T24 - TAK'IN tehdit ettiği ünlü Kürt sanatçı Şivan Perver, "Kendisi dışındaki görüşlere hayat hakkı tanımamış bir partinin, kendisine boyun eğmeyen bir sanatçıyı hedef yapması şaşırtıcı değil" dedi. Perver, hükümetin Kürt sorunun çözümü konusunda gereken adımları atmadığını söylerken, "Toplumsal uzlaşma için öncelikle cezaevleri boşaltılmalı. Abdullah Öcalan dahil bütün Kürt tutukluları serbest bırakılmalı. Sürgündeki on binlerce sürgün, dağdaki binlerce Kürdün eve dönüşleri sağlanmalı. Toplumsal uzlaşma ve barış için güven verici adımlar atılmalı" dedi. Taraf gazetesinden Kurtuluş Tayiz'in "Öcalan bana değiş yandaşlarına seslensin" başlığıyla yayımlanan (8 Mart 2011) yazısı şöyle: Öcalan bana değiş yandaşlarına seslensin |
Sanatçılar ve aydınlar üzerindeki siyasi baskılara pek de yabancı olmayan bir ülkede yaşıyoruz. Ülkesini terk etmek zorunda kalan Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya hâlâ hafızalarda. Hrant Dink cinayeti, aydınlar üzerindeki baskının en acımasız örneği. Nobel ödüllü Orhan Pamuk’un hikâyesi de diğerlerinden farklı değil; o da ülkesinde korkusuzca dolaşamıyor. Bir de aslında çok bilmediğimiz, çok uzakta, 36 yıldır sürgünde yaşayan ve bugünlerde TAK adlı örgüt tarafından ölümle tehdit edilen sanatçı Şivan Perwer var. Şimdi sıkı koruma tedbirleri altında yaşıyor. Taraf, ünlü sanatçıya kamuoyunun ve hayranlarının merak ettiği soruları yöneltti. Şivan ise sözünü esirgemedi. İşte o ropörtaj.
Şivan Bey, Türkiye’ye dönüşünüz konusunda son durum nedir? Türkiye hükümetiyle bu konuda herhangi bir görüşmeniz var mı?
Türkiye’ye dönmem şimdilik gündemimde değil. Hükümet yetkilileri veya bazı milletvekilleri ile basına da yansıyan temaslarım oldu. Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay ile Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın da aralarında olduğu kimi politikacılarla görüşmem oldu. Bu görüşmelerde halkımın içinde yaşadığı insanlık dışı koşulları doğrudan anlatma fırsatı buldum. Ancak kimseden Türkiye’ye dönüşle ilgili herhangi bir talebim olmadı.
Türkiye’den kendi isteğinizle mi ayrılmıştınız?
Hayır. Ülkemi kendi isteğimle terk etmedim. Ülkem ve halkım sanatımın beslendiği asıl kaynaktır ve ben 36 yıldır ülkemden uzağım. Bu hasretle yaşamak, ancak yaşayanın anlayabileceği bir duygudur ve ben bunu pek çok şarkımda dile getirdim. Kim, böyle bir duyguyla yaşamak ister ki. O nedenle politik hesapların gölgesinden uzak, sanatımı özgürce icra edebileceğim koşullar oluştuğunda kuşkusuz döneceğim.
Dönüşünüz önündeki engeller nelerdir?
Esareti reddetmiş, özgür bir sanatçı olarak ülkeme dönüşümün zamanını ve şeklini bizzat kendim belirlemek isterim. Beni Şivan Perwer yapan özelliklerimden uzaklaştıracak herhangi bir yönlendirmeyi kabul edemem. 36 yıldır niçin sürgün hayatı yaşadım ben? Benim kaderim halkımın kaderinden ayrı değil ki.
Türkiye 36 yıl önce bıraktığınız Türkiye değil.
