Sivil toplum zaman içinde değişen ve farklı zamanlarda ve ideolojilerde farklı tanımları olan bir kavramdır. Temel olarak kamusal ve özel alan, devlet ve politik alan ayrımına dayanan kavram, sivil toplum örgütlerinin sayısının global ve ulusal düzeylerde artması ve yeni oluşan kurumlara atfedilen anlamlarla güncel tartışmaların başında gelmektedir. Genel olarak sivil toplum örgütlerinin tanımı yapılırken sivil toplum kavramına referans verilmesine rağmen çoğu zaman sivil toplum ile sivil toplumun aktörleri olan örgütler eş anlamlı kullanılabilmektedir. Bu çerçevede sivil toplum tanımlamasını öncel bir içerme olarak kullanmayan ve aktörleri işaret eden tanımlamalarda bir karmaşadan ve muğlaklıktan söz etmek mümkündür. Köken olarak aktif vatandaşların kurum ve siyasalarını şekillendirdiği ve etkilediği politik toplumu ifade eden sivil toplum vatandaş olmayanları dışlayan bir anlama sahipti. Aydınlanma sürecine kadar olan dönemde politik topluma gönderme yapan sivil toplum kavramı süreç içinde farklı ayrışmalardan geçmiştir. Bu çerçevede en önemli ayrışmalardan biri dinsel yaşamın dışında olan alanı tanımlayarak daha seküler bir alana işaret etmesidir. Bu anlamıyla daha sonraki kullanımlarından farklı olarak sivil toplum devletle özdeşleşen ve kimi zaman aynılaşan bir tanımı içermekteydi. İyi vatandaşlığın sorumluluklarını yerine getiren bir tanımının olması ve bu çerçevede kamuya karşı olan sorumluluklarla ilişkilendirilmesi bu aynılaşmada etken olmuştur. 18. yy aydınlanma tartışmaları sivil toplumu yeniden ve farklı şekillerde gündeme getirmiştir. Karmaşık ilişkiler bütünü içinde insanların birbiriyle ilişkiye geçtiği alan olarak tanımlanan sivil toplum karşıtı olarak despotik ve kaotik yaklaşımları tanımlar. Bu anlamıyla toplumsal sözleşmenin bir parçası olarak şiddeti dışlayan ve bireyin, vatandaşın var olma hakkını tanıyan bir özelliği vardır. Liberal dünya görüşü “sosyal alanın” “politik alandan” farklı olduğunu öne sürerek iyi vatandaşlık kavramı yerine iyi işleyen toplumsal davranışlar bütününü öne çıkartmıştır. Bu kavramlaştırma çerçevesinde farklı noktalar öne çıkmakta: farklı nedenlerle insanların gönüllü ve düzenli olarak bir araya geldiği ve kamu yararına olan farklı alanlarda etkinliklerde bulunduğu bir alan olarak tanımlanabilen sivil toplumun yapılan çalışmalarla toplum nezdinde güven uyandıran sonuçlara ulaşılması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede sivil toplumun liberal kavramlaştırmalarının öncülerinde Adam Ferguson’un tanımı ile daha aktif vatandaşların katıldığı ve kamu yararına çalışmalar yaptığı bir alanı ifade eder. Bu tanımlamanın diğer bir özelliği ise şiddet karşıtı olması ve sivil itaatsizliğin savunulmasıdır. Liberal tanımlamanın barındırdığı diğer bir özellik ise her türlü ayrımcılığın ötesinde sivil toplumun ortak insani değerlere olan adanmışlığı ifade etmesi ve etnik, cinsiyetçi, dini ve ulusal ayrımcılıkların olmadığı daha evrensel bir kavramsallaştırma olmasıdır. Aydınlanma düşünürlerinin farklı yaklaşımları sivil toplum ve devlet arasındaki ayrımı da gündeme getirmiştir. Bu anlamıyla Hegelci yaklaşım sivil toplumu devleten farklı olan ve/fakat devletle birlikte var