Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kasım Han, Türkiye'de istifa müessesinin demokratik kullanımının en kuvvetli örneğinin, görev süresi dolmadan istifa eden ilk Genelkurmay Başkanı olan Necip Torumtay tarafından geldiğini hatırlatarak, “Demek ki istifa edilebiliyor” diye konuştu.
1987’de Genelkurmay Başkanlığına atanan Necim Torumtay, görev süresi sona ermeden 3 Aralık 1990 tarihinde kendi isteğiyle dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a tepki olarak görevinden istifa etmişti. Torumtay, istifa notunda, “İnandığım prensiplerle ve devlet anlayışımla hizmete devamı mümkün görmediğim için istifa ediyorum” demişti. Torumtay’ın görevden ayrılmasına sebep olarak I. Körfez Savaşı'nda hükümetin tutumuna tepki olarak, ordunun teçhizatının yetersiz olduğu için, Özal tarafından Irak'a karşı ABD ile beraber hareket edilmesine uymak istemediği ileri sürülmüştü.
Cumhuriyet’ten Selin Ongun’a konuşan Ahmet Kasım Han, “Sıfır sorundan sırf sorun diye adlandırabilecek bir noktaya gelmiş olduğumuz aşikar” dedi.
1928’de Türkiye’ye gelen Afgan kraliyet ailesinin Türkiye’de doğan ikinci jenerasyonuna mensup olan Doç. Dr Ahmet Kasım Han, “ABD, patlamayı YPG'nin yaptığına inansa da PYD politikasını değiştirmez” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet’te yayımlanan (22 Şubat 2016) Ahmet Kasım Han röportajı şöyle:
- Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde Türkiye, Ankara'daki canlı bombanın YPG'li olduğuna hiçbir şüphe yok, diyor. Türkiye'nin çok net biçimde söylediğine ABD “evet öyle” demiyor. ABD'den failin YPG'li olduğunu doğrulayan bir açıklama halen yok. Uluslararası diplomasi açısından bu manzara neyin tercümesi?
İnandırıcılık, kredibilite, uluslararası ilişkilerde en az gücünüzün seviyesi kadar önemlidir. Elimizdeki kanıtlar sağlam mı değil mi, sorularından bağımsız bir mesele var burada. Bu durum, ne yazık ki Türkiye'nin uluslararası kredibilitesinin, inandırıcılığının ciddi şekilde sakatlandığının, Türkiye'nin artık inandırıcı olmadığının tercümesi. Türkiye'nin bu konumdan kurtulmasının çaresi, siyasi sorumluluk-siyasi bedel mekanizmalarının hayata geçirmesidir.
- Somutlar mısınız bunu?
Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç, Ankara tren garı, Sultanahmet, Ankara'daki son saldırı… Bu patlamaların tamamı Suriye kaynaklıysa, Suriye meselesini ele alma biçiminizin olumlu ve başarılı olduğunu iddia etme imkanınız yoktur. Doğru politikaları izleyip böylesi yanlış bir yere varamazsınız. Siyasi kimlikli bir karar alıcıysanız, uyguladığınız yanlış politikaların siyasi sorumluluğunu üzerinize almamanız ve neticelerinin siyasi bedelini ödemekten kaçınmanız inandırıcılığınızı erozyona uğratır. Bunu uzun zaman yaparsanız inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Özellikle de gerçeği bükecek araçlardan yoksunsanız, hegemonik bir güç değilseniz uluslararası ortamda bundan genellikle yoksunsunuzdur. Bu durumda sadece politika değiştirerek inandırıcı olamazsınız. Muhataplarınız yalnızca taktik manevra yaptığınızı düşünür. Buradaki çıkmaz budur. Sıfır sorundan sırf sorun diye adlandırabilecek bir noktaya gelmiş olduğumuz aşikar. İç ve dış barışı tehdit altında olan bir ülkede istifa, ağırlığı göz ardı edilecek bir müessese değildir. Not etmeye değecek ilginç bir nokta, Türkiye'de istifa müessesinin demokratik kullanımının en kuvvetli örnekleri, Silahlı Kuvvetler'den gelmiştir. Zamanında geçerliliği bir yana, bugün artık raf ömrünün dolduğu aşikar bir “askeri vesayet” propagandasının hala siyasi hesaplarla kullanıldığı ülkemizde bu bir paradokstur. Sureta demokrasiden görünenlerin da arada bunu hatırlamasında fayda olabilir.
