karşı kaldırımda mı yürüsem, her gün aynı şeyi mi yapıyorum" diye içinden geçiren bir insanım. Sıkılganım. Bu içgüdü beni hep yeniliği aramaya götürüyor. Yeni şeyler ararken de internetten yararlanıyorum.
Vapurda şarkı söylemeye de böyle karar verdim. Yurt dışında sokak müzisyenlerinin belediyelerle anlaşarak müzik yaptıklarını biliyordum. Bir performans çizelgeleri bile var. Yani devlet onları korumaya alıyor. Nerede ve ne zaman performans yapacakları belli. Çünkü sokak müzisyenlerine değer veriliyor. Altı ay önce Şehir Hatları, vapur müzisyenlerine yaka kartı verilip sisteme kayıt edilmelerinin iznini vermiş. Çok sevindim. Eskiden vapurda kaçak müzik yapıp yolcuların yanlarına gidip para toplamak zorunda kalıyorlardı. Ama şimdi izinleri ve çalışma saatleri var. Artık hem para kazanıyorlar hem de vapur müzisyeni adı altında bir değer veriliyor.
- Peki, o günü nasıl organize ettin?
Hayal ettiğim bu desteği nasıl yapabilirim diye biraz araştırdım. Vapurda performans gerçekleştirmem için bir ödeme yapmamız gerektiğini öğrendik. Onu yaptık. Daha sonra kendi ekibimle öğrendik ki cuma günü 15.45 vapurunda müzisyenler olacak ve performans yapacak. O gün 12.15’te vapura bindik. Daha önce vapurdaki müzisyen arkadaşlarla hiç karşılaşmadım. Birkaç arkadaşımla birlikte vapura bindik. Ne kendi müzisyen arkadaşlarım ne de elimde bir mikrofon vardı.
- Çok heyecanlı... Sonra ne oldu?
Herkes çok şaşırdı. "Yanarım”ı söylemeye karar verdik. Ben o gün Kadıköy- Beşiktaş vapurunda dört tur attım. Vapurda akşama kadar şarkı söyledik. Müzisyen arkadaşlar bana akşam veda ederken çok mutlulardı. Sanırım bayağı bir para toplayabildik. Sonra birbirimize sarılıp ayrıldık. Benimle gelen arkadaşlarım insanların ifadelerini ve şaşkınlıklarını görebilmek için telefonlarıyla video çektiler. Çok komik şeyler çıktı. Düşünsene insanlar vapura biniyor, sonra birden ben “Yanarım”ı söylemeye başlıyorum. İnsanlar “Biz bu sesi bir yerden tanıyoruz, o mu acaba” diye yanıma gelip izlemeye başladı. Bir sonraki turda ben bu sefer kaptan köşkünde bekledim. İnsanlar vapurdan inmek için hazırlanırken aşağı inip şarkı söylemeye başladım. Yine herkes çok şaşırdı. Şarkı arasında "Pamuk eller cebe" esprisini bile yaptım. Para kutusu durmadan doldu. Hatta müzisyenler az gözüksün diye sürekli boşalttı. Çok komikti.
- Videoda sen yolcuların arasından çıkıp geliyordun. Kimse fark etmedi mi?
Evet. O ilkiydi. Yolcuların arasından çıktım. İnsanlar şarkı söyleyeceğimi tahmin etmedi. Zaten sonra da her şeyi denedik. Bir süre sonra bazı genç öğrenciler vapurdan inmemeye başladı. Benimle birlikte birkaç kez gidip gelenler oldu.
- Nasıl keyif aldın kim bilir...
Anlatamam. İnanılmazdı. Sonra eve geldim ve yorumları okudum. Bu kadar büyük haber olmasına çok şaşırdım. Halbuki aslında müziğin amacı tam da bu. Müzik paylaşmaktır. Yeri ve zamanı yoktur ki. Müzik uhu gibi birleştirir. O gün insanların o kısacık yolculukta müzikle nasıl yüzleri güldü, iyi hissettiler gördüm.
