Kadına şiddet davalarında avukatlığı üstlenenler genellikle yine kadınlardan çıkıyor. Kadın avukatlar hemcinslerine yaptıkları bu yardım nedeniyle aynı saldırıların hedefi haline geliyor. Kadını erkeklerden koruyamayan devlet, avukatı da koruyamıyor.
Cumhuriyet gazetesinden Emel Armutçu, erkek şiddeti mağduru kadınları savunan avukatların maruz kaldığı şiddeti yazdı.
Emel Armutçu’nun Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (21 Haziran 2015) nüshasında “Kadını savunmak yürek ister” başlığıyla yayımlanan haberi şöyle:
Özgecan Aslan’ı vahşi bir şekilde katletmek suçundan yargılanan Suphi Altındöken’in eşinin boşanma davasını üstlenen avukat Ebru Çatıkkaş, "Sonun Özgecan gibi olur!” diye tehdit edilince Türkiye’nin gözünde bir perde daha aralandı: Kadına yönelik şiddet davalarında, tehdit altında olan, –eğer hâlâ yaşıyorsa- sadece davacı değildi. Onları savunan avukat kadınlardı da aynı zamanda. Bu konuda yaptığımız hızlı bir araştırma bile, kadın avukatlara sayısız tehdit, hakaret, saldırı olayına ulaştırdı bizi. Üstelik tıpkı şiddet mağduru kadınlar gibi, avukatlatı da koruma altında değildi.
Kadına şiddet davalarında avukatlığı üstlenenler, genellikle yine kadınlar. Ya şiddet mağduru kadınlar daha çok kadın avukata güvendiğinden, ya bu davalarla daha çok kadınlar ilgilendiğinden ya da ikisi birden! Pek çok kadın örgütü, hemcinslerine psikolojik ve hukuki destek sağlayan birimlere sahip uzun yıllardır. Başka çareleri mi var; hangi devlet kurumu bu konudaki görevini tam anlamıyla yapıyor ki!
Onlar da bir yandan herkesin kendi görevini yapması için politikalar üretirken, bir yandan da güçleri yettiğince kadın mağdurların davaları için koşturuyorlar. İşte bu yazının konusu tam da bu noktada ortaya çıkıyor; bunu yaptıklarında, onlar da bizzat saldırganın hedefi haline geliyorlar. Ve sistem bu konuda eşitliği bozmuyor: Vatandaşı olan kadını, evinde, işyerinde, sokakta erkeklerden koruyamayan erkek devlet, mahkeme salonunda ya da koridorunda da kadın avukatını korumuyor. Yani kadına yönelik suçlarla ilgili davalarda söz savunmadaysa, şiddet de savunmaya!
Olaylar şöyle gelişiyor: Genelde erkek olan savcılar, yüzde 99,5 erkek olan saldırgan hakkında mütalaa veriyor ve pek olmuyor ya, diyelim ki yüksek bir ceza istiyor, ardından yine genelde erkek olan hakim cezayı kesiyor. Onlara “sayın”lı, “efendim”li cümlelerle saygıda kusur etmeyen sanık, karar verilir verilmez genellikle gözünü kadın avukata dikiyor. O sırada savcılar ve hakimler kendilerine özel kapıdan mahkeme salonunu terk ediyor. Devlet işini bitirmenin huzuruyla cübbesini alıp dava mahalinden ayrıldığında, kadın avukat saldırganla baş başa kalıyor. Çünkü bu saldırganlar genelde tutuklu da olmuyorlar!Selin Nakıpoğlu bu anları çok yaşamış avukatlardan biri. Kaç duruşmadan sonra kaleme sığınıp saldırgan gidene kadar beklediğini hatırlayamıyor. “Hapisten çıkınca politibana ne yapacağını bilmediğim beş kişi var şu anda” diyor: “Karardan sonra sanıkla aynı koridora çıkıyoruz. Oysa biz de tıpkı hakim ve savcılar gibi kamu görevi yapıyoruz. Bu ayrımcılık avukatları çok riske sokuyor.”
