Sivil Toplumun Paradoksu

Sivil Toplumun Paradoksu
Beni duyabiliyor musun?

Hayır. Sesin gelmiyor !

Son günlerde sivil toplum ve proje uygulama alanlarındaki iş ilanlarına yapılan başvurular sayısal olarak ciddi boyutlara ulaştı. Küçük bir iş ilanı için bile binlerce civarında başvuru yapılıyor. Bazı sivil toplum kuruluşları ve şirketler nitelikli uzman veri bankalarını güncellemek için reklam niteliğinde ilanlarla gündeme geliyorlar. Mevcut iş gücünde birikme olduğu sürece çalışanlar kendilerini baskı altında hissediyorlar. İş güvencesi zaten sınırlı olan sivil toplum alanı çalışanlarına yönelik bir güvence oluşturmaktan uzak kuruluşların zayıflığı ile daha da kötüleşmekte. İstisnalar olmakla birlikte sivil alanda ne yazık ki çalışanların durumu gün geçtikçe kötüleşmekte. Çalışma saatlerinde artış, kötü çalışma koşulları, düşük ücretler ve eksik özlük hakları yaygın uygulamalar olarak gündemde. İşveren çalışan ayrımının olmaması, kurum kimliklerinin öne çıkartılması ve kurum içi demokrasinin eksik olması bu sorunların kalıcılaşmasına neden oluyor. Kamusal fayda üretenlerin hakları kamusal faydanın kendisi gündem getirilerek görmezden geliniyor.

Esnek bir sektör olması nedeni ile sirkülasyon oranı oldukça yüksek. Verimlilik gerekçesi ile genelde iki yıllık periyotlarda personel değişiminin yaşandığı sektörde birikmeler artmaya başladı. İş başvurularının şeffaflığını yitirdiği bir ortamda şeffaflık ilkesine aykırı davranan kurumların haberleri çok sık gündeme geliyor. Kayırmacılığın hat safhada olduğu bir dönemde sektördeki uzmanların hak arama kanalları neredeyse yok denecek kadar az. Sendikalarda çalışanların durumu sivil örgütlerde çalışanlardan daha iyi olmakla beraber çokta farklı değil. Sektörel bir üst birlik olmadığı ve sendikalaşma yeterince yaygın olmadığı için hak ihlalleri de sıradan uygulamalar olarak gündeme geliyor. Sivil toplum alanının esnekliği bir kent efsanesi gibi her kesimden nitelikli ama deneyimsiz uzmanı çekiyor. Sektöre girenler bir daha bu sektör dışına çıkamıyorlar.

Küresel düzeyde yaşanan kriz hayırseverlik alanındaki kurumların öncelikle insan kaynaklarında kısıntıya gittiklerini gösteriyor. Sektörün esnekliği çalışanlara göre tanımlanmadığı için hedef gurubun (yardım bekleyenlerin) öncelikleri gündeme getiriliyor. Paradoksal olarak kendi çalışanlarını göremeyen bir sektörel yapının küresel düzeyde hakim olduğunu söyleyebiliriz.

Foundation Center - Vakıflar merkezi’nin Eylül 2009 tarihinde 5.000 kuruluş ile bir araştırma yaptı. Araştırma sonuçlarına göre 2009 yılında sektörde yaşanan %10’lük küçülme 2010 yılında da devam edecek. Görüşme yapılan kuruluşların %60’ı işletme giderlerinde kısıntıya gitti. 75.000 donör kuruluş 2010 yılında bağışlarda %8-13 arasında kesintiye gidecekler. Araştırmaya göre fon veren kuruluşların krize verdikleri tepkiler ve aldıkları tedbirler aşağıdaki tabloda verilmiş.

Kısıntıya Gidilen Alan

%

Personelin konferans ve benzeri etkinlikler için seyehat giderlerinin kısılması

75

Personel maaş artışlarının dondurulması/azaltılması

60

Personele yönelik eğitim giderlerinin azaltılması

40

Kurumsal üyelik giderlerinin azaltılması yada kaldırılması

30

Üretilen yayınların azaltılması

25

Personel pozisyonlarının azaltılması

20

Danışman kullanımının azaltılması

20

Basılı materyal çoğaltımının azaltılması

18

Personel sosyal yarımlarının kısıtlanması veya personel iş yükünün artırılması

15

Ancak bütün bu olumsuz sonuçlara rağmen hayırseverlik alanı daha stratejik bir alan olacak ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar bu krizden güçlenerek çıkacaklar. Bu öngörü son 30 yılda bu sektördeki gelişmelere dayanıyor. 1980 sonrasında sadece ABD’de 100 bin USD ve üzeri fon veren yaklaşık 40.000 vakıf kuruldu. Avrupa Birliği’nini teşviki ve kaynakları ile Birlik ve komşu ülkelerde kurulan sivil yapıların sayıları milyonları buluyor. Bir çok ülkede demokratik sistemin işletilmesinde temel oluşturmaya başladılar bile.