T24 - Radikal gazetesi yazarı Sırrı Süreyya Önder, Ortak Demokrasi Platformu'ndan bağımsız milletvekili olma talebi ardından, Radikal'deki köşesinden ayrılacağını açıkladı. Önder, "Grup yayın ilkeleri gereği istifa etmek zorunda kalmadığım gibi, Meclis’ten ‘Bir gazetecinin Meclis izlenimleri’ diye yazmaya devam ederim" dedi.
Sırrı Süreyya Önder'in Radikal gazetesinde "Artık çaylar şirketten değil!" başlığıyla yayımlanan (27 Mart 2011) yazısı şöyle:
Artık çaylar şirketten değil!Newroz kutlamaları için Diyarbekir’e gitmek istiyordum. Uçak denen şeytan işi aracın, yaklaşık 300 tonla havalandığını öğrendiğim günden beri uçağa binmediğim için Eyüp Can’a bulaştım. Amacım Newroz’a gidiş-geliş masraflarını gazeteye yıkmak. “PKK’nın Newroz törenlerinde Tahrir misali ayaklanma başlatacağı duyumu aldım” diye ortaya bir laf attım. Maksadım, “Aaa hemen git, törenleri yerinde izle!” dedirtmek. O gayet sakin, “Oral Çalışlar gidiyor, bu duyumunu onunla paylaş” dedi... Bence Oral Çalışlar’ı göndermeyin, o ayaklanmayı Mao’nun ‘uzun yürüyüş’ü ile kıyaslar, Kürtleri incitir, dedim. Çalışlar, 12 bin km’den aşağı yürünmeyen hiç bir eylemi toplumsal saymıyor...
Mao çizgisinden kala kala bir tek bu kalmış aklında. Büyük halk önderi Mao’nun öncülük ettiği yürüyüş 100 bin kişiyle başlamış, tam bir yıl sürmüş, ama gel gör ki ancak 10 bin kişiyle tamamlayabilmişler. Çalışlar, Kürt meselesinin % 90’ını telefat yoluyla kafadan çözecek! Ben tam bu bilgileri paylaşırken Çalışlar kapıdan girdi. Eyüp Can, Oral Çalışlar’a kaş göz işaretleriyle “Sırrı arkandan konuşuyor” diye sinyal çaktı.
Çalışlar bana dönerek n’oluyor gibisinden baktı. Ben kendisinden korkmam, ama kıymetli yoldaşı İpek Çalışlar’dan korkarım. Sırf o yüzden, “Abi, Mao’nun en önemli sözü nedir diye konuşuyorduk” şeklinde bir yan çizme manevrası yaptım.
Oral Çalışlar uzun uzun baktı. Bir münafıklık yaptığımı sezdi ve “Mao demiştir ki ne yana dönerseniz dönün, mabadınız arkaya gelir!” diyerek manalı manalı bakmaya başladı.Ben, “Evet, rahmetli metafor yapmayı pek sever idi” diyerek sıvıştım.
Hayırdır inşallah!
Allah’tan gazetemizin iki tane yayın yönetmeni var. Çınar Oskay biraz daha, nasıl desem saf değil de temiz kalpli. Mesela hiç çocukken erik çalmamış. Maç izlemek için damlara tırmanmamış. Allah bilir ya, yalan bile söylememiştir. Büyük iletişimci, hocaların hocası Ünsal Oskay’ın oğludur. Odasına girdiğimde bütün kızları çağırmış, toplantı yapıyordu. Bu gibi durumlarda rekabete inanmadığı için istediğini koparmak çok kolaydır. “Ne var?” anlamında bana bakınca, başımı sağ omzuma yatırıp sol ayakkabımın ucuna bakmaya başladım. Sinemadan biliyorum, efkâr ve hüznün dibe vurmuş hali ancak böyle canlandırılabilir. Hiç sorma, dedim, rahmetli Ünsal Hoca rüyama girdi. Ona fırsat kalmadan kızlar çığrıştılar, “Aaaa! N’apıyordu?” diye.. Hemen oturdum ve başladım anlatmaya.