- O kadar güzel bir iş yaptın ve maalesef insanlar buna kurgu dedi. Üzüldün mü?
Para aldı bile dediler. Oysa ki tam tersi para verdik. Hiç reklam gördünüz mü o videoda? Bunun gibi başka projeler de yapacağım. Bu ülkenin çok yetenekli sokak müzisyenleri var. Vapur dışında başka yerlerde de böyle şeyler yapıp sonunda da bunu sokak müzisyenleri festivaline dönüştürmek istiyorum. Keşke bunu dünyadaki sokak müzisyenleriyle de yapabilsem. Vapur performansımızı kısa bir belgesel yaptık ama inan eleştirilerden sonra korkudan daha internete koyamadım. Bir de “Kandırıldık, kurgu” dediler. Bu ne kadar iyi niyetsiz bir yaklaşım. Ben niye böyle bir şey yapayım. Aklımın ucundan geçmez böyle bir şey.
- Biz toplum olarak takdir etmeye pek alışık değiliz. Bu seni yıldırıyor mu?
Çok zor. Eminim bu seni de yıldırıyordur. Her gün yeniden kendini motive etmek için gerekçelerin olması lazım. Kendi yakıtımızı içimizde buluyoruz. Bu benim anne genimden geliyor. Eminim. İçimdeki yakıt hiç bitmiyor ve bitmeyecek.
- Sezen Aksu’nun yeni albümünü nasıl buldun?
Şarkılar çok güzel. Özlemini hissettiğimiz 90’lar gibi. Sezen’e de söyledim. Keşke Onno Tunç, Attila Özdemiroğlu gibi şarkılara klasikleşecek derinliği ve bilgiyi katabilecek müzisyenler olsaydı. Yozlaşmış, içi boşalmış sözleri ve iki-üç akorla biten şarkıların üretildiği pop dünyasında pop sanatçısı olarak anılmaktan rahatsızlık duymaya başladım.
- Albümün piyasaya çıkmadan ilk kime dinletirsin?
Sezen’e dinletirim. Her zaman en dürüst yorumu o yapar. Nil’e ve abime de dinletirim. Emre’nin çok derin bir müzik bilgisi var. Bir de evde bize emeğini veren Fatma’ya ve şoförümüz Serdar Bey’e.
- Bir kitap yazıyorsun... Nasıl karar verdin?
Nil (Karaibrahimgil) bana bir gün “ Zorlu bir hastalık geçirdin, o süreçlerden nerelere geldin, neden bunu insanlara anlatmıyorsun" dedi. Eve geldim “Nil doğru söylüyor” dedim. Ben dersimi çalışırım. Başladım araştırmaya. Nasıl yazacağımla ilgili araştırmalar yaptım. Günümüzde yazmanın birçok şekli var. Sonra kendim denemeye karar verdim. Çünkü bu benim hayatım. Röportaj versem veya birileriyle birlikte çalışsam benim anlattığım gibi olmayacaktı. Birkaç sayfa yazdım ve güvendiğim insanlara yolladım. Onlar beğenince motive oldum ve başladım yazmaya.
- Ne üzerine yazıyorsun?
Önce nasıl besleniyorum, ne yiyorum, ne içiyorum, nasıl spor yapıyorum, cildime nasıl bakıyorum gibi şeyler üzerine yazmaya başladım. Sonra yazdıkça asıl şu sorunun cevabını aramaya başladım: “Ben bunları niye yapıyorum?” Çünkü ölüyordum ve çok korkmuştum. İşte bu yüzden kitabın başlangıç noktası 11 yaşında kolit hastalığına yakalanıp tuvalette bağırsağımın kanadığını gördüğüm gün oldu. Tabii iş büyüdü ve derinleşti şu an. Geçmişe dönüp bütün eski duyguları yeniden yaşayınca bazı geceler uyumak zor oluyor. Kitap hem nasıl iyi yaşlanılır hem de anılarımdan bahsediyor olacak.
