Halil Berktay uzun bir süredir Taraf’taki köşesinde sol içi şiddetten bahsediyordu. Sonra konu 1 Mayıs 1977’ye geldi ve bilinen tartışmalara vesile oldu. Halil Berktay 1 Mayıs 1977 katliamı üzerinden eleştiri geliştirmek isterken sol gelenekli çevrelerin tepkisini üzerine çekti. Görünen o ki hayırlı tartışmalara vesile olmadan kapanmış olacak. Halil Berktay’ın yazılarını bir süredir izliyordum teorik sorunların dışında acaba Türkiye solu için neler yazacak diye merak ediyordum. Sol içi şiddet gibi bir konuda 1 Mayıs 1977 üzerinden tartışma başlatması isabetli olmamıştır. Görüldüğü gibi buradan yol alınamadı. Geçmişle yüzleşme gibi bir konuda eğer devamlılığı olan bir sorunsa ki sorundur hâlâ. Yakın dönemin izini sürmek daha gerçekçi olacaktır. Kaldı ki örgütler arası şiddet 13 Eylül 1980 günü son buldu. Sol tarihin cevap bekleyen en kıymetli sorusu şudur bence, birbirine yıllarca silah sıkanlar nasıl oldu da bir günde son bulmuştur. 13 Eylül 1980’de son bulan örgütler arası şiddet, 1990’larda örgüt içi şiddet ve infazlara dönüşerek biçim değiştirdi. Bunu da daha çok üç örgüt yaptı. PKK, Dev-Sol ve TİKKO. Eğer aklı başında bir sol içi şiddet eleştirisi - özeleştirisi yapılacaksa bunlar üzerinden gidilmelidir. Yakın dönemde sol şiddeti diğer adıyla devrimci şiddeti konuşmak isteyenler esasen 1990’lı yıllara bakmalıdır. Ama her nedense ne zaman bu dönemden söz açılsa üç maymun oynanmaktadır. Devletin siyasi cinayetlerine çok duyarlı olan solcu, aydın-yazar ve insan hakları savunucuları bu yıllarda sol örgütlerin örgüt içi infazlarına sessiz kalmışlardır. Yazanlar ise aynı çevreler tarafından sükût-u suikaste uğramıştır. “İçimizdeki Hapishane” adlı kitabım buna iyi bir örnektir. Kitap, örgütler tarafından, okunmaması gereken karşı-devrimci bir kitap olarak teşhir edildi. Benim ne dönekliğim kaldı ne de işbirlikçiliğim. Özellikle radikal sol örgütlerin yayın organlarında hakkımda hakaretlere, tehditlere varan yazılar çıktı. Radikal sol örgütlerin hapishanelerde işlediği cinayetleri yazmam onları çok rahatsız etti. Örgüt içi infaz yapanlar, işbirlikçi-hain cezalandırdıklarını iddia ediyorlardı. Cinayet sonrası açıklamaları bu yöndeydi. 1990-2000 yılları arasında hapishanelerde örgütler tarafından öldürülenler, devletin bu tarihlerde hapishanelerde öldürdüklerinden daha fazladır. Bu tarihler arasında devletin öldürdüğü siyasi mahpus sayısı İnsan Hakları Derneği kayıtlarına göre 28 iken, örgütlerin öldürdüğü siyasi mahpus 30’un üzerindedir. Daha da trajik olanı örgütlerin öldürdüğü kişilerin kayıtları tutulmamıştır. Hiçbir insan hakları kuruluşunda böyle bir kayıta rastlanmamaktadır. Araştırmalarım sonucu örgütler tarafından infaz edilen 20 kişinin ismine ulaşabildim.