Gerçi tutuklu olsalar da bir şey fark etmiyor, götürülürken bile bağırıp tehdit eden, “Seni bulacağım” diye avukatın adını defalarca haykıranlar çok oluyor. “Biz daha çok mağduru düşünüyoruz, kaçırıp taksiye bindiriyoruz filan. Ama o arada biz de sanıkla aynı yerde olduğumuzu unutuyoruz” diye devam eden Nakıpoğlu, sayısız küfür, hakaret işitmiş de “Seni Kavacık ormanına götüreceğim, şunu yapacağım, bunu yapacağım” diyen sanığı unutamıyor. Bir de dava çıkışında, meslektaşını saçından tuttuğu gibi merdiven boşluğuna sürükleyen saldırganı…
O avukat Serap Kaya. 10 yıl devam eden davasında, kızına defalarca tecavüzden yargılanan babanın 18 yıl aldığını duyunca, bunun tek sorumlusu olarak kendisini gördüğünü düşünüyor. Yine de böyle bir saldırıyı hesap edemiyor; koridorda zabıtları incelerken saçından yakalayan, küfür ve hakaretler eşliğinde merdivenlere doğru çeken saldırganı, çığlıkları üzerine polislerin zorla durdurabildiğini anlatıyor. Bu deneyimden sonra daha dikkatli olmaya başlamış. Başka bir dosyada karısına tehdit, hakaret ve yaralamadan yargılanan adam hakkında “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kararının iki kez üst üste verildiğini tespit edince itiraz etmiş, dolayısıyla karar bozulmuş. İşte adamın yedi ay ceza aldığını duyduğu an kendisine yönelen öfke dolu bakışları… Hakimlerin kullandığı ve kalemlere açılan kapıdan süzülüp bir süre kalemde beklediğini anlatıyor. Yani “daha dikkatli olmak” denince, yanlış anlaşılmasın, söz konusu çözümler tamamen bireysel. Ki her adliyede böyle kapılar yok! Selin Nakıpoğlu da böyle riskli bir karar duruşması olduğunda birbirleriyle mesajlaştıklarını, “Koridorda olun” diye destek istediklerini anlatıyor.
Avukat Hülya Gülbahar da kadına karşı işlenen fiziksel şiddet, cinayet, cinsel saldırı ya da gelirine el koyma, nafakasız bırakma gibi ekonomik şiddet davalarında yargı sisteminin, kendini sanık erkekle özdeşleştirdiğini söylüyor. Ve saldırganla el ele, sadece şikayetçi kadını değil onun yanında duranları ve hukukçuları da sindirmeye çalıştığını belirtiyor.
Yıllar önce, sokakta bir şiddet olayına müdahale eden avukat Ayşegül Kaya’nın hastanelik olduğunu hatırlatan Gülbahar, Ankara’da bir kadın cinayeti davasından söz ediyor sonra. Sanığın davayı takip eden kadın avukatlara ve kadın örgütü temsilcilerine dönerek eliyle silah işareti yaptığını ve “Sıra sizde” dediğini anlatıyor. Tabii hemen suç duyurusunda bulunuyor avukatlar, sonuç ne oluyor dersiniz? Mahkeme bu sanığa iyi hal indirimi veriyor!
Bu yaklaşımın en önemli örneklerinden birinin Nevin Yıldırım davası olduğunu söyleyen Gülbahar, “Kadınları ve kadın avukatları adliyeye bile sokmadılar, dışarıda tartakladılar. Duruşmalar alenidir, kimsenin girmesini engelleyemezsiniz. Üstelik onlar savunmayı, avukatları da almadılar, benim bildiğim ilk kez böyle bir şey oldu. Bu sadece erkek saldırganların değil yargı sisteminin de istisnalar bir yana ana gövde olarak feminist hukukçulara ve kadın örgütlerine sistematik bir sindirme politikası uyguladığını gösteriyor” diyor.
Evet avukatlar tehdidin, hakaretin nasıl suçlar olduğunu, cezalandırılması için gerekli hukuki yolları biliyor ama bilmeleri, şiddetten korunabilmek için tek başına yeterli değil. İnsanların adliyede de öldürülebildiği bir ülke Türkiye. O yüzden, üstlendikleri kamu görevi nedeniyle yaşadıkları riskleri ortadan kaldıracak mekanizmalar geliştirilmesi gerekiyor.
