İspanya’nın başkenti Madrid’de 1978 yılında ASALA saldırısında hayatını kaybeden diplomat Beşir Balcıoğlu’nun oğlu Emin Mahir Balcıoğlu, Ermeni dostlarının ASALA tarafından öldürülen diplomatlar için Türklerden özür dileme girişimini, bunun kendilerini ASALA ile özdeşleştirmek anlamına geleceği için engellediğini söyledi. Emin Mahir Balcıoğlu, Hürriyet'e yazdığı bir mektupta, ’Ermeni sorununun bir insanlık sorunu olduğunu" anlattı. İşte Balcıoğlu'nun mektubu: "İlk bakışta özür dilemek çok asil bir davranış biçimi olarak algılanır. Özür dileyen özrün muhatabı karşısında alçak gönüllü bir konuma geçer. Dolayısıyla bir grup aydınımızın Ermeni meselesi ile ilgili özür dilemek kampanyasını okuyunca insan ilk bakışta ’Ne hoş bir davranış, kutlanmalı’ diye düşünebilir. Ama özür dilemek eylemine biraz daha yakından bakıldığında farklı sonuçlar elde edilmesi kaçınılmazdır. Özür dilemek eylemine birkaç açıdan bakabiliriz. İlk olarak, ’Neden özür dilenir’ diye basit bir soruyla başlanabilir. Birinci neden, karşınızdakine kasıtlı olarak zarar veren bir harekette bulunursanız ve de bu yüzden pişman olursanız kendinizi bu pişmanlığın ruhsal ağırlığından kurtarmak için topu muhatabınıza atarsınız. Karşı taraf ister kabul eder ister etmez, artık olay sizi ilgilendirmez. İşte onun içindir ki, birçok insan ilişkisinde, örneğin aşkta, özür dilemenin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Verilen hasar onarılamaz, ancak özür dilemek yıpranan ilişkiyi onarmak ya da uzlaşmak çabasının başlangıcı olabilir. Özür dilemenin diğer bir gerekçesi ise kasıt olmadan karşı tarafa verilen zararla ilgilidir ve uygar yaşamın vazgeçilmez bir davranış biçimidir. Örneğin sokakta yürürken karşı yönden gelen birisine istemeyerek çarparsınız ve özür dilersiniz. Amacınız verilen zararı telafi etmektir. Ama her koşulda özür dilemek, karşılık beklemek üzerine yapılan bir eylemdir. Karşıdan gelen ve çarptığınız kişi sizin kadar iyi niyetli ise verilen hasarı yok sayar, hatta özrün gerekmediğini söyler. Ermeni olmak başka ASALA üyeliği başka Bu basit tanımlamaları konumuza bağlamak gerekirse ilk olarak bazı sorulara yanıt vermekte yarar vardır. Öncelikle kimin adına özür dileniyor? Bu konuda çarpıcı bir örnek vermek isterim. Bundan birkaç yıl önce bir grup iyi niyetli Ermeni bana şunu sormuşlardı: ’Acaba eşleri, babaları ASALA tarafından öldürülen Türk diplomatların yakınlarına gitsek özür dilesek olumlu bir jest olur mu?’ Yanıtım çok kesindi,’Asla böyle bir şey yapmayın’ demiştim. Bu kesin yanıtımı önemli bulduğum iki noktaya bağlamıştım. Birincisi, bu iyi niyetli Ermenilerin ASALA mensupları gibi insanlığını yitirmiş kişilerle kendilerini özdeşleştirmemeleri gerektiğiydi. ’Ermeni olmak bir şey, ASALA mensubu olmak başka bir şey, onların adına özür dilerseniz onlarla bir olursunuz sorumluluklarını paylaşır duruma gelirsiniz’ demiştim. Bu aslında birçok savaşım, dava için geçerlidir. Üstünde durduğum diğer nokta ise ’Böyle bir eyleme girişirseniz karşılık alamazsınız’ düşüncesi idi. Evet, ’Karşılıksız özür, havada kalan bir eylem olur’ demiştim. İki insan topluluğunun birbirine yaklaşmasına ve birbirinin acısına empati kurmak konusunda ciddi bir katkı sağlayamazdı. Oysa burada gerekli olan empatidir, özür dilemek, günah çıkartmak değil, zor olan empati kurmaktır. Empati kurmak için konulara vakıf olmak gerekir, çok çalışmak gerekir, ev ödevi yapmak gerekir ve de her şeyden önce, yürekli olmak gerekir. Milliyetçi tavra tepkiyle özür dilemek doğru değil Oysa bazı aydınlarımıza son yıllarda musallat olan eğilim -ve de biraz da sanırım küreselliğin getirdiği rehavet olacak- sorunlara çok kolaycı yaklaşmaktır. Son yıllarda bunun çok örneğine rastlamak mümkün olmuştur, özellikle 12 Eylül’den sonraki dönemde. Var olan ideolojik ve siyasi kutupların yıkılmasıyla