Örgüt içi infazlar hapishanelerde 1990'larda başladı. Bu konuda araştırma yapmak isteyenler şu olaylara bakabilir. PKK’de 1991 Mehmet Şener olayı, Dev-Sol’da 1993 Bedri Yağan olayı, TİKKO’da 1997 Kardelen hareketi. Bu üç örgütün, üç değişik olayın ortak bir özelliği var. Bu üç olayda da örgütsel ayrışma ya da girişimi söz konusudur. Örgütün bölünme korkusu, güç kaybetme korkusu örgüt içi muhalefeti şiddetle bastırmayla sonuçlanmıştır. Abdullah Öcalan 15 bin iç infazdan bahsediyor. Neden niçin söylemiştir araştırmak gerekebilir. Bence bu rakam oldukça abartılıdır, savaşın durumu, PKK’nin örgütsel konumu vb. nedenlerden dolayı gerçeği yansıtmamaktadır. Bu konuda rakam vermek bu durumda henüz erken olur. Ama ben daha somut bir şey söylüyorum. 1990-2000 yılları arasında hapishanelerde yapılan iç infazlar bellidir. Bu infazlar neden yapıldı? Sorusu henüz sorulamadı. Sol bir örgüt 1993’te Bayrampaşa hapishanesinde koğuş basıp tabancalarla örgütten ayrılmış birini infaz etti. Aynı örgüt ajan olduğu gerekçesiyle lise öğrencisi genç kadını infaz etti. Bu infazlar yapılırken aynı blokta 11 sol örgüt bulunuyordu. Tümü de sessiz kalmıştır bu infazlar yapılırken. Örgüt içi bir mesele olarak bakılmıştır. İnfaz yapan örgüt ise, tıpkı devletin yaptığı gibi, “Bu bizim iç meselemiz” diyerek konuşulmasına müsaade etmemiştir. Bırakalım başkalarının konuşmasını tartışmasını, evladı öldürülen aileler bile sesini çıkaramamıştır. Eğer dikkat edilirse bugün bile hiçbir aile çıkıp, örgütlerden davacı olamamaktadır. Sol içi şiddeti tartışan aydın-yazar ve solcular, 1990’larda işlenen örgüt içi infazlara değinmeye cesaret edememektedir. Sol içi şiddet söz konusu olduğunda 40 yıl öncesini konuşmayı tercih ediyorlar. Çünkü o dönemin muhatabı yoktur. Muhatapsız bir konuda istediğiniz kadar konuşabilirsiniz. Eğer sol, geçmişle yüzleşme gibi bir konuda samimi ise 40-50 yıl öncesine değil, daha yakın döneme 1990’lara, bugüne baksın. İstemediğiniz kadar bilgi belge mevcuttur.
1990’larda hapishanelerde yapılan örgüt içi infazlar, ölüm oruçlarının gölgesinde kaldı. Ne zaman sol içi şiddet üzerine yazsam ve konuşsam hemen karşıma ölüm oruçları çıkarılıyor. “İnsanlar ölüm orucunda ölürken, sol içi şiddeti konuşmanın zamanı mı?” demişlerdir. Halen diyenler var. Ölüm oruçları sol şiddetin tartışılmaması için bir engeldir. Öncelikle bu engelin kalkması gerekir. 1996’da yapılan ölüm orucu eyleminden başlayalım, radikal sol örgütlerin başlattığı eylemin, iki önemli talebi var. Biri, Bayrampaşa hapishanesinin açık tutulması, diğeri ise tabutluk olarak değerlendirilen Eskişehir hapishanesinin siyasi mahpuslara kapatılması idi. Bunun için 12 siyasi mahpus ölüm orucu eyleminde yaşamını yitirdi. Bu eylem sonucu talepler devlete kabul ettirildi. Aradan iki yıl sonra radikal sol örgütlerden biri, Bursa cezaevinde infaz yaptı. Bir başkası, Bağımsız koğuşunu basıp saç uzatan bir mahpusun saçını kesti, gerekçe örgüt yapısına kötü örnek oluyor diye. Bağımsız koğuşuna baskı yaptılar. Bağımsız siyasiler başka cezaevine gitmek istedi. Örgütlerin bulunduğu hapishaneler, örgütlerin baskısı sonucu bu insanları kabul etmedi. Bağımsızlar gidecek kalacak bir hapishane bulamadılar. Bağımsız mahpuslar, "Eğer bizi başka cezaevleri kabul etmiyorsa Eskişehir Özel Tip cezaevine gideriz!" dediler. Sol örgüt temsilcileri ,"Siz bilirsiniz" dedi. Ve Eskişehir tabutluğu böyle açıldı siyasi mahpuslara. Devlet değil, örgütler açtırdı Eskişehir Özel Tip hapishanesini. Daha sonra örgütler kendi gruplarına, “Bağımsız tükenmiş döneklerin gittikleri yeri gördünüz mü?” diyerek propaganda yaptılar arkalarından. Amaç örgütten ayrılanları kötülemek olsun da gidecekleri yerin ne önemi var!