Hükümetin, 80 yıllık ret ve inkâr politikalarını değiştirme yönünde bazı adımlar atmış olması ve kimi hükümet yetkililerinin ülkeme dönmemle ilgili bana çağrı yapmış olmaları sevindiricidir. Ancak hepimiz biliyoruz ki bu 80 yıl halkım için tam bir cehennem yaşamı oldu; ne yazık ki bu durum halen büyük ölçüde sürüyor. Hapishaneler halen dolu. Kürdistan’da askerî operasyonlar devam ediyor. On binlerce Kürt benim gibi sürgünde yaşamak zorunda; binlerce Kürt genci de Kürt halkının yaşadığı zulmün, acı ve trajedinin sonucu olarak dağlarda. Bugün hâlâ evlerde ağıtlar yakılıyor, gençlerimizin cenazeleri anaların yüreğini dağlamaya devam ediyor. Bu durum bana acı veriyor, yüreğim kanıyor. Benim dönüşümle birlikte bu trajedi sona erecek mi? Benimle ilgili belki iyi niyetli olabilirler ama hükümetin yaklaşımları seçim hesaplarına endeksli günlük politik kazançların ötesine geçmelidir.
Seçim hesaplarının ötesine nasıl geçilir?
Mesela hükümet, Kürt sorununun çözümü için güven verici köklü adımlar atmalıdır. Görüşlerini önemsediğim birçok Türk ve Kürt aydını ve sanatçısı da hükümetin Kürt sorununun çözümü yönünde ciddi adımlar atmadığını, atamadığını söylüyorlar. Ömrünün büyük kısmını Kürtlerin özgürlüğü için hapishanelerde geçirmiş olan, Türklerin onur duymaları gereken bilim adamı İsmail Beşikçi ile Kürt sorununun çözülmesi için çırpınan Türk halkının vicdanı olduğunu düşündüğüm, edebiyatçı yazar Ahmet Altan gibi pek çok aydının da böyle düşünmesi benim kaygılarımı arttırıyor.
Türkiye’ye döneceğinize ilişkin haberlere tepki gösterildi...
Türkiye’ye dönüşümle ilgili üretilen spekülasyonlar karşısında PKK’nin tutumu beni şaşırtmadı. Kendisi dışında hiçbir görüşe hayat hakkı tanımamış, tıpkı devlet gibi her türlü farklılığı ortadan kaldırarak tekçi bir anlayışı hâkim kılmak için şiddet dahil her yolu denemiş bir partinin, kendilerine boyun eğmemiş bir sanatçı olarak beni hedef haline getirmesi şaşırtıcı değil. Geçmişte de benzer uygulamalarla karşılaştım. Şarkılarımı halkımın özgürlüğüne adarken sadece Türk devletinin değil, bölgedeki diğer baskıcı devletlerin de hedefi olacağımı biliyordum. Fakat bir gün Kürtlük adına hareket ettiğini iddia eden bir partinin hedefi olacağımı düşünemezdim. Ama unuttukları bir şey var: Eğer baskılar ve tehditler beni korkutsaydı daha başından halkımın sesi Şivan Perwer olmazdım.
Kürt davasına ihanet etmekle suçlanıyorsunuz; bazı çevreler bu yönde bir kampanya başlattı, ne diyorsunuz?
Çok üzülüyorum ama kendi adıma değil. Daha çok bu tür linç kampanyalarını yürütenler adına, bu kampanyalarda kullanılan Kürt gençleri adına çok üzülüyorum. Bu tür kampanyaları düzenleyenler, militarist devletlere benzediklerini göremiyorlar mı? Bakın rahmetli Ahmet Kaya’ya yönelik kampanyada yer alanlar şimdi o dönem yaptıklarından dolayı utanıyor. Ben bu tür kampanyalarda kullanılan Kürt gençlerinin de bir gün bu yaptıklarından büyük bir utanç duyacaklarını düşündükçe, onlar adına üzülüyorum.
Kendi durumunuzu Ahmet Kaya olayına benzetiyorsunuz... Siz nasıl davranacaksınız?
Tekrar vurgulamalıyım ki devlet ve PKK ikilemi beni son derece rahatsız ediyor. Devletin ya da PKK’nin hesabı ne olursa olsun, irademi ipotek altına alıcı her yaklaşım beni incitir. Herkes bilmelidir ki Şivan Perwer bir sanatçı olarak kendini inkâr edecek hiçbir şey yapmaz.
Bu son dönemde saldırıya uğradınız mı?
