‘Sol dini öğrenme zahmetine girmedi, darbeleri siyasi araç olarak gördü...’

‘Sol dini öğrenme zahmetine girmedi, darbeleri siyasi araç olarak gördü...’

- Hazal Özvarış

[email protected] 

 

Tuba Çandar, nehir söyleşi ile hayatını aktardığı Murat Belge’ye ‘'Bir Hayat…” adıyla yayımlanan kitabın “Birikim dergisi” bölümünde soruyor:

“Sol hareketteki dogmatizmin karşısında yer alan derginin teorisyeni sen misin?”

‘’Yoo’’ diyor Belge, anlatıyor:

“Ömer’di teorisyen… Ömer aslında benden çok daha özgün düşünen bir adamdır. Çok da cesurdur; çevresine hiç bakmadan, doğru gördüğü şeyi savunur. (…) Sınıf meselesinin proletaryaya, bilmem neye filan değil de, bilgiye dayalı olduğu tahlilini getirmişti. Ben bu kadar cesur şeyler yapmadım doğrusu…”    

Ömer Laçiner, Belge’yle 1975’ten beri Türkiye’nin en itibarlı dergilerinden Birikim’i çıkarıyor. 37 yıllık süreçte tek kesinti var ki, gerekçe malum; 12 Eylül 1980 darbesi. Sıkıyönetim kararıyla “zorunlu mola” ya giren Birikim, 1989’da Laçiner’in genel yayın yönetmenliğinde yeniden çıkmaya başladı.

Ancak, darbe sonrasında Türkiye ile birlikte Birikim’in de gündemi değişti. ‘80 öncesinde sosyalizmin temel sorunları tartışılırken ‘80 sonrasında derginin ana gündemi, Türkiye ve dünyada solun krizi ve yeniden tanımlanması oldu.

12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa değişikliği referandumu ise Birikim için önemli bir dönemeci ifade ediyor. Sol cenah içindeki “Yetmez ama evet” ile “hayır”cılar arasındaki gerilim,  Ömer Laçiner’in kaleme aldığı başyazı ile somutlaşmış ve Laçiner, “Yeni bir dönemin eşiğinde” başlıklı yazısıyla sosyalist hareket ile bağlarını kopardıklarını açıklamıştı.

T24 olarak biz de 28 Şubat 1997 süreci, öncesi ve sonrasında solun ne yaptığını, Belge’nin tabiriyle “bir şey söylerken kime, neye ters düşer miyim kaygıları olmayan” Laçiner’den dinlemek istedik:

12 Eylül’de işkenceden geçirilen sol, 28 Şubat’ta askere karşı durabildi mi? MGK kararları alınınca ne tepki verildi? Bazı çevrelerde darbe, seçilmiş bir hükümetten neden daha ‘’kullanışlı’’ görüldü? 9 Mart 1971’de sol askeri darbe ile devrim olacağını mı düşündü? Sol, bugün askere ne kadar yakın, ne kadar uzak?   

Söyleşi için önce Birikim Yayınları’nda, daha sonra metin üzerinden geçmek için T24’te buluştuğumuz Ömer Laçiner, sorularımızı büyük bir açık sözlülükle yanıtladı. Kitabın ortasından konuşan Laçiner ile sohbetimizin yarın yayımlanacak bölümünde de konu, Türkiye’de muhafazakârlık olacak.

“Sol hareket, askerle kendisini aynı mahalleden görüyor” diyen Ömer Laçiner’le gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümü şöyle:    

- 28 Şubat sürecinde sol nasıl bir sınav verdi?

Tabii ki parlak bir sınav vermedi, ama asıl sınav vermesi gereken de o değildi. Başta 28 Şubat'ın hedef aldığı birinci hareket Refah Partisi (RP) olmak üzere kimsenin parlak bir sınav verdiği söylenemez. RP mesela bunu demokrasiye ve kendisinin meşru iktidar olma hakkına karşı kabul edilemez bir müdahale olarak görebilir ve böyle davranabilirdi. Nitekim 27 Nisan'da hükümet, ordunun daha ciddi tehditleri karşısında kabadayılık yapmaksızın direndi. “Tehditleri yok sayıyoruz” dediler ve kazandılar. 28 Şubat’ta da bu yapılabilirdi. Fakat o zamanın RP’si demokratik meşruiyetin özel dilini kullanmasını bilmiyordu, hatta bu dilden uzak duruyordu.

