38 yıldır yurtdışında yaşayan, çözüm sürecinde Türkiye’ye gelerek İbrahim Tatlıses ile düet yapan Kürt sanatçı Şivan Perwer çatışmasızlık sürecinin sona ermesine ilişkin değerlendirmede bulundu. Perwer, “Çözüm sürecini ortaya koyan Erdoğan ve Öcalan’dı; en büyük darbeyi de maalesef Erdoğan ve Öcalan’ın PKK’si, Kandil vurdu” değerlendirmesinde bulundu.
Perwer, “Her gün binlerce anadan beddua almak, vicdan sahibi ve merhametli bir Müslüman için hayra alamet değildir. Eğer Erdoğan eleştirilere kulak asmaz ve bildiği yoldan gitmeye devam ederse Türkiye bir Suriye olur” ifadelerini kullandı.
Şivan Perwer’in Cumhuriyet’ten Ceren Çıplak’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
38 yıl Türkiye’ye gelmediniz, sonra gelip Barzani ve İbrahim Tatlıses ile bir arada görüntü verdiniz. Bu denkleme nasıl dahil oldunuz? Türkiye özgür bir ülke olana dek gelmek istemiyordum. Barzani de daha önceki dönemler için “Gitme, politika kötü, harcanmanı istemiyoruz” derdi. Sonra Sayın Erdoğan ile Sayın Öcalan çözüm sürecini başlattı. Erdoğan, hem ekonomik hem politik açıdan Türk ve Kürt toplumunu birbirine yaklaştırmaya başladı. Kürtler, Kürt olarak kabul edilmeye başlandı. Devlet nezdinde “hain, bölücü” sayılan Şivan Perwer de artık Türkiye’nin demokrasiye kavuşması için gerekli bir adım olarak görüldü. - Barzani para verdiği için geldiğinizi söyleyenler oldu. Böyle şeyleri hiç düşünmedim. Bu, bir toplum meselesi, insanlık meselesiydi. Barış sürecini kutlamak, yanlarında olduğumuzu göstermek için geldik. Erdoğan, “Gelin yeni Türkiye’yi birlikte kuralım” dedi. Çok sevdiğim, saydığım lider Barzani de çağırınca kırmadım, Türkiye’ye geldim. Gelişimiz, Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerlemesi için önemli bir adım olacaktı. - Sizce 7 Haziran’dan sonra ne oldu da barış süreci sona erdi? Erdoğan Türkçü kafalardan korktu. MHP’den, CHP’den gelen milliyetçi tepkilerden korktu. Kürtler de sahip çıkmadı.
- Erdoğan’ın çözüm sürecinde size uzattığı eli tuttunuz. Pişman mısınız? Kandırıldığınızı düşünüyor musunuz? Kandırılma değil de yeni şeyler öğrendim. Politik kisvelerin arkasındaki ihanetleri gördüm. Ortadoğu’da liderlik, siyasetçilerin çıkarına göre yürüyor. Toplumlar, liderlere kurban ediliyor.
Ben de 40 yıllık özgürlük mücadelemi çözüm sürecine kurban ettim. Bunun bile az da olsa değerini bilemediler. Çözüm sürecine güvenim kalmadı. Çözüm sürecini ortaya koyan Erdoğan ve Öcalan’dı; en büyük darbeyi de maalesef Erdoğan ve Öcalan’ın PKK’si, Kandil vurdu. AKP’nin ortaya çıkış nedeni olan demokratikleşme, insan haklarına saygı, Kürt meselesini samimi bir şekilde çözme gibi anlayışlar terk edildi. Erdoğan, Kürt meselesini çözen ve Türkiye’de barışı sağlayan bir lider olabilirdi, hatta bu nedenle Nobel Barış Ödülü’nü alarak dünya tarihine adını yazdırabilirdi. Ancak Kobane’deki gelişmelerle başlamak üzere giderek otoriterleşen militarist dil ve söylemler kullanmaya başladı.
"Baskıcı ve otoriter yönetimlerin sonu tarihsel olarak hiçbir coğrafyada hayırlı olmamıştır. Ortadoğu’da ve Türkiye’de Allah, peygamber, kutsal kitap, o kadar kullanılmıştır ki adeta korku araçlarına dönüşmüştür. Bu yolda ısrar etmenin sonucu yine hayırlı olmadı. Güç ve iktidar yangını her tarafı yıkmaya başladı.