Almanya’nın Bonn şehrinde Kürt sanatını geliştirmek için öncülük yaptığım vakfımıza ve bazı arkadaşlarıma daha çok telefon üzerinden hakaretler yapıldı ve bazı tehditler geldi. Sanırım hakkımda manipülasyona dayalı yazılıp çizilenler birilerini gaza getirdi. Basın faaliyeti ve gazetecilik yaptığını sananlar görüşüme dahi başvurmadan yazılarıyla birçok insanımızı yanlış yönlendirdi. Beni halkıma sırt çevirmekle, yanlış siyaset yapmakla, hükümete ve devlete yanaşmakla ve hatta hainlik yapma ile suçlayıp hedef yaptılar. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden çirkin kampanyalar organize edildi. Bunlara gerekli cevabımı da aynı şekilde sosyal paylaşım siteleri üzerinden verdim. Sanat yaşamım boyunca hiçbir tehdide boyun eğmedim.?
Aldığınız tehditler veya hakkınızda yürütülen tehditkâr kampanyalar yüzünden yaşam biçiminiz değişti mi? Konserler, sanatsal programlarınızı iptal etmek zorunda kaldınız mı?
Yaşam biçimimde bir değişiklik yok ve olmayacak. Sadece güvenlik tedbirleri iradem dışında sıkılaştırıldı. Ayrıca konserlerimi yapan bazı kesimlerde tereddütlerin oluşması ya da korkmaları beni üzüyor. Halkıma sanatımla verdiğim sevginin beni koruyacağına inanıyorum.
Halepçe katliamını dünyaya duyuran bir sanatçı olarak Kürt davasına ihanet etmekle suçlanmak sizi nasıl etkiliyor?
Kürt halkı beni ihanetle suçlamıyor. PKK’ye yakın bazı çevrelerin yaptıkları bu ağır suçlama kendi ayıplarıdır. Sanat yaşamım boyunca baskı ve zulme karşı halkımın sesi olmaya çalıştım. Halkıma moral ve sevgi vermek için uğraştım. Bu duruşumda bir değişiklik yok ve olmayacak. Şunu herkesin iyi bilmesi gerekir; halkımı ve sevenlerimi üzecek bir hareket veya girişimde bulunmam ama bağımsız sanatçı kişiliğimi ve irademi de kimseye teslim etmem. ?
Kişisel menfaatleriniz için AKP’ye yakınlık duyduğunuz iddia ediliyor?
Böyle bir soruyla karşılaşmak bile bana acı veriyor. Daha önce de açıkladım; bazı şeyler vardır ki ne satılır ne de satın alınabilir. Şivan Perwer’in değerlerini hiç kimse satın alamaz. Pek çok tehlikeyi göze alarak sanatımla halkıma eşit, onurlu ve özgür bir yaşam diye seslenirken kişisel çıkarlarımı düşünmem nasıl düşünülebilir? Böyle bir iftira karşısında açıklama yapmak zorunda kalmam bile tahammül edilmesi zor bir duygu.
Hükümet, Kürt sorununda ne yapmalı ? Mevcut tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de militarist-darbeci kesimleri etkisizleştirmeye, Kürtlere, aydınlara, demokratlara kan kusturan Ergenekon gibi devletten beslenen yasadışı örgütlerden hukuk önünde hesap sormaya yönelik bazı olumlu adımlar atılıyor. Bu adımları destekliyorum. Hükümet kendisine karşı darbe yapmaya yeltenen askerleri daha çok yargı karşısına çıkarıyor. Ama aynı askerlerin Kürdistan’da işlediği binlerce faali meçhul cinayetin aydınlatılması için halen ciddi girişimlerde bulunulmuş değil. Kürt çocuklarını atış tahtası gibi kullanan askerler beraat ediyor. Çocukların kafasını dipçikle yaran polisler görev başında.
Başbakan Erdoğan geçenlerde bir kez daha Avrupa’da asimilasyon insanlık suçudur dedi. Anadille eğitim hakkını savundu. Ama aynı başbakanın yönettiği Türkiye’de Kürtlerin anadilde eğitim hakkı yasak. Asimilasyon ise temel bir devlet politikası.
Peki hangi adımlar atılmalı?
Çağdaş dünyada halklar arasında barışın yeniden temini ve halkların eşitlik temelinde kucaklaşması için bilinen tecrübeler var. Toplumsal uzlaşma için öncelikle cezaevleri boşaltılmalı. Abdullah Öcalan dahil bütün Kürt tutukluları serbest bırakılmalı. Sürgündeki on binlerce sürgün, dağdaki binlerce Kürdün eve dönüşleri sağlanmalı. Toplumsal uzlaşma ve barış için güven verici adımlar atılmalı.
