Sırrı Süreyya Önder: İstanbul’da HDP’nin oy oranı sanılanın üstünde

Sırrı Süreyya Önder: İstanbul’da HDP’nin oy oranı sanılanın üstünde

HDP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Sırrı Süreyya Önder, İstanbul’un en büyük sorununun  trafik ve kentsel dönüşüm olduğunu söyledi. Önümüzdeki yaz yaşanabilinecek kuraklık tehdidi içinse, “Yağmur mekaniğini hatırladığımızda, ormansız olamayacak bir şeydir. Kentin doğal dokusuna müdahale ettiğinizde ilk şey iklim değişikliği olacaktır. Biz işe bu müdahaleleri durdurmakla başlayacağız.” diyen Önder, kaynakların ortak ve verimli kullanılması için topluma belediyelerin bilinç götürmesi gerektiğini vurguladı.

Önder, İstanbul’da yapmak istediklerinden HDP’ye ve barış sürecine kadar bir çok konula ilgili Agos gazetesinden Uygar Tekin'in sorularını yanıtladı.

Agos’ta ‘İstanbul’da filmi geri saracağız’ başlığıyla yer alan söyleşi şöyle:

İstanbul’la nasıl bir ilişkiniz var? İstanbul’da yaşamayı seviyor musunuz?

Bu ülkenin tamamını bilen bir insanım. Karayoluyla seyahat ediyorum ve bu seyahatlerde hep firar ederim. Hikâyesiyle, insanıyla bu ülkeyi bilirim. Cezaevinden çıktıktan sonra sığındığım İstanbul da buna dahil. Göçmenlerin, ötekileştirilenlerin kendilerini en rahat hissettiği nefes alabildiği bir yer… İstanbul’un bilmediğim sokağı yoktur.

İstanbul’da sizi en çok rahatsız eden şey nedir?

Şu andaki haliyle bile olsa bu şehir akılcı bir düzenlemeyle daha yaşanılır hale gelebilir. Birkaç kavşak düzenlemesi bile bu kentte sıkıntıların hissedilir anlamda rahatlamasını sağlar. En önemli sorun ne diye sorarsınız, birincisi trafik, ikincisi kentsel dönüşüm adı altında yapılan sürgün.

Projelerinize dair sorular neden kızdırıyor sizi?

Ortalık projeden geçilmiyor. “Projen ne?” diye soranlar sanki NASA’da çalışmışlar edasıyla soruyorlar. Bizim çözüm önerilerimiz var. Proje belediyeciliği bir rant ve yağma belediyeciliğidir. Proje dedikleri inşaattan ibaret. Oysa insanı merkeze alan çözüm önerileriniz olmalı. Bu iş, teknik değil, siyasi bir iştir. Trafik de dahil buna. Biz insanlara “Kendiniz için ne düşünüyorsunuz?” sorusunu soran tek partiyiz. Bu soruyu sormadan, bunu pratik karar süreçlerine yansıtmadan hiçbir sorun çözülemez. Önemli olan insan ve diğer canlılardır, eko sistemdir.

Bu, işleyebilecek bir sistem mi?

İşler. Bu karmaşayı yaratan ana etken ulaşım, kentsel dönüşüm ve ayrımcılıktır. Bu üç ana başlık altında zuhur eden meseleler bu kentte sorun olarak görünen şeylerin yüzde 95’ine tekabül ediyor.  Siz bir bölgeyi kentsel dönüşüme aldığınızda artık seyrini bildiğimiz bir süreç başlıyor. O güne kadar kendi habitatı ile, kendi kültürel kimliğiyle yaşayan bir bölgeyi sıfırlıyorsunuz. Bunu takip eden süreç de onları sürgün etmek. Orasını yüksek gelirli insanların faydalabileceği bir alan haline getiriyorsun. Belediyeye yakın bir müteahhite mahkûm edilen ince bir işçilikle orada yaşayan insanlar karşı karşıya kalıyor. Biz bu filmi geri saracağız. Nihai çözümden kimse şikayetçi olmayacak çünkü kararları orada yaşayan insanlar verecek. Sadece karar mekanizmaları ile oynayarak ortaya çıkacak bir çözüm.