- Peki, Erbakan bunu diyememişken, Fethullah Gülen dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'e “İsterseniz okullarımın anahtarları burada” demişken solu tartışmak neden önemli?

Birincisi; güncel durum nedeniyle önemli. Bugün, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hegemonik bir konumda ve kendisine rakip gözükenlerin ciddiye alınabilme imkânları yok. O partiler bir oy gücünü temsil ediyorlar; fakat iktidar alternatifi olarak, yani yeni bir düzen kurmak gibi bir iddiaları yok. İktidarı daha maharetli kullanmak gibi sınırlı bir iddiada bulunacak kadar bile güçlü, inandırıcı değiller.

AKP’ye karşı bir alternatif yaratabilmenin tek yolu gerçek bir sol harekettir. Ama bu sol, her şeyden önce niye sol olduğunun son derece bilincinde olmalı. Sol olmak, halka gidip “Halkımız eziliyor” gibi laflar etmek değildir. Solun iddiası tarihsel olarak, iktisadi paylaşımın bozukluğu meselesinin ötesinde; sıradan insanın yüceltilebileceği ve bu süreçte insanların birbiriyle eşitlenebileceğidir. Solun iddiası ve yeniliği buradadır.

Daha önce de yoksullardan yana olanlar vardı, dinin içinden de böyle akımlar vardı. Ama sol bununla yetinmez, şunu der:

“Sizin düzenleriniz o insanların potansiyellerini kullanmasına izin vermiyor. O insanlar, insani niteliklerini, yeteneklerini açığa çıkartabilme olanaklarını kısıtlayan düzenlere mahkûm edilegeldiler. Bize göre asıl olarak bu imkânlar yaratılmalıdır.”

Sol, bu iddiadadır.

- Birikim'de 2010’daki referandumun ertesinde sol hareket ile yollarınızı ayırdığınızı belirttiğiniz başyazı büyük tartışma yaratmıştı. Bugün 'Türkiye solu' derken kimi kast ediyorsunuz?

Bugün Türkiye'de benim bahsettiğim solu, hareket veya parti gibi bir formda temsil eden kimse yok. Birikim dergisinin var oluş gayesi de bu. Biz 1977'de bu dergiyi çıkarttığımız vakit de sol anlayışının yenilenmesinden söz ediyorduk. Siz ise ekonomik sömürü, işçilerinin haklarının gasp edilmesi gibi temalar üzerinde dönen klasik bir soldan bahsediyorsunuz. Bu mantıkla gelebileceğiniz yerin sınırına geldiniz. Sol gerçekte bu değil!

Sosyalist hareket, kendi var oluş nedenlerine yeniden dönmeli, bunlar üzerinde düşünmeli ve kendini yeniden tanımlamalıdır. Bütün bunları 1989'da yeniden çıkmaya başladığımızdaki başyazımızda da yazmıştık.

- 28 Şubat’ta ne yazmıştınız?

28 Şubat bahsinde de şunu söyledik: Demokrasi, onun ortalama bir formu olarak temsili demokrasi insanlık tarihinde bir aşamadır. En azından sıradan insana egemenlikte sınırlı da olsa bir pay tanır. Bu imkânı genişletmek ve daha elle tutulur bir hale getirebilmek, insanları kelimenin tam anlamıyla siyasetin öznesi haline getirmesini sağlamak gerek. Şimdilik bu imkân oy hakkıyla sınırlı da olsa, bunu hiçe sayan durumlara kesinlikle karşı çıkmak lazım.

- Peki, sol 28 Şubat’ta MGK kararları alınınca ne tepki verdi?

