İş kazasında elini kaybeden Mustafa Alkurt malulen emekli olmak için gittiği devlet kurumundan yeterli rapor verilmedi. Tek elle iş bulamadığını belirten Alkurt iş için gittiği yerlerde çalışmazsın cevabını aldığını söylüyor. Alkurt, "Bazen diyorum ki yatsam da bi’daha kalkmasam, yüksek bir binadan atsam ya da kendimi yaksam... Çocuklarım var, üç kızım evli, onlardan utanıyorum" şeklinde konuştu.
Evrensel'in haberine göre, İş kazasında elini kaybeden Mustafa'ya malulen emeklilik için gittiği devlet kurumu 'çalışabilirsin', iş için gittiği kurumlar 'işe yaramazsın' diyor…
Tanıyanların ve görenlerin ‘Taşı sıksa suyunu çıkarır’ dediği, neredeyse 2 metre boyunda, babayiğit, dev gibi bir adamın hikayesi bu. 36 yıl çalışmış, 28 yıl sigorta primi ödemiş, sonra emekliliğine üç yıl kala iş kazasında bir elini kaybedince, kendi deyimiyle ‘Artık üstünü bile kendi giyemeyen, yarım adam’ Mustafa’nın hikayesi bu.
Malulen emeklilik için gittiği devlet kurumunda yeterli rapor verilmeyip ‘Çalışabilirsin’ denilen, iş için gittiği devlet kapılarında ise ‘Tek elinle çalışamazsın’, ‘İşe yaramazsın’ denilip savuşturulan, tüm kapıların yüzüne kapandığı İşçi Mustafa’nın hikayesi bu.
12 saat çalışıp eve döndükten sonra bile çocuklarını sırtında gezdiren, eşinin deyimiyle ‘pamuk gibi, melek gibi’ bir adamken, şimdi ise çocukların yanına yaklaşmaya ve ses çıkarmaya bile korktuğu, eline ne geçerse fırlatan, bağırıp çağıran, barut gibi duran Mustafa’nın hikayesi bu.
İntihar etmeyi geçirmiş kaç kez aklından, kendini yakmayı da düşünmüş. Kendini yakmak için, en az Meclisin önünde kendini yakan işçi kadar sebebi olan, ama henüz kendini yakmamış; “Sesimizi duysunlar, halimizi görsünler diye illa kendimizi yakmamız mı lazım, ölmemiz mi lazım?” diyen İşçi Mustafa’nın hikayesi bu.
47 yaşında olan Mustafa Alkurt, 36 yıl işçilik yapmış. İlkokul 3. sınıftan doğru fabrikaya, işçi sınıfına geçiş yapmış. 36 yılın en az 33 yılında günde 12 saat çalışmış. Ve çoğu zaman pazar tatili bile yapmadan...
Tekstil işçisi olan Alkurt, 2016’nın nisan ayında son çalıştığı işyeri olan Özmen İplik adlı fabrikada henüz bir haftalık işçiyken elini tarak makinesine kaptırmış. Sol elinin bütün parmaklarını kaybetmiş. Makine eskiymiş ve hiç bir güvenlik önlemi de yokmuş. Sigortası olmadığı için geriye dönük sigorta yapmışlar. Hastanede 67 gün yatmış. Tam 12 operasyon geçirmiş. Ve şu an “Elim hiç bir işe yaramıyor. Temizliğimi ve üzerimi giyinmeyi eşimin yardımıyla yapabiliyorum. Lavabodan çıktıktan sonra pantolonumu bile kendim giyemiyorum” diye açıklıyor durumunu.
Hastaneden çıkana kadar ilgilenmiş patron. Özmen İplik’in patronları Bülent ve Haluk Özmen kardeşler, “Şikayetçi olma biz sana bakacağız’’ demişler. Sonra ne aramış ne de sormuşlar. Daha sonra fabrikanın iflas gösterdiğini, sonra da icra yoluyla satıldığını öğrenmiş. Dava açmış işyerine ama patronlar yok ortada. Tebligatlar ulaşmıyor, adreslerinde bulunamıyorlar. En son aldığı duyuma göre yurt dışına kaçmışlar. Fabrikada çalışan 30’u Suriyeli, 45 işçinin hiç biri hakkını alamamış.