- TSK'den bu anlamda gelen örnek istifa nedir sizce?
Necip Torumtay. (1. Körfez savaşı esnasında ABD ile birlikte hareket ederek Musul ve Kerkük sorununun çözülmesi kararı alan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a tepki göstererek Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifa etmişti. Torumtay, istifa notunda, “İnandığım prensiplerle ve devlet anlayışımla hizmete devamı mümkün görmediğim için istifa ediyorum” demişti. Görev süresi dolmadan istifa eden ilk Genelkurmay Başkanı olmuştu. S.O)Demek ki istifa edilebiliyor.
- Suriye politikası eşliğinde AK Parti bir Necip Torumtay mı çıkarmalı içinden?
Bir mi, beş mi, on mu; ona Rufailer karışır. Söylemek istediğim şu: Siyasi sorumluluk almadan ve siyasi bedel ödemeden yeni politik manevralar da yapsak inandırıcı olamayacağız. Suriye özelinde Türkiye zaten bu manevraları yaptı.
- Neydi onlar?
İncirlik'i açmak, Kobani meselesinde hem de 29 Ekim'de peşmergelerin geçişine izin vermek, “Suriye iç savaşının kızgın çocukları” söyleminden “Bunlar terörist”e geçmek. Hepsi, Suriye konusunda Türkiye'nin manevra değişikliğini gösteren örnekler. Ancak sorumluluğu üstlenmediğiniz, bedelini ödemediğinizde “gelin birlik olalım” dediğinizde artık dışarısı da içerisi de sözlerinize itibar etmiyor.Bu kez itibarı korumak için siyaseten iktidarınızı pekiştirecek bir söyleme tutunuyorsunuz. O da toplumu daha beter bölüyor. Neticede itibarınızı da korumuyor.
- Peki, Suriye bataklığına girmemek üzere, ordudan da "Necip Torumtay" çıkmalı mı sizce?
Bence TSK şu ana kadar bu noktadaki tercihini etkili olarak ortaya koydu. Siyasi gürültü bir yana, bence hükümet de Türkiye’nin tek başına, Batı, özellikle de ABD, desteği olmadan bu işe giremeyeceğinin farkında. Suudiler bile Batı desteği ve sadece Özel Kuvvetler diyorlar. Bu noktadan sonra, bir yerlerden “bataklığa atlamak” baskısı gelirse orada ne olur ve olmalı, bilemem. Ama formül basittir, politikanın yanlışlığını kabul etmek, siyasi sorumluluğu kabul etmek, bedelini ödemek, sınıra sahip çıkmak ve herhalükarda Suriye bataklığından uzak durmak. Bunun gereği neyse, demokrasi sınırları içerisinde herkes onu yapmalı.
- Ya o soru: ABD Ankara patlamasını YPG'nin yaptığına yüzde yüz kani olsa ABD'nin PYD politikası değişir mi?
Değişmez. YPG'nin yaptığına kesinlikle ikna olsa da PYD politikasını değiştirmez.
- Neden?
Amerika’nın önceliği IŞİD'in pasifize edildiği, sahneden sürüldüğü çözümler. Bu bakımdan Rusya'nın Suriye sahasında elde etmek istediği siyah-beyaz, artı YPG manzarası, Amerika'nın da işine gelebilecek bir manzaradır. YPG-PYD, ABD ve Rusya’dan “helal müteffik” muamelesi görüyor.