Sol, MGK kararlarının geneline karşıydı. Zaten kararlara tek tek bakıp, “Bunlar bizim benimseyebileceğimiz kararlar, ama şunlar değil” diye bakılabilecek bir durum yoktu. O yüzden başlangıçta açık bir tavır alma söz konusu değildi. 

 

'Çıkar stratejisi darbeyi de sol için araç haline getirdi'

 

- Ancak tam da 28 Şubat’ta soldan “Ne takunya ne postal!” sloganı çıktı.

 

Evet, o geniş kesimin tavrı böyle özetlenebilir. Ama bunlar sadece bu konuda değil; tarihleri boyunca da olay ve sorunlara prensipler açısından değil, kendi siyasi çıkar ve fayda hesapları açısından tavır alagelmiştir.

Sol, siyasi çıkar ve güç elde etme stratejileri üzerine dönen, bütün düşünsel faaliyetini de buna yönelten bir sol olduğu için bütün o eleştirdiği partilerden farksız bir hareket haline geldi. Özgünlüğünü kaybetti. Böyle olunca darbe de herhangi bir siyasi araç haline geldi ve belli koşullarda desteklenebilir oldu.

- O dönemin solu için askerin post-modern darbe yapması, İslam tandanslı da olsa seçilmiş bir hükümetten daha mı faydalıydı?

Öyle gördüler ama bunu net bir şekilde söylemediler. “Biz o da değiliz, bu da değiliz” demeyi tercih ettiler. Ama bu bir görüş ifade etmek değildi. “Ne ederlerse etsinler, bu onların arasındaki meseledir' diyorlardı. Sorduğunuz vakit de “Ben RP'nin iktidar hakkını mı savunacağım!” diyordu.

Evet, savunacaksın! Çünkü prensibi olan insan, prensipten hareket eder. Ama Kürt siyasi partileri dâhil hiçbir siyasi parti böyle davranmadı. Hâlbuki “Ben RP ile ayrıca mücadele ederim, ama kalkıp da bunu RP'nin başkalarının kullanabildiği hakları kullanamadığı koşulda yapmam” diyebilselerdi fark yaratabilirlerdi.

 

'Sol dini, gelenekleri öğrenme zahmetine girmedi'

 

- Siz o dönem herhangi bir girişimde bulundunuz mu?

Ben 28 Şubat'ın geleceğini gördüm ve Ağustos 1996’da ÖDP'ye “Bakın bu iş darbeye gidiyor” dedim. Onları belki ilgilendirir, belki harekete geçirebilir diye şunları anlattım:

“Vaktiyle solun cirit attığı varoşların 1990’lardan beri Refah Partisi tarafından zaptedildiği görüldü ve siz bir türlü buna inanamıyorsunuz. Bu hareketin üstüne geldikleri vakit, Refah Partisi saz gibi eğilecek. Ve onları, ‘nihayet bizim haysiyetimizi koruyacak olan insanlar’ diyerek seçen insanlarda büyük bir hayal kırıklığı yaratacaklar.”

“Çünkü son seçimlerde Tansu Çiller'in partisi dâhil bütün partilerin kampanyasının ana teması bunlardı. Tansu Çiller 'laik bacımız' halinde ortalıkta dolanıyordu, herkes dindar kesime karşıydı. Buna rağmen adamlar birinci parti olarak çıktı. Biz bunun öncesinde dindar insanlarla temas etmedik. Siz sol bir parti olarak bu adamların dilini bilmiyorsunuz, bu dili öğrenin. Vaktiyle, kitle çalışması için oraya nasıl gittiysek, yine oraya gidelim, ama bu sefer bu insanların kendi dünyası içinden konuşarak, düşünüş tarzlarını, dünyalarını ciddiye alarak, öğrenerek, örneğin ayet, hadis nedir bilerek anlatalım derdimizi.”

- Cevap ne oldu?

Sert konuşmak istemiyorum, yapmadılar. Sol hareket, bu insanların uğruna hapislere düştükleri, aşağılanmayı göze aldıkları bu dini, geleneklerini “nedir bunlar” diye öğrenme zahmetine bile girmedi.

