Zirve, Rusya'nın Suriye'de elde ettiği, askeri "başarı"nın siyasi bir sonuca dönüşmesi için düzenlendi. Bugün Suriye dediğimiz yer eski Suriye değil. Astana'dan Soçi'ye uzanan süreçte Rusya'nın yeni Suriyesi yavaş yavaş şekilleniyor. 3'lü zirvenin tüm aktörlerinin beklentilerinin aynı olmadığı açıktı. Her ne kadar toplantı metninden ortak noktalardan bahsedilse de basın toplantısında 3 lider de kendi önceliklerini ön plana çıkarırken, anlaşmanın özüne ters gelmeyecek farklılıklarının altını çizmeyi ihmal etmedi. Aslında ilk bakışta İran ve Rusya'nın pozisyonlarının birbirine göreli olarak daha yakın olduğu, Türkiye'nin ise henüz ikna olmadığı noktalar olduğu görülüyor.
Türkiye'nin beklentileri
Türkiye'nin Soçi'deki toplantıdan temel beklentileri nelerdi? İki temel beklentiden sözedebiliriz. Birincisi, Suriye'nin yeniden inşa edildiği süreçte bu sürece yön veren ülkelerden birisi olmak. Türkiye, savaş bitmese de çatışmaların sonuna yaklaşıldığının farkında. Bu evrede ortaya çıkacak siyasi çözümün kendisi açısından bir tehdide dönüşmesini istemiyor. ABD'nin işgaliyle Irak'ın yeniden dizayn edildiği dönemde Türkiye sürecin dışında kalmıştı. Şimdi, aynı riski almak istemiyor. Üstelik, Türkiye'nin Suriye içinde askeri varlığı olduğu da unutulmamalı. Siyasi süreç tamamlandığında Türkiye'nin Suriye'deki varlığına ilişkin kararların, Türkiye'nin bulunmadığı bir ortamda alınması onu zor durumda bırakacaktır. Ayrıca, üç ülkeyi biraraya getiren şey Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması ve bu da Türkiye'nin beklentisiyle tamamen uyumlu.
Türkiye'nin ikinci beklentisi ise PYD'nin siyasi çözümün bir parçası olmasını engellemek. Son dönemde Türkiye'nin tehdit algısının merkezini Şam Yönetimi'nden ziyade Kuzey Suriye'de PYD kontrolündeki yapı oluşturuyor. Bu evrede bu yapının resmileşmesi ve meşrulaşması engellenemezse, ileride Türkiye için daha büyük sorunlar doğacağı düşünülüyor. Bu nedenle Türkiye'nin masada olmak isteği çok ağır basıyor. Varılan aşamada Rusya'nın etkisiyle Suriye'deki siyasi denklem değiştiğinden Türkiye'nin PYD kontrolündeki bir bölgeyi engellemesinin yolu merkezi hükümetten, yani en azından bir süre daha Esad'ın iktidarını korumasından geçiyor.
Zaten Putin de toplantının hemen öncesinde Soçi'de Esad'ı ağırlayarak yakın geleceğe ilişkin vizyonunu ortaya koydu. Putin, "Esad bir süre daha görevde kalacak. Bunu kabullenin mesajı" verdi. Fakat, Esad açısından mevcut durumun tamamen sorunsuz olduğu söylenemez. Putin'in Esad'ı generalleriyle tanıştırırken kullandığı ifadeler açık bir patronaj ilişkisini gösteriyordu. "Suriye'yi sen değil ben kurtardım; kararları da ben veririm." Bu da geçiş evresinden sonra Suriye'de mevcut iktidar yapısının korunduğu, ancak kişilerin değiştiği bir döneme girebileceğimizi düşündürüyor.
Türkiye'nin politikasında bir değişiklik var mı?
Önemli aktörlerin çoğunun Esad'ın en azından kısa vadede görevini sürdürmesi üzerinde hem fikir olduğu ortadayken Ankara bu konuda diretmenin bir fayda getirmeyeceğini düşünmeye başlamış görünüyor. Üstelik, daha acil ve stratejik bir tehditle yüzleşebileceğini düşünüyor. Bu nedenle, Esad'ın iktidarda kalmasından memnun olmasa da, önceliği başka bir soruna vermek zorunda hissediyor olabilir.
PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde bir yönetim kurması ve ABD'nin verdiği silahlarla donattığı büyük çaplı bir silahlı güce ulaşması Ankara için çözülmesi gereken öncelikli sorun. Dahası, bu durum kısa vadede olmasa da uzun vadede Şam açısından da sorun olarak görülüyor. Şam, şu anda PYD ve kazanımları konusunda sessiz olabilir fakat muhtemelen ne Şam ve ne de Tahran Türkiye'nin PYD konusundaki sert tutumundan rahatsız değil. Her ikisi de Türkiye kadar üst perdeden konuşmasa da ABD destekli bir YPG/SDG yapısının Suriye'de güçlenmesinden tehdit algılıyorlar.
Bu nedenle tüm gözler Rusya'nın PYD konusundaki tavrına dönmüş durumda. Rusya'nın PYD'den desteğini çektiğini söylemek doğru değil. Tersine eğer PYD Suriye'nin geleceğinde siyasi açıdan bir yer bulabilecekse, bunun anahtarını Rusya elinde tutuyor. YPG'yi silahlandırarak bugünkü haline getirenin ABD olduğu açık olsa da Rusya'nın sağladığı koruma da unutulmamalı. Örneğin, Afrin'de, Türkiye'nin operasyonunu engelleyen temel güç ABD değil Rusya olmuştu.
Rejim Türkiye için önemini koruyor
ABD'nin Suriye'de ucu açık bir askeri taahhüt verdiği söylentisi yayılmaya başlıyor. Fakat, İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Suriye Hükümeti'nin davet etmediği askeri güçlerin çekilmesi çağrısının öncelikli hedefi ABD askerleriydi. Bu noktadan sonra YPG ve PYD'nin kaderi ABD'nin ve Rusya'nın tutumuna bağlı. ABD, Suriye'den çekilmeye yönelirse PYD yalnızlaşacaktır. Bu nedenle, Rusya'ya her fırsatta göz kırpıyor. Keza, Rusya da baştan itibaren PYD ve YPG ile dengeli bir ilişkiyi tercih etti. Bu nedenle, böylesine hassas bir dengede Rusya'nın PYD'den tamamen desteğini çekmesi pek mümkün değil.
Rusya, eğer Suriye'yi uzun vadeli olarak kontrol altında tutmak istiyorsa önünde iki yol var: Ya nüfusun çoğunluğunu kapsayan ve ama kendi kontrolünden çıkabilecek bir siyasi oluşuma giderek mevcut sorunu çözecek ya da nüfusun çoğunluğunun dışlandığı ancak azınlıklar arası bir ittifakın çoğunluğu dengeleme yoluna gittiği bir çözüm bulacak. İkinci seçenekte istikrar tam olarak sağlanamasa da Moskova'nın Şam üzerindeki etkisi daha kalıcı olacaktır. Bunun yolunun PYD'yi Esad'ın liderliğini koruduğu bir sisteme entegre etmekten geçtiğini düşünüyor olabilir. Bu seçenekte PYD istediğinden çoğunu alamayacaktır. Fakat, Kuzey Irak'taki gelişmelerin gösterdiği gibi her şeyi almak isteyenin elindekini de kaybettiği bir bölgede Rusya ve rejimin PYD'yi törpüleyerek sisteme entegre etmek istemesi olasılığı çok güçlüdür. Bu noktada tek sorun Türkiye'nin karşı tavrıdır.
Bu nedenle Soçi Zirvesi ister kısa ister uzun vadede Türkiye'nin ikna edilmesiyle bir hedefe ulaşabilecek duruma doğru evrilebilir. Türkiye'nin Suriye politikasında artık rejim birincil sorun değil, ancak hala önemini koruyor. Şu ana kadar İran, ABD, Suudi Arabistan ve Batı ülkelerinin çoğu politikalarında revizyonlar yaptı. Türkiye'nin de Suriye politikasını gözden geçirilmenin ötesine geçti. Zaten Türkiye'nin sabit bir noktada kalması ve değişen şartlara uyum sağlamaması ilginç olurdu. Fakat, Soçi'den sonra 3 ülkenin tamamen anlaştığını söylemek ve Rusya'nın PYD konusundaki olası dayatmalarını Türkiye'nin kabul etmesini beklemek de gerçekçi olmaz. Son derece köklü ilişkilere sahip olduğu ABD'yle ilişkileri bile bu nedenle bozulmuşken Türkiye'nin PYD ve YPG'den algıladığı tehditten geri adım atması ihtimali mümkün görünmüyor.
Serhat Erkmen
©Deutsche Welle Türkçe
Doç. Dr. Serhat Erkmen Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı olarak görev yapmakta.