olan, insanların etkileşime girdiği ve ticari hayatlarını yürüttüğü alan olarak tanımlamıştır. Hegelci yorum sivil toplumu ekonomik etkileşim alanları olarak değerlendiren Marxist sivil toplum tanımının kaynağı olmuştur. Kavramsallaştırmaya önemli katkı sağlayan Gramsci sivil toplumu sosyal ve ekonomik alanı da kapsayan tüm toplumsal etkileşimlerin geçtiği alan olarak tanımlamış ve bir adım öteye geçerek dini kurumlar, okullar, dernekler, sendikalar ve kültür kurumlarını da kapsadığını belirtmiştir. Günümüzde yaygın olarak kurumsal düzeyde referans verilen modern sivil toplum tanımları dört özellik üzerinde durmuştur: • Sivil toplum formel kurumlardan oluşur; devlet, aile ve diğer özel alanlardan farklı bir alan oluşturan bu kurumların oluşturduğu ağlar farklı işlevlere sahiptir. Bu işlevler ekonomik, dinsel, ve soyal işlevlerinin yanısıra toplumsal entegrasyon alanında önemli etkiye sahiptir. • Sivil toplumda var olan kurumlara üye olmak gönüllülük üzerinden gelişir. • Sivil toplumun genel çerçevesi hukukun üstünlüğüne dayanır; özel hayata saygı bağlamında demokratik kurallar, ifade ve örgütlenme özgürlüğü sivil toplumun normatif çerçevesini belirler. Sivil toplumun devlet dışı olması demek hukukun dışında olduğu anlamına gelmez. • Sivil toplum ortak amaçların tanımlandığı vatandaşların temsil edildikleri alandır. Bu çerçevede sivil toplum örgütleri devlet ve birey arasında aracıdır. Demokratik süreç bu aracılıkla güçlenir. Avrupa Birliği Ekonomik ve Sosyal Komitesi yukarıdaki dört ortak özelliğe dayanarak ortak bir kavram olarak “sivil toplumu” kişi ve gurupların devletten kaynaklanmayan ve devlet tarafından yapılmayan her türlü sosyal eylemlilik alanı olarak tanımlar. Sivil toplum kavramının konum ve eylemliliği barındıran dinamik bir özelliği olduğunu belirler. Sivil toplumun globalleşmesi ve ulus aşan özelliği toplumsal hareketler ve haklar alanında yeni kavramlaştırmaları gündeme getirirken vatandaşlık temelli “haklar” çerçevesinde bir çalışma ve kavramlaştırmayı da gündeme getirmiştir. Avrupa Birliği Ekonomik ve Sosyal Komitesi sivil toplum tanımlamasının temel kavramlarını aşağıdaki gibi tanımlamıştır. 1. Çoğulculuk: özgür irade ve tolerans ilkesi gereği farklı kişilerin ve gurupların birlikte var olma hakkı ve karar alma süreçlerinde temsil edilmesi. 2. Özerklik: sıradan vatandaşlar sosyal eylemlerine karar verirken devletin çerçevesini anayasa ve yasalarla çizdiği bir alanda karar verirler. Bu çerçevede özerk bir sosyal hareket alanı ancak kurumlarla mümkün olabilir. 3. Dayanışma 4. Kamu Bilinci 5. Katılım 6. Eğitim 7. Sorumluluk 8. Karar verme ve karar alma süreçlerine katılma hakkı Dönemlendirmelere bağlı olarak sivil topluma atfedilen roller ve tanımlamalarda farklı ideolojilerin farklı katgorileşmeler yaptığı söylenebilir. Temel ayrımlar sivil toplum açısından değişimin 1950-60 dönemlerinde kalkınma odaklı tarışmalar, 1960-70 döneminde ekonomik kirizlere cevap olarak ortak alternatif geliştirmelere dayandırıldığı, 1980 sonrası dönemde yeni kırılmalarla kavramın değiştiğini göstermektedir. Bu dönemde 3. sektör, 3. yol tartışmaları sıklıkla yapılmıştır. Tartışma devlet ve piyasa, kuzey güney ikilemleri ve soğuk savaş uygulamalarına alternatif olarak yeni bir kalkınma modeli, yeni insan hakları kavramlaştırması, çevre hakları ve demokratikleşme bağlamında gelişmiştir. 