- 28 Şubat döneminde ÖDP dışında, başka hangi sol partiler vardı?

EMEP vardı. Neo-faşist olmaktan yüksünmeyen İşçi Partisi de vardı. İP neredeyse bayram edecekti.

- 28 Şubat'ta Birikim dışında, askere karşı net tavır alan bir grup yok muydu?

Şimdi DSİP’li olan bazı Troçkistlerin hakkını teslim etmek lazım. Daha ilkeli bir tavır aldılar. Askeri tehdidin boy gösterdiği zamanlarda hep dürüst tavır aldılar.

 

‘Sol, askerle kendisini aynı mahalleden görüyor’

 

- Şunu anlamak zor; 12 Eylül darbe döneminde işkenceden geçen sol, 28 Şubat’ta neden askere karşı durmadı?

Bakın; çok yaygın ve sinmiş bir faktör olduğu için göremiyoruz, ama bu işlerin temelinde şu var: Sol hareket, orduyu ve güvencesini orduda bulan, güya “çağdaş” yaşam tarzlarının imtiyazlarını korumak isteyen topluluklarla kendisini aynı mahalleden sayıyor. 

- Nasıl?

“Tamam, bizi dövdüler, ailemizden birini öldürdüler ama biz aynı kavimdeniz” gibi bir şey.

- Sebep ne? Laiklik mi?

Evet, görünüşte öyle. Ama şekle indirgenmiş bir laiklik bu. Solda bir kesim, açıkça değilse bile zımnen, asker ve Kemalistleri memleketin doğal seçkinleri sayıyor. Ve onunla aynı mahallede oturduğunu veya oradan çıktığını varsayıyor. O nedenle (solu) birkaç kez katletmiş olsa da bunu “aile içi bir mesele” duygusuyla sineye çekebiliyor. Buna mukabil, örneğin dindarlardan gördüğü daha az vahim bir hareketi (Kanlı Pazar gibi), onlar “öteki mahalle/aileden” oldukları için asla affetmiyor. 

“Bizler bu ülkenin seçkinleriyiz” dediğin vakit muhafazakâr kesimdekilerin yetenekçe ve davranışça geri olduklarını söylüyorsun. Ağır küçümseme ve “bunlar taşralı, gerici, yobaz” yaklaşımı var. Bu tabirleri, kızdıkları için hakaret eder gibi kullanmıyorlar; normal konuşurken yapıyorlar. “Gerici” lafı sadece muhafazakâr kesimin siyasi görüşleri için değil, insanî vasıfları için de söyleniyor. Çünkü böyle görüyorlar ve bu insanların eşitlik talebine çok sinirleniyorlar.

 

'Dev-Genç 12 Mart'a destek bildirisi yayımladı'

 

- Başka bir darbe ve sol: 9 Mart 1971 darbe teşebbüsünde Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk gibi askerin yanında yer alan Milli Demokratik Devrimciler, devrimi askerlerin mi yapacağına mı inandı?

Tabii inanıyorlardı devrim yapacaklarına. Eğer siz devrimden, “kararnamelerle şu tapuları iptal ettim, şu kurumları devlete bağladım”ı anlıyorsanız, gayet tabii buna inanırsınız. 12 Mart'ta “Bu darbenin en azından ilk uğraşacağı biz değiliz” deyip destek bildirisi yayınladı Dev-Genç. Çünkü tüm bunlara prensip ve değerlerden değil, araçsal bakıyorlar.

- Sol, bu devrim anlayışıyla mı demokrasiyi es geçti?

1- Demokrasiyi es geçtiler. 2- Alt sınıfların aslî ihtiyacını, insan yerine konmak arzusunu unuttular. Bu da “sayın” demekle olmaz. Karşınızdaki insanla, iki olgun insan gibi değil de, çocuğa konuşur gibi konuşursanız, o küçük görülme duygusu o insanlara o an nüfuz etmiş olur. Onları insan yerine koymuş olmanızın, eşitlenme amacınızın gerçek ölçütü elbette onlara hangi fiili imkânları sağlamış olduğunuzdur. Onlara besili kol işçileri olmanın ötesinde, bir ufuk sunamıyorsanız, bu makûs kaderden kurtulma umudunu güçlendirecek pratik imkânlar yaratamıyorsanız devrimden de bahsedemezsiniz.  