- Tam burada o soru var. Erdoğan ve Obama'nın telefon görüşmesinin ardından Beyaz Saray ve Beştepe açıklamaları arasında farklar olduğu yansıdı. Beştepe, Obama’nın “Suriye rejiminin ve YPG’nin Kuzeybatı Suriye’deki ilerlemesinden endişe ifade ettiğini” belirtti. Beyaz Saray ise Obama’nın sadece “Suriye rejiminin ilerlemesinden endişe duyduğunu” bildirdi. Ve yine Beyaz Saray açıklamasında Obama'nın, YPG’nin bu bölgedeki koşullardan avantaj sağlayarak yeni topraklar ele geçirmemesi gerektiğine vurgu yaptığı da ifade edildi. Beyaz Saray ve Beştepe kaynaklı bu iki farklı açıklamayı nasıl tercüme etmek gerek?
Bunlar önemli farklılıklar. Ve galiba dikkat çektiğim inandırıcılık eksikliğinin hem sonuçları, hem de bu eksikliği tahkim eder nitelikte. Yani ABD ne Türkiye’nin yaklaşımlarına ikna, ne de buradan yapılan açıklamaları teyid ediyor. Bu vahim. Göründüğünden de vahim. Açıklamalarda bir önemli nokta da “Türkiye’nin kendini müdafaa hakkı” konusu. Bunun meşruiyeti çok vurgulanıyor. Uluslararası hukukta bu hak zaten var. Koşulları karşılarsanız. O da BM Antlaşması'na göre saldırıya uğramanızla mümkün. Ancak mesele saldırıya uğradığınıza uluslararası toplumu ikna etmeniz. ABD açıklamasında bu noktada atıf NATO’ya. Demek ki ABD’nin açısından böyle bir durumda Türkiye’nin yanında durmak NATO çerçevesinde anlamlı. O da Suriye toprağını kapsayan bir koruma değil. Ortada ciddi anlayış farklılıkları var ve bizde kullanılan argümanlar içeride tükettirilse de, dışarıda anlamlı karşılıkları yok.
- En nihayetinde Türkiye şimdi nasıl bir pozisyon değişikliği yapmalı, nasıl bir yeni oyun ve ittifak kurmalı?
Bu soruların şu anda tamamı anlamsız.
- Neden?
Türkiye, Suriye sahasında belirleyici olma özelliğini yitirmiştir. Bitmiş, sıkışmışsın. Kötü tercih ile çok kötü tercih arasındasın. Ne yapsak sorusunun cevabı bugün dış politikaya ilişkin değil. Fazla teorik olabilir ama hadise şu. Bizimkilerin kafa yapısı her şeyi siyah ve beyaza indirgiyor. Ve üstelik herkesi tercih yapmaya zorluyorlar. Dünyayı siyah-beyaz, iyi ve kötü olarak yansıtıyorlar. Böylesi bir anlayışla dış politika yönetemezsiniz. Az buz değil, Suriye bugün dünyanın en önemli sorunu. Bütün dünya güvenlik mimarisinin geleceği belirleniyor Suriye'de. Artık şunun farkına varmak zorundayız: Esad bu hafta gidecek, seneye gidecek, değil bu mesele! Suriye denkleminde Esad hiç birşey. Ruslar yarın Esad'dan vazgeçebilir durumda. Yarın! Yeter ki rejim ayakta kalsın ve kendi kafalarındaki coğrafi alanda kontrolü tutsunlar. Nihayetinde de bir büyük güç olarak Ortadoğu'daki varlıkları meşru kabul edilsin. Dünya politikasının yüksek masasında yeniden ciddi bir ağırlık olarak kabul görsünler. Ukrayna ve Kırım'la alakalı konularda üzerlerindeki baskı kalksın. Esad “rehin” bir rejimin sembolü o kadar. Bu ortamda hala “Esad gitsin” diye siyaset yapılması anlamlı değil. Bitmiş bir adam ve geçmişe bağlanmış strateji olmaz. Yel değirmenleriyle savaşırsınız ve stratejik maliyetiniz zirve yapar. Olan budur! Türkiye’nin pozisyonunu sadece “beğendiği” muhaliflere endeksleme lüksü yok artık. Üstelik o muhaliflerin geleceği de kuşkuluyken.
- “Rusya aslında Türkiye ile mücadele etmiyor, Türkiye üzerinden Batı ile müzakere ediyor” diyorsunuz siz.