Örgüt içi infazlar yapılırken ben hapishanedeydim. Kınadığım, karşı olduğum şeyleri yazmasam sorumsuzluk yapmış olurdum. Birilerinin bu cinayetleri yazması gerekiyordu, o ben oldum. Bunu yaptığım için bütün sol örgütler bana tepkilidir. Umarım bir gün yanlış yaptıklarını anlarlar.1990-2000 yılları hapishanelerde özel bir dönemdir. Çünkü sol örgütler ilk defa bu dönemde hapishanenin iç idari yönetimine hâkim oldular. Komün yaşamlarına hapishane idaresi dokunamadı ya da dokunmadı. Böylesi bir ortamda örgütler koğuşlarında iktidar oldular. Yani gelecekte kuracakları toplumun modellerini oluşturdular. Ve bu süre az bir süre değil, on yıldan bahsediyoruz. Peki, örgütler ne yaptı? Normalde, çok iyi bir olanak olması lazım bunun. Düşünebiliyor musunuz, devlet komün yaşamınıza karışmıyor, her şey sizin elinizde. Ama sonuç onlarca iç infaz. Ben buna karşıtına benzemek diyorum. Her örgüt henüz iktidar olamamış devlettir bana göre. Bu koğuşlarda iktidar oldu, bunu yaptı, yarın dışarıda olur, daha başka şeyler yapar. Henüz iktidar olamamışken bunu yapanlar, yani kendi muhaliflerini öldürenler yarın iktidar olduklarında daha kapsamlısını yapacaklardır. Türkiye de aydınlarla bu konuları konuşamıyorsunuz. Birçoğu benimle konuşurken, “Haklısın ama şimdi bunları konuşmanın zamanı değil” diyor. Devletin cinayetlerine gözü kulağı son derece duyarlı olanlar, örgüt cinayetleri söz konusu olduğunda kör ve sağır oluyorlar. Üzerinde konuştuğumuz bu mesele önü arkası derin bir meseledir. 1990 – 2000 yıllarında sadece hapishanelerde onlarca örgüt infazı olurken, 19 Aralık 2000’de F Tipi operasyonlarıyla birlikte son bulmuştur bu infazlar. Şimdi cevap bekleyen ikinci soru geliyor, Tıpkı 13 Eylül 1980’de birden duran sol şiddet bu kez 20 Aralık 2000’de son buluyor. Her iki durumda da eğer dikkat edilirse devlet müdahalesi ile son bulmaktadır. Böylesi bir durumda insanın aklına başka cin bir soru işareti oluşuyor. Yoksa infazları başlatanda devlet miydi? Kitabımda bu konulara değindiğim için benim ve yayınevi hakkında linç kampanyası sürdürüldü. On yıl önce hapishanelerden beni tehdit eden kırk civarında mektup aldım bu çevrelerden. Arşivimde böyle mektuplar olduğu için pişman değilim ama yazanlar için aynı şeyleri söylemek biraz güç olabilir. Yazanlara ulaşılamamaktadır, muhatap yok ortada. Aslında muhatabı olmayan bir sorunu konuşuyoruz. Bir gün eşi hapishanede örgüt içi infaz edilmiş bir kadınla karşılaştım. “Kimi kime şikâyet edeceğimi bilmiyorum” dedi. Evet, sanırım sorun tam da budur. Faili meçhul yakınları, devletten hesap sormak için savcılıklara başvuruyor. Örgüt içi infazlar için gidip davacı olunacak bir yer yoktur…
Aytekin Yılmaz 1967’de Diyarbakır’ın Ergani ilçesinin Ortayazı köyünde doğdu. Ortaokulu bitirdi. Siyasi faaliyetler nedeniyle 9,5 yıl cezaevinde kaldı. Yayımlanmış eserleri şunlardır: Doğu’nun Talanı ve İnkârı (2001),
İçimizdeki Hapishane / Labirentin Sonu (2003), Hapishaneden Öyküler ve Hapishaneden Şiirler (2005, derleme), Hapiste Yazmak (2006, derleme).
Aytekin Yılmaz, 1997 Musa Anter Gazetecilik İnceleme Araştırma Ödülü,
1999 MKM Film Öyküsü Ödülü, 2003 II. İstanbul Ulusal Kısa Film Festivali öykü ödülü sahibidir.