Aksu Bora*
Sevgili Şirin, Hastalığını duyduğumda “eyvah” demiştim, muhtemel yokluğunun nasıl büyük bir boşluk olacağını tahmin ederek. Eyvah.
Kimbilir kaç kuşak kadın için (ve benim için de) feminizmin ilk adıydın. Yaşın hepimizden büyük olduğu için değil, aslına bakarsan, genç bir kadındın sen. İsminin düşündüreceği kadar genç. Kabuk bağlamadığın için mi böyleydin? Galiba. Seni “duayen feminist” olarak düşünemiyorum, şaşırırdın böyle bir adlandırmaya samimiyetle. Kırılgandın ve şaşırabiliyordun. Hâlâ.
Ne çok şey kurdun ve kurduğun hiçbir şeyin “annesi” olmadın. Ne güzel. İnsanlarla da şeylerle de başka tür ilişkilenirdin. Sahip çıkarak değil de sorumlulukla. Varlığın, bu ikisi arasındaki farkı unutmamamızı sağlıyordu. Kurduğun, bağlandığın, önemsediğin hiçbir şeyin sahibi değildin. Onlara sorumluydun ve ben sorumluluk duygusu senin kadar gelişmiş pek az insan tanıdım.
Doktora tezimle cebelleşirken yazdığın uzun bir mesajı hatırlıyorum mesela, bilgine ve düşünme sistematiğine hayran kaldığımı. Senin istediğin hayranlık değildi, hemen anladım; çalışmanın selametiyle ilgiliydin basitçe. Ve bu nasıl hafifletici, ne harika bir şeydi.
Germaine Tillion öldüğünde Amargi’de onu anmamızı istemiştin. Nezaketle tabii ama başka bir şey daha vardı. Bize değil, bizimle birlikte Dergi'ye baktın. Ağırlığını hiç hissettirmeden yanımızda durdun. Bak, yine hafiflik…
Oradaydın, orada olduğunu bilmek çok iyiydi. Şimdi işte, feminizmin ilk adı gitmiş gibi.