Tam da bu. Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesinin ardından Rusya, Türkiye ile hiç konuşmadı. Türkiye'yi oynadığı oyunun sujesi haline getirerek, Suriye'deki politikasının konsolidasyonunu sağlayarak, küresel politika üzerinde etki yaratmaya çalışıyor. Bir uçak verdi ve bunun karşılığında esas rakibi olan ABD ile mücadelesinde bir manevra alanı kazandı. Amerika ile müzakeresinde aslında Rusya şunu söylüyor: “NATO üyesi olduğu için Türkiye'ye karşılık vermedim. Büyük bir devlet olarak bu karşılığı vermemek bir tavizdir. Bu tavizimin senin tarafından başka tavizlerle dengelenmesi gerek.”
- Burada şu kısım hayati:Suriye özelinde ABD “altın vuruş”la ne zaman aktif olarak sürece katılacak?
Bunun cevabı önemli ölçüde ABD'de yapılacak başkanlık seçiminin neticesine bağlı. Bizdeki iktidar da bunun bekliyor bir ölçüde. Ancak, ABD'nin yeni başkanı, Türkiye'nin politikalarının ne kadar lehine bir tutum izleyecek? Bilmiyoruz. Fakat öyle olsa bile Suriye'ye hiçbir zaman Amerikan kara gücü girmeyecek. Suriye'de Amerikan kara gücü görürseniz bu, üçüncü dünya savaşındayız, demektir. Bu da kimsenin hayrına olmaz.
- Cumhuriyetçi bir başkan gelse bile Suriye'de Amerikan kara gücü olmayacak mı?
Suriye'de kara gücü olmayacaktır. Suriye'de özel kuvvetlerin ötesinde, Irak, Afganistan türü bir operasyon beklememek gerek. Sekiz ay sonraki manzarada bugünkü trendler hakim olursa, ki aksi bir emare yok, Ruslar Suriye'deki varlıklarını konsolide edeceklerdir. Obama yönetimi ile Ruslar arasında örtülü bir anlaşma var gibi. O mutabakat da şunu içeriyor. Amerikalılar, Rusların Suriye sahasını siyah-beyaz bir satranç tahtasına dönüştürmesine kategorik olarak itiraz etmiyor. Suriye sahası, siyah-beyaz yani IŞİD ve rejim ikilemine indirgendiğinde Ruslarla IŞİD'in temizlenmesi konusunda, bir biçimde, anlaşabileceklerini düşünüyorlar Amerikalılar. Bu onları Suriye’ye batmaktan kurtarıyor. YPG üzerinden etkili olmaları halinde alandaki siyasi etkileri devam edecektir. Bu, Amerika'nın hayati çıkarlarını karşılayan bir yaklaşım olur. Amerika'nın Suriye'deki “altın vuruşu” denilen Rakka'nın düşüşü ancak ve ancak bu konsolidasyondan sonra gelir. Ve muhakkak Ruslarla varılan bir mutabakat çerçevesinde gerçekleşecektir. Bu mutabakatın Türkiye’yi ve önceliklerini ne kadar gözeteceğini ise büyük ölçüde, en ön sıradan seyrederek göreceğiz maalesef.
- Sekiz ay içinde genel trend değişmez ve Rusya, İran, Hizbullah, PYD ve rejim arasındaki ittifak daha da koyulaşırsa, palazlanan İran ve Rusya'nın mutlu günlerine ABD, “durunuz” demez mi?
Mutlaka böyle olmak mecburiyetinde değil. Suriye zaten soğuk savaş boyunca Rusya'nın alanıydı. İran'la ilişkilerini en azından normalleştiren bir ABD açısından Suudi Arabistan istikrarını koruduğu, Mısır çökmediği müddetçe bu kabul edilebilir bir denge. Bizim hatamız şu. Evrenin merkezinde sadece biz varmışız gibi davranıyoruz. ABD'nin dosyalarından sadece biri Suriye.
- Suriye politikasında varılan yerin Pakistanlaşma olduğunu söylemişsiniz. Kastınız tam olarak nedir?