Her gün binlerce anadan beddua almak, vicdan sahibi ve merhametli bir Müslüman için hayra alamet değildir. Eğer Erdoğan eleştirilere kulak asmaz ve bildiği yoldan gitmeye devam ederse Türkiye bir Suriye olur. "
- 2013’te Diyarbakır’a geldiğinizde hükümetin çözüm adımını cesur bulduğunuzu söylemiştiniz. Şimdi geri adım atmak, ne sonuç verir? Kürt meselesinde militarist ve inkârcı kesimlere teslim olmak, onlarla aynı dili kullanmak en başta Erdoğan’a kaybettirecektir. - Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” sözlerini nasıl karşıladınız? Ne demek Kürt sorunu yok! Türkiye’nin en büyük sorunu Kürt sorunu... Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişiminin önündeki en büyük engel Kürt sorunu... Önce, “Kürt meselesi benim meselemdir” deyip sonra “Kürt meselesi diye bir şey yoktur” noktasına gelmenin sonuçlarını, AKP son seçimde gördü. Bu ona çok pahalıya mal oldu.
- Sizin “Kürt sorunu” tanımınız nedir? Yıllarca Kürt halkına uygulanan kültürel soykırım ve asimilasyon politikalarının sonuçları çok ağır oldu ve Kürt toplumunda büyük tahribatlar yarattı. Bu tahribatları sadece TRT Kurdî ve bazı okullarda Kürtçe seçmeli dersler ile gidermek mümkün değil. Bunun için ciddi müdahaleler gerekli… Kürtlere her konuda eşit hak tanınmalı... Merkezin gücünü azaltacak, yerinden yönetimi sağlayacak bir sistem değişikliği yapılmalı. Güney Kürdistan’daki federatif yapı örnek alınmalı. Hemen anadilde eğitim sağlanmalı.
- Neden Türkiye’ye dönmüyorsunuz? Çözüm ve barış süreci bana umut vermişti. “Nihayet Türkiye büyük sorunlarını hallederek huzurlu, demokratik ve özgür bir toplum olacak” diye düşünüyordum. Hatta buna Türk ve Kürt sanatçılarla katkı vermek için ciddi bir proje de hazırlamış ve bazı hükümet temsilcilerine aktarmıştık. Ancak Kobane çatışmaları, sonrasında gelişen olaylar ve sonraki siyasi hamleler bende güvensizlik yarattı. - Ne olsa yeniden gelirsiniz? Temel özgürlükleri tanıyan, yasalaştıran ve sahip çıkan bir devlet olduğu zaman, ben o ülkenin çocuğu olurum. Uğruna 40 yıl harcadığım mesele, özgürlüktür. Özgürlüğe âşığım. - Vatandaşlığınızı geri alabildiniz mi? Türkiye’ye geldiğim dönem resmi başvuru yapmamı istediler. Yaptım; vatandaşlık verdiler ama almadım. Başvurum Türkiye’de halen duruyor. Şu anda İsveç vatandaşlığım var ve bununla dünyayı dolaşıyorum. Ben özgür, demokratik ve barışçı bir Türkiye’nin vatandaşı olmak istiyorum. ‘Erdoğan tutarlı konuşmalı’ - Erdoğan ne yapmalı sizce? Reforma sahip çıkan bir Erdoğan istiyorum. İktidarda dine saplanmış, kadınların başını bağlayan, bir sözü diğerini tutmayan bir Erdoğan istemiyorum. Savaş kararı veren bir Erdoğan hiç istemiyorum. Bunu yaptığında kendini ucuzlaştırıyor. Tutarlı konuşması gerek, bir sözü diğerini tutmuyor. - 2013’te çözüm süreci için geldiğiniz Türkiye’de gelecek adına çok umutluydunuz, “Türkiye cennet olacak” dediniz. Şimdi nasıl görüyorsunuz? Cennet gibi olacakken maalesef cehenneme doğru gidiyor.
