T24 - TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, yeni küresel dengeler kapsamında Türkiye’nin dış politika eğilimlerini değerlendirdi. 'Görüş' dergisinin Ağustos sayısında bir makale yazan Boyner, Türkiye için ekseni kayan bir dış politikadan ziyade, küresel refah dengesine uyum gösteren bir dış politikadan bahsetmek gerektiğinin altını çizdi. Ümit Boyner, iktidar partisinin dış politika tercihlerinin bir tür içsel tutarlılığının olmasının, bu tercih setinin, bir bütün olarak, Türkiye’nin orta-uzun dönemli refahını artırabileceği anlamına gelmeyebileceğini vurguladı. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı konuyla ilgili olarak, “Ekonomik birimler olarak, tüketici, işveren, işçi olarak, Türkiye’yi sürdürülebilir yatırım ve ticaret kanallarından uzaklaştıran dış politika tercihlerini benimseyemeyiz” ifadesini kullandı. Boyner'in TÜSİAD'ın Görüş dergisi Ağustos sayısında yayımlanan makalesi şöyle: Son aylarda, belki de hiç tecrübe etmediğimiz kadar dış politika gündemine kendimizi kaptırdık. Türk dış politikasında bu denli bir aktivizm döneminin hafızamızda kaydı bulunmuyor. Genellikle transatlantik perspektifini kendine çıpa olarak alan ve bu referansın izdüşümünde hareket eden Türk dış politikası, son aylardaki Hükümet tutumuyla dış politikanın “ortadoğululaştırıldığı” eleştirisine maruz kaldı. Bu tutumun dış politikada bir eksen kaymasına denk düştüğü ve hatta bu tercihin uzun soluklu bir dönüşümün parçası olduğu eleştirileri yapıldı. Bu dönemde konu hakkında iç ve dış basında sayısını hatırlayamadığımız kadar çok analiz çıktı.Aslında, Türkiye’nin dış politika gelişmeleri gerçekten önemle izlenmeyi ve tartışılmayı hak edecek nitelikte. 2009 yılı başında Davos’ta yaşanan Erdoğan-Peres tartışması, Ermenistan açılımı, komşu ülkeler politikası, ABD ile ilk defa Büyükelçi çekme aşamasına ulaşan 24 Nisan krizi ve son olarak Türkiye ile Brezilya’nın BM’nin İran ambargo kararına karşı tutumu, geleneksel parametreler çerçevesinde ele alınmayacak bir çeşitlilik içeriyor.Konuya iki ölçekten bakmak yararlı olabilir. Öncelikli olarak dış politika olgusunu ve dış politikaları genel olarak belirleyen doğal etmenleri küresel ölçekte ele almalıyız.Bir iş dünyası temsil örgütü olarak, temel bir çıkarsamayı kolayca yapabiliyoruz: Kürede değer yaratma eğilimi bariz bir şekilde doğuya kayıyor. Dünyanın değer yaratan alanlarıartık nispi olarak Türkiye’nin batısından doğusuna doğru ilerlemiş durumda. Üstelik bu gelişmede hiç şaşırtıcı bir unsur yok. Soğuk savaş dönemi sonrasında ticari bir oyuncu halinegelen Rusya, enerji piyasasında söz sahibi olan Karadeniz ve Hazar Denizi ülkeleri, her yıl Anglo-Sakson dünyasının 5-6 katı büyüyen bir Güney Doğu Asya her koşulda doğu-batı üretim ve tüketim dengesini şüphesiz kaydıracaktı.2008 yılı itibariyle ortaya çıkan küresel kriz, bu batı-doğu salınımını daha da hızlandırdı ve saydamlaştırdı. Doğu’da büyüme önemli bir kayıp söz konusu olmadan devam etti; üstelik bölgenin önemli bir bölümünde piyasa ekonomisi kuralları, bağımsız Merkez Bankası, müdahaleli olmasına rağmen dalgalı kur ve disiplinli kamu maliyesi anlayışı da geçerliydi veya kontrollü bir geçiş için emniyetli bir aşamadaydılar.Soğuk Savaş döneminin güvenlik eksenli oyun teorisi nispi önemini kaybettikçe, küresel refah arayışı ön plana çıkıyor ve Türkiye de bu doğu-batı salınımına uyum gösteriyor. Türkiye’nin bulunduğu bölgede “Soğuk Savaş dönemi” dış politikasının belirlediği