Merkezi yönetimin kararları ile yapılıyor pek çok şey. Bakanlar Kurulu karar alıyor, yerel yönetim de yapmak zorunda kalıyor. Bu şartlarda ne yapabilirsiniz?

İlk defa Gezi Direnişi ile birlikte etkili bir kent muhalefetinin bir çok şeyi durdurabildiğini gördük. Yerel yönetim bu kent muhalefetine dahil olduğunda olabilecekleri siz düşünün. Belediyelerin imkânları sanılandan fazladır. İstanbul’un ‘Kuzey Ormanları’nın talan edilmesine fiilen yasal sınırlar içinde kalarak engel olabilirsiniz. Kent sağlığını tehdit eden hiçbir yapıya altyapı hizmeti vermek zorunda değilsiniz. Suyunu da kesersiniz, yolunu da yapmazsınız. Hükümetin yapabileceği hiçbir şey yoktur. Merkezden alınan kararların fiiliyatta uygulanma şansını yasal sınırlar içinde sıfırlarsınız.

Önümüzdeki yaz kuraklık sorunu yaşanabilir.  Ne yapılabilir?

Yağmur mekaniğini hatırladığımızda, ormansız olamayacak bir şeydir. Kentin doğal dokusuna müdahale ettiğinizde ilk şey iklim değişikliği olacaktır. Biz işe bu müdahaleleri durdurmakla başlayacağız. Kaynakların ortak ve verimli kullanılması için topluma bilinç götürmek belediyelerin görevidir. Bu önemler, tasarrufu beraberinde getirir. Suyun hoyratça kullanıldığı, herhangi bir ruhsata bağlanmayan veya zorlama ruhsatlar verilen oto yıkama servislerinden boşa akan suları düşünün. Sadece toprağa karışıp giden tesisat kaçakları revizyonu İstanbul’da yüzde 30 tasarruf getirir. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar kombi yoktur. Bu kent, iki yada üç merkezden topluca ısıtılabilir. Sıcak suyunu da buradan temin edebilirsin. Mevcut kaynak kullanımında yüzde 60 tasarruf edersin.

Oy oranınız yüzde 20 mi? 

Bunu destekleyecek saha araştırmalarımız var. HDP’nin görünürlüğü ile o kadar rahatsız ettik ki linç girişimlerine de başladılar. Sistem bizimle uğraşıyor.

İlçelerde durumunuz nasıl? 

İstanbul’da HDP’li belediyeler olacak. Sultanbeyli, Arnavutköy, Esenyurt, Zeytinburnu, Başakşehir, Sancaktepe ve Adalar sürpriz yapacak. Oy oranlarımızı katlayacağız ve birkaç ilçede belediye başkanlıklarını alacağız.

 

Soykırım söz konusu olduğunda dilimizi daha titiz kurmalıyız  

Bese Hozat ve KCK cephesinden gelen Ermeni lobileri tartışması ile ilgili olarak Abdullah Öcalan Ermenilere hitaben bir mektup yazdı. Tartışmalar devam ediyor. Siz Öcalan’la konuyu nasıl tartışınız? 

Sayın Öcalan’ın görüşlerinin kamuoyuna yansıma biçimlerine ve gelen tepkilere çok şaşırdığını gördüm. Tartışmaların basına yansıyan kısmından haberi vardı. Geri kalanını biz aktardık. Hatta ilk olarak kendisi sordu. Daha geniş ve özel çalışma yapmak istediğini söyledi. Öcalan, “Ne Ermeni halkının ne de başka halkların kafasında tereddüt kalması bizim nihai amacımız” dedi. Sitemleri de vardı. Tartışmalar ve konferanslarla bu sorun çözülebilecekken, bu boyuta gelmesini üzüntüyle karşıladığını söyledi. Son tahlilde Kürdistan’ı bir Kürt coğrafyası olarak değil bütün halkların ortak coğrafyası olarak görüyoruz. Bu konuda büyük bir özgüven içindeyiz. Demokratik Toplum Koordinasyonu’nun (DTK) oluşumu, HDP’nin aday belirleme kriterlerindeki pozitif ayrımcılığa vurgu yaptı. HDP’nin de DTK’nın da bu tartışmalardan çekinmemesi gerektiğini ve müşterek doğrulara ancak bu şekilde ulaşılabileceğini söyledi. Benim kafamda da bu noktada hiçbir tereddüt yok. Seçimden sonra HDP’nin Halklar ve İnançlar Komisyonu olarak bir tartışmaya başlayarak müşterek bir programa ulaşmayı ilke olarak önümüze koyduk. Bu tartışmanın yürümesi iyidir ve gereklidir. Biz bile doğruluğundan emin olduğumuz şeyleri bu tür süreçlerden geçtikten sonra yeniden inşa ettik. 