- Silahlar yeniden konuşmaya başladıktan sonra gelen şehit haberleri ve linç saldırılarını nasıl yorumluyorsunuz? Ateş düştüğü yeri yakar. Hayatını kaybeden bütün insanların ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum. Ancak bu ölümleri bahane eden ırkçı-faşist kesimler, güvenlik görevlerinin gözü önünde HDP’ye ve Kürtlere karşı katliam girişimlerinde bulunuyorlar. Bu saldırılar, faşist Nazi güruhlarının 9 Kasım 1938’de Yahudilerin can ve malına kasteden Kristal Gecesi’ne benziyor. 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da Rum ve Ermenilere karşı yapılan saldırılara da benziyor. Bu saldırılar organize gözüküyor. Ama soruşturma açılmıyor, suçlular yakalanmıyor. Burada büyük bir kasıt ve yönlendirme olduğu anlaşılıyor. Bu faşist güruh, Kürt halkının sahipsiz ve korumasız olduğunu düşünmesin. Bu olayların sonuçlarından devlet ve onu yöneten siyasiler, bunu önlemeyen idareciler, emniyet güçleri, savcılar sorumlu olacaklar. Bunların, Nazilerin akıbetini okumalarında yarar var.
Mevcut idare ve hukuk sistemi bu ırkçı katliamcıları ortaya çıkarmayacak ve yargılamayacaksa bile, insanlığın vicdanı, tüm dünyada bunları mahkûm edecek ve inanıyorum ki bir gün bunun siyasi-idari-hukuki sorumluları, demokratik bir sistem içinde veya uluslararası arenada yargılanacaklar. - Her gün şehit haberleriyle yıkılan Türkiye’de huzur yeniden nasıl inşa edilebilir? Bu son çatışmalarda ölen ve öldürülen insanların adeta egoist siyasi çıkarlara kurban edildiklerini görüyoruz. Niçin ve ne uğruna öldüklerinin karşılığı yok! Şu anda siyasiler tarafından dillendirilen hiçbir gerekçe, bu ölümlere meşrutiyet kazandırmaz. Onun için şiddet siyaseti ve söylemleri hemen son bulmalı ve siyasi müzakerelere dönülmelidir. Ciddi bir siyasi tavır değişikliğini ve barış görüşmelerine başlanıldığını gördüğümde, sürece katkı sunmak için elimden gelen her şeyi yaparım. Bu konuda taraflar topluma güven vermeli. Ne zaman Türkiye’de demokrasi ve özgürlük oluşursa, o zaman tamamen geri döner ve Türkiye’de yaşayabilirim. - Türkiye’nin yeniden kan gölüne dönmesinin sorumlusu olarak neyi ya da kimi görüyorsunuz? Her iki taraf da insanların ölümünden sorumlu... İktidar ve güç uğruna insanlar ölüyor. Yıllarca aynısı yaşanmadı mı? Çözüm için on binlerce insanın daha mı ölmesi gerekir? Suruç’ta katledilen o temiz yürekli, hayırsever 33 gencin karşılığı, Ceylanpınar’da iki polisi öldürmek midir? Buna karşılık yüzlerce uçak ile Kürdistan’ı bombalayarak mı sonuca ulaşacaksınız? Şunu herkes bilmeli ki kanı kan ile temizlemek mümkün değil… 30 yıllık yaşananlar bunu bize gösterdi. Bu ölümlerin sorumlusu, Türkiye’deki iktidar ve onun çözümsüzlük sürecine katkı sunan Kandil’in politikalarıdır. Bu son yaşananlar sadece suçsuz insanların kurban edildiği, kanlı bir iktidar ve güç savaşıdır. - Öneriniz nedir? İlk olarak hemen ve herhangi bir gerekçe öne sürmeden karşılıklı ateşkes yapılmalı ve ölümler durmalıdır. Karşılıklı bir güven tesis edilmelidir. Bunun için de ateşkesi denetleyecek ve barış görüşmelerinde arabuluculuk yapabilecek bir heyet oluşturulmalıdır. Türk devletinin bu konuda takıntısı var; uluslararası güçlerin bundan uzak durmasını istiyor. Oysa arabulucu güç illa bir devlet olmak zorunda değil. Bu heyet, ulusal ve uluslararası alanda çatışma ve barış konularında uzman şahıslardan oluşabilir. Bunun akabinde Meclis’teki AKP, CHP ve HDP, Türkiye’yi huzura götürecek, barışı kalıcı kılacak, yasal ve anayasal değişimleri yapmalı ve sorumlu davranmalıdır. Sistem içindeki tüm kurumları ve toplumun tüm kesimlerini, bu barış ve huzur sürecine katmalılar. Artık bu süreç, liderlerin ihtirası ve hırsıyla yürüyemez.