oluşan siyasi boşlukta, bazı aydınlarımız yön bulmakta zorlanmış, dünyada ve ülkemizdeki hızlı gelişen değişimlere ayak uyduramamışlardır. Bu durumun sonucunda ülkemiz için yaşamsal olan birçok sorun için özgül çözümler üretemedikleri için, bu çözüm önerilerini başka mecralardan ithal etmek durumunda kalmışlardır. Her ne kadar bu yaklaşımlar iyi niyetle yapılmış olsalar da, sonuçta toplumumuz için çok büyük zararların söz konusu olabileceği açıktır. Ermeni meselesine de böyle yaklaşıldı, konuyu hiç mi hiç incelemeden ve de birtakım aşırı bağnaz ve saçma milliyetçi tavırlara tepki olarak başkalarının tarihsel yorumlarını sorgulamadan benimseyerek, ’Suçumuzu kabul edelim, özür dileyelim, bu işten vicdanen kurtulalım’ demek suretiyle. Halbuki mesele o kadar karmaşık ki; nüanslarıyla açıktan ya da yer altından hareket eden çok farklı oyuncularıyla, biraz anlamaya çalışsak? Aydınlarımız; bu konuda kaç objektif (başka bir deyişle, iki tarafın da fanatik milliyetçisinin yazdıkları değil) yayın, arşiv belgesi okudunuz? Hiçbir aşırı kinli Ermeni ile oturup konuştunuz mu, ruh halini anlamaya çalıştınız mı, onunla bile empati kurmaya çalıştınız mı? Ya da ruhuna işlenmiş o korkunç nefret duygusunu kavramaya çalıştınız mı ve de sonunda ona acımak durumunda kaldınız mı, öyle bir ruh halinde yaşamanın ne kadar korkunç bir yük altında olmak olduğunu kavradınız mı? Belki de en önemlisi size böyle nefret aşılanmadığından ne kadar şanslı olduğunuzu anlayıp annelerinize babalarınıza şükrettiniz mi? Ermeni sorunu, bir insanlık sorunudur Evet sorun aslında bir insanlık sorunudur. Her ne kadar olaya siyasi ve ideolojik yüklemeler getirilirse getirilsin, doksan üç yıl önceki olaylardan bugün siyasi rant elde etmeye çabalansa da bu aslında bir insanlık meselesidir ve de rakamlarla ölçülemez. O işlere başlanırsa ve de biraz ev ödevi yapılırsa çok farklı sonuçlar çıkabilir, ama işin o kısmı aydınlarımızın ilgi alanı dışındadır. Dağılan imparatorluğun çöküntüsü altında kaç etnik Türk’ün öldüğü ya da ASALA’nın 30 yıl boyunca katlettikleri diplomatlarımız gibi. İşin en acıklı ve zavallı kısmı, böyle bir karşı tezi savunmaya kalkın, hemen aşırı milliyetçi, ilkel, faşist gibi tanımlarla karşı karşıya gelebilirsiniz. Oysa bunların hiçbiri değilsiniz, herkesin acısını insana yakışır bir biçimde paylaşmak, hissetmek istiyorsunuz ama bunu sağlam bir eşitlik ve nesnellik çerçevesinde yapmak istiyorsunuz, her türlü manipülasyonun etkisinden arındırılmış bir biçimde... Son olarak belki de ’aydın’ sözcüğüne eğilmek gerekir, ki bu birçok açıdan çok kutsal bir sözcüktür, aydınlanma çağını, bilgiyi bilimselliği, yüksek ahlák değerlerini çağrıştırdığı için, Antonio Gramsci’nin aydınların toplum içindeki yüce görevlerinin ve sorumluluklarının tanımlarını akıllara getirdiği için. Kendini böyle tanımlayan kişilerin biraz daha içerikli olmaları gerekir, bu iş bu kadar ’hafif’ olmamalı yoksa ’münevver’ gibi uzun yıllardır unutulan sözcüklere mi dönmek durumunda kalacağız?" (Birçok sevdiğim, saydığım kişinin imzasını görünce sübjektif bir tavırla acaba ’sözüm meclisten dışarı’ mı demeli diye düşünmedim değil ama yine de bu yorumları aydın olarak kendi konumlarımızı sorgulamamız için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanmaktayım.) Ermenilerle uzun süre çalıştı Emin Mahir Balcıoğlu, Mimarlık öğrenimini 1975 yılında İtalya’ da tamamladıktan sonra Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde asistan olarak görev yaptı. ODTÜ’de on yıl boyunca öğretim üyesi olarak çalışan Balcıoğlu, daha sonra yurt dışında ve Türkiye’de birçok kültür ve eğitim kurumunun kuruluşunu ve işletmesini üstlendi. Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi kurucu müdürlüğünü yapan Balcıoğlu, iki yıla yakın süre Türk-Ermeni Uzlaştırma Komisyonu çalışmalarına da katıldı.