“Ben kanadı kırık bir kuş gibiyim, bir kanadı olmayan kuş uçamaz. Benim de bir elim yok. Bir eli olmayan işçi çalışamaz. Kimse bana iş vermiyor. 2 çocuk, bir de eşim dört kişiyiz. Bize sahip çıkan kimse yok. Yüzde 32 rapor veriyorlar. Malulen emekli olabilmem için yüzde 60 olması gerekiyormuş. Ne iş veriyorlar ne rapor verip emekli ediyorlar. Ne yapacağımı bilmiyorum. Emekli olabilmem ve ailemin rahat edebilmesi için illa ölmem mi gerekli?” diyerek çaresizliğini dile getiren Alkurt’un, Antep’te neredeyse başvurmadığı, kapısını çalmadığı resmi kurum kalmamış. İŞKUR, SGK, vergi dairesi, üç ayrı devlet hastanesi, AKP milletvekilleri, belediye başkanları... Hepsinden de eli boş dönmüş.
Şu anda, 657 TL engelli maaşı ve Şahinbey Belediyesinin verdiği 200 TL’lik gıda yardımı dışında hiç bir geliri ve aldığı hiç bir yardım olmayan Alkurt şunları söylüyor: “Madem rapor vermiyorsunuz, emekli olamıyorum, çalışayım o zaman dedim. En son Büyükşehir Belediyesine başvurdum. Onlar da ‘Bir elin yok, sana iş veremeyiz’ dediler. Bir elimle ne yapabilirsem o işi versinler diyorum, yok! 28 yıllık sigortam, 5950 gün primim var. Ne rapor veriyorlar ne iş. Bu bana reva mı? Koca Türkiye bir Mustafa’yı geçindiremeyecek durumda mı?”
İşsiz kalıp borçlarını ödeyemediği için Meclisin önünde kendini yakan işçiyi hatırlatarak, o işçinin durumunu çok iyi anladığını, kendisinin de 12 bin lira borcu olduğunu söyleyen Alkurt, bazen kendisinin de intihar etmeyi düşündüğünü belirtiyor. “Bazen diyorum ki yatsam da bi’daha kalkmasam, yüksek bir binadan atsam ya da kendimi yaksam... Çocuklarım var, üç kızım evli, onlardan utanıyorum. Çocuklarımın başına kalkarlar sonra, babaları kendini yakmış diye. Ben canımdan vazgeçmişim. Tek isteğim ailemin huzurlu bir yaşam geçirmesi. Çalışabilecek durumdaysam iş versinler, çalışamayacak durumdaysam emekli etsinler. Ama ikisini de yapmıyorlar.”
Kimseden sadaka istemediğini, 36 yıl çalışıp, 28 yıl sigorta primi ödediğini hatırlatan Alkurt, mağduriyetinin bir an önce giderilmesini istiyor ve sözlerine şunları ekliyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Benim halkım birinci sınıf vatandaştır’ diyor. Ben kendimi hiç öyle göremiyorum. Bunca yıllık emeğin karşılığı bu mu? Üstelik ben 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanımız meydana çağırınca yaralı elimle meydana gittim. Yerlere düştüm. Çalışıp ülkeyi kalkındıran biziz. Karşılığı bu mu? Bu devlet için işçinin değeri bu mu? Ben devletten işçisine sahip çıkmasını istiyorum.”