1990 sonrası dönem globalleşmenin sonuçları ve sağladığı imkanlar ile ve etkilerine tepki olarak gelişen “global sivil toplum” kavramını gündeme getirmiştir Günümüz sivil toplum tartışmalarında ortak tanımlama devletten ayrı var olan ve otoriter devlete karşı farklı bir alanın işaret edilmiş olmasıdır. Bu anlamıyla sivil toplum demokrasinin yeniden canlandırılmasının temel unsuru olarak ele alınmıştır. Sağ politikaların ekonomiyi sol politikaların devleti öne çıkarmalarına alternatif olarak sivil toplum kurumsal bir hareket olarak üçüncü bir yol olarak tanımlanmıştır. Farklı alanlardaki örgütlenmelerin ortaya çıkması ve kamu yararını farklı bir şekilde savunmaya başlamaları günümüz sivil toplum kuruluşları açısından bir başlangıca işaret etmektedir. Yeni kurumlar, yeni aktörler ve yeni bir dilin oluşması öncelikle kalkınma alanında daha sonraları ise “demokratikleşme” ve insan hakları alanlarında ortaya çıkmıştır. Gönüllü ve kar amacı gütmeyen kuruluş tanımını da gündeme getiren bu gelişmeler sivil toplum alanında yapılan tartışmalara yeni boyutlar katmış ve “kar amacı gütmeyen” ve “hükümet dışı” kavramının kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır. Diğer yandan kar amacı gütmeyen tanımlamasının sivil toplumun tarafsızlık özelliğiyle açıklamanın yeterli olmadığını ve politik bir proje olduğunu, özelde devlete karşı son zamanlarda da piyasaya karşı direncin oluşturulduğu ve kamusal politikaları etkileme ve baskı aracı oluşturma alanı olduğu yönünde yaklaşımlar da gündemdedir. Cohen ve Arato sivil toplumu devlet ve birey arasında, bireysel ihtiyaçlar ve bireylerin katıldıkları sosyal kurumlar arasında aracılık yapan bir alan olarak tanımlarken özerk, gelenekle ilişkisi otoriter olmayan, refleksif, sürekli dönüşüm içinde olan, demokratikleşme ve refah devleti uygulama süreçlerinin devamı olarak görürler. Habermas sivil toplumun Hegelci gelenekte tanımlandığı halinden uzaklaşarak özel alanda tanımlanan ekonomiyi dışta bırakarak kendiliğinden oluşan devlet dışı örgütler, ekonomik ilişkiler dışında kalan ve kamusal alandaki iletişim yapılarını kullanan ve “genel çıkar” doğrultusunda sorun çözen gönüllü kurumlar tarafından oluşturulduğunu belirtir. Kurumsallaşmış sorun çözme eşitlikçı ve açık kurumsallaşma önemli özellikler olarak öne çıkar. Kaldor farklı kullanımlar ve ideolojileri göz önünde bulundurarak aşağıdaki sınıflamayı yapmıştır. Tür Bölgesel olarak sınırlandırlmış Global Sivil Toplum Hukukun Üstünlüğü/Sivillik Kozmopolit ve global düzen Burjuva Sivil Toplumu Devlet ve aile arasında kalan bütün örgütlenmeler Ekonomik, sosyal ve kültürel globalleşme Aktivist Sosyal hareketler ve aktivist yurttaşlar Evrensel kamusal alan Neoliberal Hayırsever kurumlar, üçüncü sektör ve gönüllü kuruluşlar Demkratikleşmenin özelleştirilmesi ve humanizm Postmodern Yukarıdakilere ek olarak ulusalcılar ve köktendinciler Yarışan/çekişen global ağların çokluğu Kaldor’un sınıflandırmasına göre Sivil toplum (societas civilis) hukukun üstünlüğü ve politik politik topluluk