“Hoca bana geliyordu ve kalk bakalım, beni memleketim olan Urfa’ya götür diyordu. Biz arabayla yola çıkıyorduk. Ben tam otobana girecekken rahmetli, ‘Eski yoldan git oğul!’ demesin mi? Niye ki hocam dedim... ‘Oradaki eski dinlenme tesisleri, kamyoncu lokantaları birer birer kapanıyor. Kahraman bakkal, süpermarkete yeniliyor, ne biçim gazetecisiniz, hiç mi merak etmez insan?!’ diyerek bir tekme attı ve o tekmeyle uyandım” diyerek rüyayı bitirdim. Kısa bir sessizlik anından sonra Çınar biraz efkârlandı; kızlardan birisi, “Ayyy, gerçekten de tam bir yazı konusu” diye haykırdı. Çınar bana dönerek, “Abi bunu yapsana” dedi... Ben hemen üzerine atlamadım. Bence sana düşer bunu yapmak, falan dedim. Çınar, “Abi benden istese benim rüyama girerdi” dedi. Yapınca Pozantı’ya kadar gitmek lazım, dedim. Ben rahmetliyi bir keresinde Şekerpınarı dinlenme tesislerinde içerken görmüştüm, orayı çok sevdiğini söylemişti, falan diye salladım. “Olsun abi, gidiver işte” falan dedi, kısa bir pazarlıktan sonra, yeni çıkmış bir 200 TL’yi Çınar’dan tokatladım, bunu masrafa yazmayalım, orada rahmetlinin sevabına hayrat ederim diyerek, elimde Çınar’ın imzaladığı sefer görev emri, muhasebenin yolunu tuttum. Birden Eyüp Can’la karşılaştık. Yüzümdeki sevinç ifadesini hüzne dönüştürmem sadece 0.99 saniye sürdü. “N’oldu?” diye telaşlandı. Hiç sorma, Çınar bir angarya yükledi, dedim. Neymiş efendim, babasının hatırı için taa Pozantı’ya gidecekmişim... Lütfen ona söyle, beni bir daha olur olmaz yere göndermesin, dedim. Vallahi istifa ederim, diye de ekledim. Eyüp, “Ya üzülme, olmazsa oradan Diyarbekir’e geçersin, hem Newroz’a gitmek istiyordun ya” deyince operasyon başarıyla tamamlanmış oldu. Bir sefer görev emri de ondan aldım. Yanında para taşımadığı için tokatlama yapamadık, ama odasındaki puro kutularından birine el koydum. Yolda senin hayrına içerim, dedim. Sevap sadece aş ekmek değil, bu da bir sevap, dedim. Bizim mahallenin bakkalı buna iki karton sigara verir, gezi tam anlamıyla beleşe gelir, hatta birkaç paket sigara da arttırmış olurum diye düşündüm. Atalarımız ne demişler, keskin zekâ keramete kıç attırır!..
Ben bu kadar dürüstlükle çalıştığım müesseseyi kollarken Oral Çalışlar ne yaptı dersiniz?!
Eski bir Kürt mitinginde çektirdiği fotoğrafı, sanki Diyarbekir’e gelmiş de orada çektirmiş gibi gazeteye yolladı. Dikkatli bakan gözler, orada gözüken surların Kazlıçeşme surları olduğunu anlarlar, ama ispiyonculuk ve yalanı hiç sevmediğimden bu bilgiyi kendime saklayacağım.
Yanda, gezide Ünsal Oskay Hoca’nın vasiyeti dolayısıyla çektiğim, otobanlardaki yeni tesislere yenilerek kapanmış yol lokantalarının fotoğraflarını görüyorsunuz.
***
Gazetedeki Bülent, Ali, Muhittin, Gökçe arkadaşlar...
Fotolara kafanıza göre bir şeyler yazın. Mesela gazyağı varilinden yapılma minareye bienallerin birinden fiyakalı bir laf araklayın. Dağ dibindeki tesis fotoğrafının altına Yılmaz Erdoğan’ın “Ben seninle bir gün Van’daki bir kahvaltı salonunda Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği bir yol üstü lokantasında Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt’ın herhangi bir toprak damında Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim” dizelerini yerleştirin.
Yazının girişi biraz politik olsun. Temsil, şöyle yazabilirsiniz.
Refik Durbaş, ‘Çaylar Şirketten’ isimli şiir dizisinde Urfalı bir otobüs muavininin gözünden yol ve yolculuğu anlatır. Neredeyse bir roman tadı da alırsınız. Şairin hasıdır... Birçok dize ‘şivan düşe’ ilenmesiyle biter... ‘Zulmüne şivan düşe yoksulluk’ dizesini arabaşlık yapabilirsiniz, şık olur.
***
Bana gelince sevgili okur, şöyle bir planım var: Ortak Demokrasi Platformu’ndan bağımsız milletvekili adayı olmam isteniyor. Zalım hükümet, ne yolsak kârdır diyerek bağımsız adaylık başvuru ücretini 400 TL’den 7 bin liraya çıkarmış.
Pazartesi günü, Eyüp ve Çınar’ı ayrı ayrı kıstırıp, ‘Bir bağımsız adayın gözünden seçim kampanyası!’ fikrini işleyeceğim. Kızların da olduğu bir yerde söylemem lazım. Yol harcırahından arttırdığım parayla Hakkı Devrim’e bir Diyarbekir poşusu aldım. Hazır aydınlanmaya başlamışken onu da destekçi yaparım. Grup yayın ilkeleri gereği istifa etmek zorunda kalmadığım gibi, Meclis’ten ‘Bir gazetecinin Meclis izlenimleri’ diye yazmaya devam ederim. Ne dersiniz, bu akıllar ve bu dürüstlükle tam da milletvekili olacak adam değil miyim?
(Not: Üslubu ve tarzıyla Türk basınına kısa sürede renk getiren Sırrı Süreyya Önder'in yazılarının, politikaya girdiği için, kesilmemesini diliyoruz - T24)