- Kaç sene bu hastalıkla uğraştın?
19 yıl. Aslında “Sakin Ol” ve “Lâl” albümleri zamanı sürekli hastanelerdeydim. Daha önce yani amatörken bir grubum vardı ve şarkı söylüyordum. O zamanlar konser verirken karnıma ağrılar girerdi. Şarkı aralarında ilk iş olarak tuvalete koşardım. Sürekli kanamam olurdu. Yıllarca sürdü bu.
- 90’ları müzikal anlamda özledin mi?
Evet. O ruhu bulmak, dünyada üretilen müzikler için bile zor artık. İnsanlar artık müziği dinlemiyor, seyrediyor. Dünya elimizdeki telefonlardan başka bir şey değil. Telefon ekranının içindeki videolarla yaşıyoruz. Bunu kabul etmemiz lazım. Bu çağın gerçeklerini kabul edip güzel şeyler üretmeliyiz. Grammy’de Beyonce’nin performansını izlemişsindir. Dünyada sahne performansı o kadar mükemmel bir noktada ki...
- Ama sen bu zamana kadar hep yenilik peşinde koştun ve dünya çapında işler yaptın…
Ben yeni kelimesine çok tutkunum. Belki de ondan. Bende, bu topraklardan bir şey olmaz kompleksi yok. Buna katılmıyorum. O duvarlar sadece kafamızda. Bence olur. Sadece zorlukları var. Olmuyorsa insanlar arkanda durmadığı için olmuyor. Bir fabrika olur, sen üretirsin ve o fabrika seni dünyaya pazarlar. Bu bir endüstri. Türkiye’de bu fabrika yok. Ben ne yapabilirim diye düşünürken bavulumu alıp Amerika’ya gittim. Ama dünyada kimse iplemiyor. “Çok iyisin, çok yeteneklisin” diyorlar. “O zaman birlikte çalışalım” dediğinde “Arkanda bir menajer ve şirket var mı” diyorlar. Çünkü ekonomik olarak kimse seni komple taşımak istemiyor. Birilerinin seni itmesi lazım.
- Sen bu kadar güçlü sesinle bunları söylüyorsun…
Evet. Çünkü yeteneğin yetmiyor. Bu dünyadaki birçok sanatçı için de geçerli. Birilerinin seni desteklemesi lazım. Bana yurtdışında “Gel üniversitemizde bize workshop’lar yap” bile dediler. Ama bu cümleden bir dünya starı çıkmıyor.
- Amerika’da ne kadar yaşadın?
Git-gel yaparak beş yıl. Üç yıl New York’ta iki yıl da Chicago’da kaldım. Chicago’da Elif Şafak’ın “Aşk” kitabının müzikalini yazıyorduk. Sonra projelerin içinde birtakım sorunlar oldu ve yarım kaldı. Ama ben çok şey öğrendim. Northwestern Üniversitesi’nin içinde bulunan müzikal bölümünün hocalarıyla, sahne yönetmenleriyle ve öğrencileriyle çalıştım. Muhteşem bir deneyimdi. Mesela Amerika’da 27 günde 22 şehir gezim. Sabah saat altı-yedi arası ABC gibi büyük televizyon kanallarında yayınlanan Good Morning Amerika isimli sabah programlarında canlı şarkılar söyledim. Hatta bir programın sunucusu o kadar şaşırmıştı ki İstanbul’dan geldiğimi duyunca bana dönüp “Sabahın altısında burada ne işin var” demişti.
- Biz bunları biliyor muyuz?
Bilmiyorsunuz. Çünkü anlatmayı çok sevmem. Kendi hayalimin peşinde koşan kendi kendine debelenen biriyim. Keşke bir müzik endüstrisi olsa da burada üretilen müziği dünyaya ulaştırabilse.
- Bu sene neler yapmak istiyorsun?