Selin Nakıpoğlu yargının olmazsa olmaz üç ayağı arasındaki eşitsizliğe dikkat çekiyor: “Hakim ya da savcılara böyle bir girişim olduğunda ağır ceza, avukatlara olduğunda basit yaralama olarak ele alınıyor. Mutlaka avukatların da kamu görevi yaptığı gerçeğinden hareket eden bir düzenleme yapılmalı.” Hülya Gülbahar’ın çözüm önerisi de çok net: “Artık tüm kamuoyunun da fark ve isyan ettiği yargıdaki bu cinsiyetçilikler yeni meclisin ilk çalışma konusu olmalı.”
Özgecan'ı katleden cani Suphi Altındöken'in neler yapabildiğini artık bütün Türkiye biliyor. Daha önce kendisine de şiddet uyguladığı gerekçesiyle şikayetçi olduğu bilinen 24 yaşındaki eşi Neslihan Altındöken şimdi ondan boşanmak, soyadından kurtulmak için Adana Barosu Kadın Hakları Komisyonu'na başvurdu. Yanında eşinin kendisine şiddet uyguladığını kanıtlayan evraklar vardı.
Davayı üstlenen komisyon başkanı Avukat Ebru Çatıkkaş, adını bile söylemek istemediği davalıyla boşanma protokolünü görüşmek üzere cezaevine gitti ancak sanık görüşmeyi reddetti. Çatıkkaş’ın ev telefonu birkaç gün sonra gece 23.00 sıralarında çaldı. “Avukat sen misin?” diye soran ses, “Kimsenin yuvasını yıkamayacaksın. Salı günkü davadan çekileceksin. Eğer çekilmezsen sonun Özgecan gibi olur!” dedi. Demek bu durumda bile hâlâ bir “yuva”dan söz edilebiliyordu! Tehdit edilen tüm kadın avukatlar gibi Çatıkkaş da tedirgin oldu elbette. En çok da küçük çocuğu “Anne sana bir şey mi olacak?” diye sorunca… Ertesi gün Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu, yine hayatlarını kadına şiddet davalarına adayan tüm kadın avukatlar gibi "Kim ne yapacaksa ben buradayım. Biz iyi bir şey yaptık, gerçekten mağdur olan bir insanın yanında durduk. Kesinlikle davadan çekilmiyoruz” açıklaması yaptı.
Nevin Yıldırım tehdit ve şantajla kendisine defalarca tecavüz eden kişiyi önce silahla vurmuş, ardından kafasını kesip arkasından sürekli dedikodu yapan köyün meydanına atmıştı. Isparta’nın Yalvaç ilçesinde süren davayı takip etmek isteyen ve aralarında avukatların da bulunduğu kadınlar, kapıda polis engeliyle karşılaştı. Yalvaç Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Manga’nın talimatıyla adliyeye alınmayan kadınlar, polis tarafından tartaklandı, biri merdivenlerden itilerek yaralandı.
Boşandığı eşi Hızır Zehir'e açtığı tehdit ve hakaret davasına katılmak için geldiği Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi çıkışında oğlu tarafından öldürülen Halime Aslan davasında Avukat Meriç Eyüboğlu, Aslan'ın yanında korumaları varken adliye önünde öldürüldüğünü hatırlattı. Avukat Perihan Meşale ise defalarca şikayette bulunduğunu belirtti. Bunun üzerine sanık ayağa kalkarak küfürler etti. Mahkeme heyetinin uyarması üzerine yerine oturdu ancak sözleri tutanağa geçirilirken "İstersen biraz evvel söylediğimi tekrar edeyim" diyerek hakaretlerini sürdürdü. Avukat Eyüpoğlu duruşma çıkışında "Adaletin ne kadar güvenilmez olduğunu en çok kadınlar bilir. Ama yine de adalet için burada olacağız" diyecekti.
Evet, kadın avukatlar hep adaletin peşindeydi, saldırganlar da onların peşinde. Sakarya'da bir toplu tecavüz mağdurunun avukatı olan Harika Günay Karataş, bu nedenle kabus dolu bir gece yaşadı. Otobüste yolculardan birinin sözlü saldırı ve tehditlerine maruz kalması yetmedi, yardım istediği polisin de kendisine şikayetçi değil, şüpheliymiş gibi davranmasına maruz kaldı. “Biz avukat olduğumuz halde başımıza bunlar geliyor, haklarını bilmeyen insanların başlarına neler geliyor kim bilir?" diyen Karataş’a tehditler ertesi gün de telefonla devam etti.