- Asker ile sol arasındaki bahsettiğiniz akrabalığın başlangıç noktası nereye koyuyorsunuz?

Eğer sola, 1920’lerden başlayan bir hareket olarak bakarsanız o zamanın komünist partisi TKP’yi de katmalısınız. Ama onlar, komünist olmaktan çok SBKP’nin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) aparatlarıydı ve Sovyet dış politikasına tabilerdi. SBKP, Türkiye’deki bir Kemalist iktidarın, kendi dış politikasına muhafazakâr bir iktidardan daha uygun olduğuna ilişkin bir strateji izlediği için onun güdümünde olan TKP de aynı çizgiyi Türkiye soluna içselleştirmiştir. Dolayısıyla, Atatürkçülük ve muhafazakârlık arasındaki her gerilim ve çatışmada Türkiye solu adeta refleksif olarak Atatürkçülüğün yanında saf tutagelmiştir.

1950’lerde dünya iki kampa bölündüğünde Türkiye’deki muhafazakârlar batıya, kapitalist-emperyalist bloğa entegre oldu. CHP de buna onay verdi, ama biraz mesafeliymiş gibi bir tavır aldı. Bu da muhafazakârlarla hiç ittifak aramayan solun CHP’ye yakın durmasını kolaylaştırdı. Ayrıca, 1950’lerde CHP’nin de daha geniş bir taban oluşturmak için solu tolere eden bir hali de vardı. CHP, solun Demokrat Parti’ye oy veren kesimlerini DP’den uzaklaştırabilmek için 1961 Anayasası’na toprak reformunu, işçi haklarını koydu. Çünkü sol bu konuları işleyerek, CHP’ye antipatik işçi ve yoksul köylülerin DP’den uzaklaşmasını sağlayabilirdi.

 

'Yiyin birbirinizi' başlığı sünepe bir pragmatizmdi'

 

- Birgün gazetesinin 2008’de Ergenekon süreci için attığı “Yiyin birbirinizi” manşeti, bazılarının öne sürdüğü gibi bugüne yansıyan “cellâdını sevme” örneği mi?

Evet, aynen. Bu manşet, “Ne cami ne kışla”, “Ne postal ne takunya” gibi lafların devamıdır. Tüm bu ifadeler sünepe bir pragmatizmden başka bir şey değildir. Devrimcilikle, sosyalistlikle alakaları yok, ama maalesef sosyalizm belli bir dönemden itibaren dekadansa düştüğü için, o dekadansı içselleştirmiş bir sosyalizme de çok uyuyor.

- Bugün sol hareket, askere ne kadar yakın, ne kadar uzak? İkinci 28 Şubat yaşansa, tercih edilen yer yine tribün mü olur? 

Her şeyden önce bahsettiğimiz sol, Türkiye’de tavrı merak edilen, önemsenen bir hareket olma konumunu yitirdi, bitirdi. Siyaseten ancak bir zabıta vakası olabilirler. Solun vaktiyle büyük çaba ve fedakârlıklarla edindiği prestij tüketildi. O prestijin kırıntılarıyla idare edip gidiyorlar bugün. 

 

'Bizimle tartışacak derinlikleri yok'

 

- Son soru: Söyleşiyi okuyan sol kesim, söylediklerinize sizce ne eleştiri getirecek?

Sol kesimin bizimle gerçek bir tartışmaya gireceğini sanmıyorum. Kuytu köşelerde, aleyhimize konuşacaklardır elbette. Bizimle açıktan tartışamazlar. Çünkü o güçleri, entelektüel derinlikleri yok. Onun için bu söyleşiyi görmemiş gibi davranmayı tercih ederler herhalde.

 

YARIN: Ömer Laçiner referandum sonrasını ve Türkiye’de muhafazakârlığı anlatıyor…