Türkiye'nin Suriye'deki önceliği, bu ülkenin kendisine terör ihraç etmeyen, istikrarlı bir ülke olmasıdır. İkinci aşama ise bu ülke ile ticaret yapabilmek, berisindeki coğrafyaya kolay ulaşmaktır. Bu bağlamda Türkiye'nin işi, Suriye'ye en kısa zamanda istikrarı getirecek çözümleri insani anlamda ve uluslararası hukuka uygun biçimde hayata geçirecek adımları atmaktır. Türkiye bunun yerine uzun bir zaman sınırlarını çift taraflı trafiğe açık tutarak, kendisini cihatçılarla Batı arasında bir tampon ülke konumuna çevirdi. Daha da beteri, içeride kamplar vardı: ÖSO kampları. Pakistanlaşma budur. ÖSO kamplarında Türkiye topraklarında insanlar eğitiliyordu ve gidip Suriye'de savaşıyorlardı. Pakistanlaşma budur. Bizim ülkemiz üzerinden bu ülkeye silah geçiyordu. Pakistanlaşma budur. MİT tırları vs'den bahsetmiyorum. Uluslararası haber ajanslarına göre oradan buradan alınan silahlar Ürdün ve Türkiye üzerinden geçiyorlardı.
- “Pakistanlaşma uyarısı dönemini geçti, Pakistanlaştık” diyorsunuz?
Pakistanlaştık fakat bazı hamleler bu bağlamda bir ölçüde süreci tuttu. IŞİD'in Musul Konsolosluğu'nu işgal etmesi, Türkiye'de bombalar patlatmasından ve İncirlik'in açılmasından sonra Suriye iç savaşıyla ilişkili olarak, özellikle de sınır geçişkenliği noktasında, daha hassas davranmaya başladık. Ve anlaşılıyor ki ÖSO'ya ait kamplar ya da diğer kamplar kapatıldı. Ama halen 62 Sayılı İçişleri Bakanlığı Genelgesi'nin ne manaya geldiğini ve genelge hattında Suriyelilerin barındırıldığı kamplarda ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak bugünkü manzara şunu gösteriyor ki, Türkiye'deki bu kamplar konusunda önemli ölçüde bir düzelme var. Ancak, Pakistanlaşma şu bağlamda devam ediyor. IŞİD ve benzer grupların hücreleri halen Suriye içerisinde yuvalanmış durumda. Görülüyor ki bunlar Türkiye’de eylem yapan ve yapabilecek gruplar. Ciddi miktarda mülteci barındırıyoruz ve bunların önemli bölümü kayıtsız. Bu Pakistan otoritelerine göre de Pakistan’ın en büyük hatasıydı ve başını yaktı. Suriye’deki yabancı savaşçıların Türkiye'yi kullanarak Suriye'ye girdiği ve muhtemelen Türkiye'yi kullanarak Suriye'den çıkacakları, hatta bir kısmının Türkiye'de kalacağı da cabası. Buralarda ciddi güvenlik riskleri hala var. Bir de tabii sınırın öte yakasındaki eli silahlı gruplarla sempati ilişkisi de devam. Bu da Pakistan’a Pakistan Talibanı olarak dönmüştü. Sınırın istisnasız, kayırmasız güvenliği şart.
- Suriye'ye yönelik tutumu, AK Parti’nin kendisini de bir beka sorununa getirdi mi?
Bedel ödememe inatları nedeniyle bir ölçüde, AKP’nin geleceğini de belirleyecek bir olay haline dönüştü Suriye. Mesele ilk başladığında böyle değildi. Ama buraya o kadar çok siyasi sermaye yatırdılar ki. Bir gayya kuyusu Suriye. Attıkça attılar attıkça attılar. Ve ne attılarsa yuttu Suriye. Dış politikayı iç politikanın yedeğine alırsan eninde sonunda dış politikada olan her şey sana içeride bedel olarak döner. O bedeller birikti birikti ve seni adım atamaz hale getirdi. Türkmen politikanızı, PYD söyleminizi değiştirdiğiniz anda hop tüm milliyetçi oyları riske atarsınız artık! Cumhurbaşkanlığından başkanlığa geçmek istenen bir ortamda bu bedeli ödeme heveslisi bulmak zor!