kısıtlamalar ortadan kalktıkça, Türkiye iktisadi açıdan hak ettiği rolü oynamaya başladı ve bölgede önemli bir iktisadi güç haline dönüştü.Bu ölçekte anlaşılır bir gelişmeden bahsetmek mümkün: Türkiye için, ekseni kayan dış politikadan ziyade küresel refah dengesine uyum gösteren bir dış politikadan bahsetmek gerekiyor. Üstelik bu dış politika gelişmesine bir tercih demek bile zor. İhmal edilebilir farklılıklar ile her Hükümetin bu dönemde benzer dış politika tercihleri yapacaklarını düşünmek gerekir. Kaldı ki, iç politika ve refah izdüşümü olmayan bir dış politikanın hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.Diğer ölçek ise bu dış politika gelişmesinin reel-politik karşılığıdır. İktidar Partisinin tartışmalı Hamas teması ile başlayan ve birbirini besleyen bir seri dış politika tercihi vardır. Bu tercihlerin bir tür içsel tutarlılığının olması bu tercih setinin bir bütün olarak Türkiye’nin orta-uzun dönem refahını artırabileceği anlamına gelmeyebilir. Yani ekonomik birimler olarak, tüketici, işveren, işçi olarak, Türkiye’yi sürdürülebilir yatırım ve ticaret kanallarından uzaklaştıran dış politika tercihlerini benimseyemeyiz. İran’ın ürettiği nükleer gücün barışı mı / savaşı mı getireceği konusu şüphesiz önemlidir, ancak Türkiye açısından risk ne kadar bölgesel ne kadar küreseldir? Bunları bilmek pek mümkün değil, uzmanlık alanımız hiç değil. İsrail ile ilişkilerde yaşanan kopma, dolaylı olarak Ermenistan probleminin çözümsüz kılabilir mi? ABD ile ilişkiler gerilirse, NATO’da Yunanistan - Türkiye dengesi değişir mi? Bu konuların hiç birisinin yanıtını tam olarak bilmiyoruz.Ancak iyi bildiğimiz birkaç konu var: Birincisi; Batı-Doğu salınımı sürecinde, Türkiye’yi bölgesel güç olma düzeyine taşıyan temel öğe, bölge ülkelerine göre neredeyse 1 asırlık farkla kurma yoluna girdiği, demokrasi, laiklik ve piyasa ekonomisine dayalı sistemdir.İkinci tespitimiz ise; yeni küresel düzenin, işbirliği yaparak sürdürülebilir yüksek refah düzeyine çıkışın düzeni olduğudur. Refah arayışı tüm konvansiyonel dış politika anlayışını sarsacak kadar kuvvetlidir. Soğuk Savaş Döneminin tehdide dayalı vasati dengesinin yerini, işbirliğine dayalı refah dengesi almak üzere. Eski gözlüklerle yeni dengeleri iyi göremeyebiliriz. G-20 oluşumuna ve ileri kurumsallaşmasına bu bağlamda büyük önem vermek gerekiyor.Bu vesileyle, Soğuk Savaş dönemini çok iyi betimleyen “Mahkumun Çıkmazı Oyunu – Prisoner’s Dilemma” matrisini aşağıya taşıdım. Aynı matriste hem Soğuk Savaş, hem de yeni dönemin küresel işbirliği dengeleri var. Oyunun “vasati güvenlik” dengesi yerine, işbirliği ve refah ile sonuçlanmasında ise, okuyucularımızın “Akıl Oyunları” filminden hatırlayacakları ve 1994 yılı Nobel Ödülü sahibi Nash’in katkısını anmak isteriz.
Kırmızı (I) ve (II) Batının tercihlerini, Mavi (I) ve (II) de Doğunun tercihlerini gösteriyor. Matris hücrelerinin içindeki sayıların ilki Batı’ın (kırmızı), ikinci ise Doğu’nun (mavi) elde edeceği refah düzeyini temsil ediyor. Doğal olarak (1,3) veya (3,1) dengeleri, bir tarafın kesin galibiyeti veya ağır mağduriyeti anlamına geliyor. Her iki oyuncunun da (II)’inci stratejilerini oynamaları durumunda (1,1) getirisi yani güvenlik olgusuna dayalı vasati denge, her iki oyuncunun da (I)’inci stratejilerini oynamaları durumunda (3,3)getirisi yani işbirliği olgusuna dayalı küresel refah dengesi elde edilmektedir. Oyunun işbirliği olmadığı durumdaki doğal dengesi (1,1) hücresidir.