Ama bazı belediye başkanları ile tanınmış Kürt siyasetçiler KCK davasından tutuklandı?
Seçilmiş belediye başkanlarının, açık siyaset yapan Kürt siyasetçilerin bileklerine kelepçe vurularak tutuklanması ve kendilerini anadilleriyle savunmalarının engellenmesi kesinlikle kabul edilemez. Üstelik Kürtçenin, mahkeme kayıtlarına “Kürtçe olduğu sanılan bir dil” olarak yazılması, demokratikleşme programı uyguladığını ileri süren hükümet açısından büyük bir çelişkidir. Kürt dilinin bu biçimde aşağılanması ise tam bir cehalet örneğidir. Eğer hükümet söylediklerinde samimi ise açık siyasetin önündeki engelleri kaldırmalı, KCK davsında tutuklanan siyasetçileri serbest bırakmalıdır.
TRT Şeş’e bakışınız nedir?
24 saat Kürtçe yayın yapan bir televizyon açması önemli bir adımdır. Ancak TRT 6 kanalının henüz yasal bir güvenceye bile kavuşmamış olması düşündürücüdür. Ben kuruluşundan beri Paris’ten yayın yapan Kurd1 kanalına katkı sunuyorum zaten. Kürtçeyi güzel sergilemeyi bir misyon olarak görüyorum. TRT 6’nın “Kurtlar Vadisi” ya da “Tek Türkiye” gibi dizileri sunan kanallardan daha kötü olduğunu düşünmüyorum.
Öcalan “Şivan kendisini kullandırtmasın” diye açıklama yaptı. Kendinizi kullandırtıyor musunuz?
Sayın Öcalan bir yandan bana ve Sayın Kemal Burkay’a gelsin demokratik çözüm sürecinde yer alsın derken, öte taraftan “Kendini AKP’ye kullandırtmasın, yoksa halk nezdinde beş kuruşluk değeri kalmaz” diyor. Kendimi kullandırtmamın kıstası bir AKP’li bakanla buluşup Kürt ve Kürdistan gerçekliğini konuşmak mıdır? Yoksa onlardan bağımsız herhangi bir televizyona bir röportaj vermek midir? Yine demokratik çözüm sürecinde yer almak illa onların yapısı içinde hareket etmeyi mi gerektirir? Sayın Kemal Burkay gibi ömrünün çoğunu hapis, sürgün, siyaset ve edebiyat uğrunda harcamış tecrübeli bir şahsiyete dostluk elini uzatacağı yerde küçümsüyor. Bu yaklaşımlar doğru ve samimi değil. Bir kere Kürt mücadelesinde emek sarf eden herkese saygılı olmak, farklılıklarıyla kabul etmek ve eleştirilere de tahammül etmek gerek. Muhalif seslere tahammülün olmadığı toplumlarda demokrasi olamaz. Eğer PKK ve Sayın Öcalan, Kürt halkının birliğini ve iyiliğini istiyorsa, bize tehdit yerine, dostluk elini uzatır ve “Gelin dostlar bu meseleyi birlikte çözelim” der. Ama tabii ki bizi de dinleyerek ve düşüncelerimize saygı göstererek.
Türkiye’ye dönmek için birilerinden izin almak zorunda mısınız? Ya da başkalarının onayı mı gerekiyor?
Siyasilerle kamuoyu önünde açık görüşmeler yapmak, basına açıklama yapmak ve koşulları oluştuğunda ülkeme dönmek için kimseden icazet almak zorunda değilim. Tabii ki sevenlerimin ve dostlarımın görüş ve düşüncelerine önem verir, halkımın hassasiyetlerini dikkate alırım. Sayın Öcalan, ortada bir dönüş kararım olmadığı halde yalan yanlış haberler yayarak benim aleyhime linç kampanyaları yürüten, işi beni ölümle tehdit etme noktasına kadar vardıran yandaşlarına seslenseydi daha doğru olurdu. Kendisi tutuklu olan bir siyasinin, başkalarının özgürlüğüne, yaşam hakkına daha fazla özen göstermesi beklenir. Kürt halkı için demokrasi ve özgürlük istediğini ileri sürenlerin, Kürt toplumu içerisinde demokrasiye, özgürlüğe, farklılıklara tahammülsüz olmaları, hatta giderek kendisine karşı mücadele ettiklerini ileri sürdükleri devletler ile aynı dil ve yöntemleri kullanmaları müthiş bir çelişkidir. Bu durum bana Arap diktatörlerinin siyasetini hatırlatmakta. Onlar da kendilerinden olmayan, onlar gibi düşünmeyen, onlara methiye dizmeyen kişi kuruluş, sanatçı, yazar aydınlara hayat hakkı tanımazdı. Kürt hareketlerinin Stalinist, Baasist, Kemalist ve otoriter zihniyetlerin etkilerinden kurtulup demokratik bir anlayışla hareket etmesi hem onlara hem de halkımıza daha hayırlı olur. İletişim ve teknolojinin geliştiği modern çağımızda Gılgamış’a özenmeye gerek yok.
TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adlı örgütün internet sitesinde, sizin de adınızın yer aldığı bir tehdit bildirisi yayımlandı.
Evet. PKK’nın yan örgütlerinden biri olduğu ileri sürülen TAK adlı örgüt bazı Kürt aydın ve siyasetçilerinin yanı sıra benim adımı da vererek açıkça ölümle tehdit etti. Bu tehdidin Öcalan’ın açıklamalarından hemen sonra gelmesi düşündürücüdür. TAK eğer iddia edildiği gibi derin devletin provokasyon amaçlı organizasyonlarından biri değilse, bana ya da diğer Kürt siyasetçiler ve aydınlara yönelik olası bütün saldırıların siyasi sorumluluğu sayın Öcalan’a ve her açıklamasında övgüler dizdiği devlete aittir. Öcalan’ın her söylediğini talimat kabul eden bu organizasyon, Öcalan’ın ve İmralı’da karargâh kuran derin devletin bilgi ve onayı olmadan hiçbir şey yapamaz.
Bu örgüt üzerinden, bağımsız ve özgür düşünen bütün aydınlar susturulmak isteniyor. Devlet, Türkiye toplumu içerisinde İsmail Beşikçi şahsında bütün aydınları ve gazetecileri hapis cezaları ile susturmak isterken, PKK de Şivan Perwer, Kemal Burkay ile (önceki tarihlerde) Leyla Zana, Osman Baydemir ve Ahmet Türk gibi Kürt toplumu tarafından sevilen şahsiyetleri psikolojik olarak terörize ederek susturmayı amaçlıyor.
Peki ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Öcalan bizi adamları aracılığı ile tehdit etse bile, biz kendisi dahil bütün Kürt siyasetçilerin özgür bir ortamda yaşayıp siyaset yapmalarını sağlamak için mücadele etmeyi insani bir görev olarak kabul ediyoruz. Nasıl yıllarca halkımın diğer halklarla eşit biçimde ve özgürce yaşaması için sanatımla mücadele ettiysem, barış ve kardeşliğin tesisi için de sunabileceğim katkıları korkmadan yapar ve hiçbir tehdide boyun eğmem. Türk devletinin baskıcı ve kirli politikalarını eleştirdiğim gibi, Kürt örgütlerinin yanlışlarını da açık açık söylemekten çekinmiyorum. Kimse bana gözdağı verip teslim alacağını ve susturacağını sanmasın.
Yakın zaman önce, bir gazetede Türk halkına hakaret ettiğiniz ileri sürüldü, gerçekten böyle mi?
Bazı basın organları bir Newroz etkinliğindeki konuşmamı düşmanca göstererek halkın gözünde beni Türk halkına karşıymışım gibi gösterdiler. Bu haber üzerine Türkiye’deki bazı milliyetçi-ırkçı gruplar bana saldırmaya başladı. Zulme karşı isyan ve başkaldırı şarkılarını söylemişim ama öte yandan her zaman halkların dostluğu ve kardeşliği üzerine de bir sürü şarkı okumuşum. Bugü halklar arasına nifak tohumlarını ekenler ırkçı ve rantçı kesimlerdir. Bu dönemde herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve bu düşmanlığa artık bir son verilmesi gerekiyor.
Son olarak eğer beyanat ve konuşmalarımla gerek Kürt olsun gerekse de Türk olsun bir insanın dahi kalbini kırmışsam onlardan özür dilemeyi bir erdem sayarım.