25. yılımı farklı projelerle kutlamak istiyorum. Mart ayında “Sertab’ın oda müziği” konserlerini yapacağım. Sadece yaylı ve piyano için yeniden düzenlenmiş 22 şarkılık konserler dizisi. Best of albümü, kitap, Youtube kanalım için özel filmler ve yılın sonuna doğru da bir müzikal yapmak var aklıma.
- Hayatında en çok kime güvenirsin?
İki isim söyleyeceğim. Eşim Emre ve abim.
- Şimdi nasıl yenilikler var hayatında?
Benim solist olduğum içinde Emre’nin de olduğu bir grubun üyesi oldum. Diğer müzisyenler yıllardır benim sahnede birlikte çalıştığım arkadaşlarım. Adı şu anda Mass-Luck. Çünkü stüdyomuz Maslak’ta. Belki adı daha sonra değişir. İki gün önce yeni bir şarkı yazdık. Garaj orkestrası gibi takılıyoruz orada. Şarkılar yazıyoruz birlikte. Geçen yıl Grammy’ye aday bir yapımcı bulduk: Joe Hamilton. Haziran’da Brooklyn’e gidip kayıt yapacağız. EP çıkaracağız önce. Sonra ne olacak bilmiyorum. Emre’yle birlikte Kala adında bir şirket kurduk. Bundan sonra bütün albümlerim ve kitabım oradan çıkacak. Emre’nin albümü de Kala’dan çıkacak. Bu yıl 25. yılımı birçok şey üreterek kutlamak istiyorum. Mesela çok fazla tanınmamış ama muhteşem sesli genç müzisyenlerle birlikte müzik yapma niyetim var. Geçen hafta Ekin Beril ile bir şarkımı düet yaptık. Şu an Youtube kanalımda izleyebilirsiniz. O kadar mutlu oldum ki onu tanıdığıma. Asım Can Gündüz’ün oğlu Evrencan Gündüz ile tanıştım. Bu ülkede böyle yetenekler var mı ya dedirten müzisyenlerden. Umarım birlikte bir şeyler yaparız. Sena Şener ilk albümünü yaptı. Sena’nın sesini çok beğeniyorum. Onunla da şarkı söylemek çok güzel olabilir. Umarım yollarımız bir gün kesişir. Daha listemde başka isimler de var.
- Peki bunları yaparken para kazanabiliyor musun? Eminim aklında para kazanmak yoktur.
Yok gerçekten. İnsanlar beni zengin zannediyor. Buna çok gülüyorum. Bir tek Bodrum’da evim var. Bütün kazandığımı müziğe ve kendime yatırdım. Bundan da çok memnunum. Birçok insan gayrimenkule yatırır parasını. Ama ben hiç anlamam öyle işlerden. Yapınca da batıyorum zaten. Olmuyor.
- Çok sağlıklı besleniyorsun ve kendine çok iyi bakıyorsun…
Ameliyatlardan sonra “Değişmek zorundayım, bu kafayla gidersem bu sefer başka bir organımı daha kaybedebilirim” dedim. Değişim süreci zorluydu. Sağlığın değerini bilen biri olarak kendime iyi bakıyorum. Beslenmeme dikkat ediyorum. Çok kez ölümle burun buruna geldim. Bedenimiz dışında sahip olduğumuz başka hiçbir şey yok hayatta.
- Anne olmaman bir seçim miydi yoksa 19 yıllık tedavinin bedeli miydi?
Hastalığın bir bedeli vardı. Bana yapılan İleostomi denilen bir ameliyat. Ben ölmek üzeri gitmiştim artık hastaneye. Ve o yüzden 3 ameliyat olmam gerekti. Önce bağırsağımı atıp ince bağırsağımı dışarı çıkardılar. Bir torbayla vücuduma bağladılar. 1 yıl bağırsağım dışarıda yaşadım. Ben o sırada albüm yapmıştım ve o halde sahneye çıkıyordum. Bir ara belki hatırlarsın belden aşağısı kabarık elbiseler giymeye başlamıştım. İşte nedeni oydu. Torbadan dolayı dar bir şey giyemiyordum. Torbayla uyandığım ameliyatın ertesi günü yaşadığım şoku unutamam.