Kandil cephesiyle, Bese Hozat’la görüşebildiniz mi? Onlar nasıl değerlendiriyor?

Sayın Bese Hozat’la daha sonra hiç görüşmedim. Ama Öcalan için söylediğim her şey Beze Hozat için de geçerlidir. Ama bir şeyi açıklamak zorunda kalıyorsak, bir sıkıntı var demektir. O zaman dilimizi, yaklaşımımızı hele böyle soykırım görmüş halklar söz konusu olduğunda daha titiz kurmak zorunluğumuz var.

 

HDP binalarına saldırılar Gladyo yapılanmasının işi

Bir süredir HDP’ye dönük saldırılar var. Tedirginlik yaratıyor mu sizde?

Ben Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nda görev yaptım. Orada ilginç bir gelişme oldu. Biz komisyon olarak devletin bütün kurumlarına darbe mekaniği ve bunun tarihine dair ellerinde olan bilgi ve belgelerin bize göndermelerini istedik. Komisyonlar üç ay çalışabiliyor. Bir ay da uzatma alıyor. Biz tatillerimizi de işin içine katarak elimizden geldiği kadar çalıştık. Komisyonların tüzel kişilikleri sona erdikten sonra işlem yapamazlar. İlginçlik şurada: Komisyon çalışması bittikten bir hafta sonra MİT’ten bize bir belge geldi. Galdyo yapılanmasının perde arkasını açıklayan ve teşhir eden bir belgeydi. O belgeye göre Özel Kuvvetler’in Hatay’da ve Karadniz’de merkezleri vardı. Türkiye’de toplam dört merkez. MİT’ten gelen nota göre Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetlerinin bu Karadeniz Gladyo yapılanmasının ürünü olduğuna dair net ifadeler vardı. Bunları okuduktan sonra yaşananlara baktığımızda hep linçle başlayan veya linçle biten bir pratiğe sahip olduğunu görüyoruz. Karadeniz’de halkın kin ve nefret duygularını tetikleyen bir ön çalışma yürütüldüğünü biliyorum. Bunu bizzat Sinop ve Samsun deneyimlerimizde canlı olarak gözlemledik. Kendiliğinden galeyana gelen halkla, ne zaman ne yapacaklarını bilen linç sürüsünü ayırt edecek kadar, çok dayak yemiş biri olarak bunu söylüyorum. Bugün olanlar önceden olanların tekrarı gibi. Bu hücreler ülkedeki bu tür kaotik ortamları çok severler. Bu yapılara dönük hiçbir tasfiye ve soruşturma süreci başlamadı ve oldukları gibi duruyorlar.

Çalışmalara devam edecek misiniz?

Biz Karadeniz’i kendi haline bırakamayız. Bu nefret söylemine yaslanan güruhlara o bölgeyi teslim edemeyiz. Belki biraz sıkıntı çekeceğiz, dayak yiyeceğiz ama gitmekten başka çaremiz yok. Diğer sol yapılar ve sosyal demokratların bundan çıkaracağı dersler olduğunu düşünüyorum. Oradaki hakim havanın suyuna giderek, o bölgeyi nefret suçundan ayıramazsınız. Kendi kendinizi kandırırsınız.

Şahsınıza dönük tehdit ve saldırılar var mı? Suikast söylentisi mesela?

Şahsıma dönük sıkıntılar var. Devlet de söylüyor. Bize gelen  bilgiler de bu tür hazırlıkların olduğu yönünde. Dikkatli yaşamaya çalışıyorum ama hayatı bu korkular üzerine kurmayacağım.