Çocuk yaştan beri yaşadıklarını “hayatımı anlatsam destan olur” diyor İşçi Mustafa,“Hayatımı Antep’te geçirdim. İlkokul 3’ten sonra fabrikaya girdim. Fabrikalarda tozun içinde çalıştım. 1988 de SSK’li oldum. 1990’da askere gittim. Askerden sonra fabrika hayatım devam etti. Zaman zaman iş olmazdı. Aylarca gezdiğim oldu. Çocuklarım ekmeğe muhtaç oldu. Dört kızım bir oğlum var. Kızlarımın 3’ü evli. 36 yılın son 3 senesi hariç hep 12 saat çalıştım köle gibi. 8 saate döndüğüm zaman küçük çocuklar gibi sevindim, çocuklarımla ilgilenebiliyorum diye. Emekliliğime üç buçuk yıl kalmış, tam rahat edeceğim derken bu iş kazası beni birdenbire çökertti. Şu an kimseyi görmek istemiyorum. İnsan kendi ailesinden nefret eder mi ? Elbise, ayakkabı istiyorlar alamıyorum. Geçen psikiyatra gittim. Çocuklarımı görmek istemiyorum. Bir ses ettikleri zaman çıldırıyorum, onlara bardak atıyorum, televizyonun sesine tahammül edemiyorum. Önce böyle değildim. 12 saat çalışsam bile onları sırtımda gezdirirdim, onlarla güreşirdim.”
Tam bu durumun psikolojisini nasıl bozduğundan bahsederken, Mustafa Alkurt’un eşi Cennet giriyor söze. “Önceden iyi adamdı. Şimdi iyi değil. Benim de huzurumu bozuyor. Çocuklarla tartışınca benim de psikolojim bozuluyor. Önceden gezerdik, ağzımızın tadı vardı. Şimdi kendisinin canı sıkkın olunca bana da çocuklara da yansıtıyor. Çocuklar da genç, bazen cevap veriyorlar. Ben de cevap veriyorum, cevap vermek istemiyorum ama ben de bir can taşıyorum. Kendisinin durumunu da anlıyorum. Sinirini benden çıkartmaması lazım. (14 yaşandaki kızını göstererek) Bu kızı da evlendireceğim çünkü sürekli tartışıyor. Eli gittikten sonra böyle oldu işte. Evdeki huzurumuz da gitti. Bazen terk edesim geliyor. Ama kendisi ve çocuklar için duruyorum. Terk etsem ‘Bak bu hale geldi terk etti, çalışırken iyiydi şimdi kötü oldu’ diyecekler. Halbuki ikimizin de suçu yok. Kendisi de, ben de biraz anlayışlı olsam iyi olur her şey.”
İki senedir fitre veren insanların yardımlarıyla yaşadıklarını ve bu durumun çok ağrına gittiğini söyleyen Mustafa Alkurt devam ediyor anlatmaya: “Kimsenin yanına gitmiyorum, kimseyi görmek istemiyorum. Çünkü param yok. Kendi kendime konuşuyorum sürekli. Hastanedeki adama ne diyeceğimi düşünüp konuşuyorum. Bazen hayal kuruyorum. Emekli olursam ufak bir ilçeye gideceğim. Büyük şehir beni sıkıyor. Sürekli evde oturuyorum. Haftada bir gün çıkıyorum dışarı. Torunum geliyor, elime bakıyor ‘Elini cam mı kesti, elin yara bana dokunma’ diyor. Önceden en ağır yükleri kaldırırken şimdi torunumu bile taşıyamıyorum. Torunum elin iyileşti mi diye soruyor, tekrar çıkacak zannediyor. Geçen yolda kendi kendime konuşurken, yanımdan geçen bir kadınla erkek bana ‘Sen ne diyorsun’ dediler. Halbuki kendi kendimle konuşuyordum. İçimde fırtınalar kopuyor. Birileriyle tartışıyorum. Kadın, ‘Bana bir şey mi dedin’ dedi ? ‘Yok abla bir şey demedim’ dedim. Eşi bana ‘Çek git!’ dedi. Adama bir şey diyemedim. Tek elim var çünkü. Kavga edemem. Zaten kimseyle kavga etmek istemiyorum. Ama içimdeki kavgayı bitiremiyorum.”