- Neden?
Bağırsağımın torbaya konacağını bilmiyordum. Beni kurtarmak için doktorlar karar verip hemen ameliyata aldılar. Sonra bir başka ameliyat daha oldum. Üçüncü ameliyatta torbayı içe aldılar. Burundan beslendim, sonra da 15 gün boyunca meyveli buz yedim. Doktor dedi ki “Hamilelik döneminde bağırsağın ne şekil alacağı riskli olabilir. Ola ki hamile kalırsan mutlaka Amerika’ya geleceksin ve bu konuda uzman biri doğumunu yapacak”. Sezaryenden başka bir doğum olamıyordu. Çocuk sahibi olmam için uğraşmam, bir operasyon daha geçirmem gerekti. Ama bir ameliyatı daha kaldıramayacağım dedim.
- Bu hastalıkla tamamen vedalaştın mı?
Evet. Kalınbağırsağım alındı. İncebağırsaktan bir tane rezervuar yaptılar. Şimdi onunla yaşıyorum.
- Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul’un beyin ve bağırsak arasındaki ilişkiyi anlatan kitabını okudum. İlginç şeyler anlatıyor.
Ben de çok şey araştırdım. Bağırsak ikinci beynimiz. Bağırsaklar duygu bankası. Her şeyi kaydediyor ve hatta beyne emir veriyor. Zararlı bir besini ağzına aldığın anda bağırsak bunun zararlı olduğunu tükürük salgısından anlıyor. Hemen o zararlı besini vücuttan atmak için ne gerekiyorsa yapıyor.
- Aşka olan bakışın yıllar içinde değişti mi?
Aşk bir körleşme. Kadın ve erkek beyninin bilimsel tarafını okudum. Bir kimya bu aşk. Spesifik hormonlar var bunun için çalışan. Ne kadar çok sarılırsan, sevişirsen, o hormonu salgılıyorsun. Ve o hormon sana senin görmek istediğini gösteriyor. Büyü gibi. Aşk dediğin, kimyadan başka bir şey değil. Biz ona haliyle birçok duygusal anlam yüklüyoruz. Güzel olan tarafı da bu. Ama o hormonlar bir süre sonra o dozda kalmıyor. O dozlar azaldıkça gerçeği görmeye başlıyorsun. Karşındaki insanın senin görmek istediği halini değil de onun gerçeğine hâlâ aşık kalabiliyorsan, o zaman ilişkini yürütebiliyorsun.
- Ben bunu sevgiye geçiş köprüsü olarak görüyorum.
Doğru söylüyorsun. Ama amaç aslında uzatmak mı yoksa yan yana durduğunda mutlu olabilmek mi? Benim aşka bakışım bu noktada değişti. İstediğin kadar sev istediğin kadar yan yana durmanın sende yarattığı resme mutlu ol. Ama belki de acı çekiyorsun. Buna rağmen durmayı seçiyorsun ya. İşte onu yapmamak lazım. Ben bunu öğrendim. Çok sevebiliriz ama yan yana durmak zorunda olmayabiliriz.
- Kaçış noktan var mı?
Yalnızlık çok güzel bir şey ve insanı büyütüyor. O yüzden kaçış noktalarım yalnız olduğum zamanlar…
- Evliyken yalnız kalmak zor olmuyor mu?
Biz Emre’yle çok güzel bir şey kurduk. Maslak’ta bir stüdyo var. Orası Emre’nin şatosu. İnsanların evli olsalar bile kendilerine vakit ayırmaları gerekli. Hep yan yana olmak iyi bir şey değil. Alışıyorsun ve aslında kendini hiçbir şeye alıştırmaman gerek. İlişkilerde çiftlerin birbirlerine bırakacakları zamanlar ilişkiyi derinleştiriyor.