özelliğine göre bireylerin açık veya örtük rızalarına dayanan barışçıl bir düzendir. Toplumsal ilişkilerin örgütlenebilmesi için şiddet minimum düzeye indirilmiş ve devlet yasal güç kullanma hakkına sahip düzenleyici bir konumdadır. Buna karşın aktivizm bağlamında devletin ve hukukun üztünlüğüne vurgu yapılması devletin gücünün sınırlandırılmasından ziyade gücün yeniden dağılımına odaklanır. Uluslararası düzeyde önemli olan ise uluslararası savunu ağları tarafından kullanılan ve glbal kamuoyunun dikkatini çeken kampanyaların düzenlenebileceği araçsal olmayan iletişimin mümkün olduğu glabal kamusal alanın varlığıdır. Neoliberal tanımlamayaa göre sivil toplum pazar politikalarından etkilene ve devletin gücünün sınırlandırılarak bazı işlevlerinin sivil toplum örgütlerince üslenildiği bir alanı ifade eder. Sivil toplum bu kategorileştirmede kar amacı gütmeyen, gönüllü ve/veya üçüncü sektör olarak ifade edilen kurumsallaşmış bir alanı işaret eder. Uluslararası füzeyde “global bir devletin” olmaması ekonomik globalleşmenin etkilerini sivil toplum güruhu hafifleterek devletin işlevini görecektir. Buna karşın Valdor postmodern sınıflamanın sivil toplumu rekabet ve çoğulculuğun olduğu bir alan olarak tanımlar. Bazı tanımlarda sivil toplumun Avrupamerkezci olduğu eleştirisi yaygındır. Buna karşın postmodernist tanımlamalar ulusal ve dini kimliklerin de içinde olduğu çok kimlilkliliği sivil toplumun ön koşulu olarak kabul ederler. Sivil toplum örgütlenme çeşitliliği, sektörel farklılık, sosyal hareketlerle olan bağı, farklı kesimlerce yüklenen anlamları ile önümüzdeki dönemde kendi dilini ve çalışma ilkelerini geliştirecek yeteri deneyim ve beceriye ulaşmıştır. Farklı ülkelerdeki yasal tanımlamalar uluslararası düzeyde yeni ve etkin bir aktör olarak sivil toplumun gelişmesini engellememeiştir. Aksine farklı deneyimler global sivil toplum kuruluşların güçlenmesine ve sesini duyurmasına neden olmuş, ulusal düzeyde demokratikleşmenin bir ölçütü olarak sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerine katılımı kıstas olmuştur. Herhangi bir tanımdan bağımsız olarak bakıldığında günümüz sivil toplum alanında öne çıkan ortak özellikler söz konusudur. Bu özellikler 1. Kamunun otoritesinin varlığı kabul görmekle birlikte mevcut toplumsal sorunlara ve siyasal süreçlere yönelik alternatif düşünce ve uygulamaların yapılması için sivil toplum alanının özgün, özerk ve kendi kuralları ile çalışması. 2. “Devletin yetkilerinin” sivil toplum lehine düzenlenmesi 3. Kamu yararı kavramının gündemde tutularak kamu ile ilgili olan her şeyin sivil toplumdaki örgütlü ve gönüllü oluşumlar yolu ile sağlanacağı katılımcı ve farklı çözüm yollarının üretilmesi 4. Farklı kimliklerin ve aidiyetlerin oluşturulabileceği çoğulcu bir alan olarak sivil toplum örgütlerinin özgünlüğü 5. Siyasal ve ekonomik süreçlerde kamu yararına gözlem ve etkilerde bulunmak ve kamunun önemsemediğ ve/veya müdahale etmediğ alanlara dikkat çekmek ve bu alanlarda çalışmalar yapmak. 6. Farklı bir yaklaşımla toplumsal kalkınma fikrinin sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarında müdahil olma ve demokratikleşmenin bir aracı olarak örgütlenmektir. Cengiz Çiftçi