'Solun geniş kesimi PKK şiddetine 'anlayışla' yaklaşıyor'

'Solun geniş kesimi PKK şiddetine 'anlayışla' yaklaşıyor'

Etyen Mahçupyan (Zaman, 23 Mayıs 2012)

 

Sol ve şiddet

 

Solun şiddetle ilişkisi son günlerin popüler konularından biri.

1980 sonrasında solun şiddet kullanımıyla bir nebze hesaplaştığı ve bugün artık şiddeti savunan bir sol örgütlenmenin olmadığı düşünülürse, tartışmanın yeniden bu eksende oluşması şaşırtıcı olabilir. Ne var ki asıl mesele solun şiddeti 'niçin' tercih ettiğinin sadece pratik düzlemde ele alınması, sol ideoloji ile otoriter zihniyet arasındaki ilişkinin es geçilmesidir. 80 öncesinde sistemle mücadele aranan gerekçeyi oluşturmuştu. Bugün de Kürtlerin hak mücadelesi aynı gerekçeyi besliyor ve solun geniş kesimi PKK şiddetine 'anlayışla' yaklaşıyor.

Bu tutum siyasetin imkânlarını göz ardı eden, cemaatsal varoluşu pekiştirmek üzere apolitik kalmayı kabullenen epeyce marazi bir bakışı ifade etmekte. Çünkü şiddetin anlayışla karşılanmasını 'belki' kabul edilebilir kılan tek koşul siyasetin imkânsız olma halidir. Eğer sözün siyasallaşmasını olanaksız kılan bir tahakküm varsa, şiddete meyletmeyi 'anlayabiliriz'. Ama eğer herhangi bir siyasî tarafın sözü, engelleme çabalarına rağmen, topluma ulaşıyor ve karşılık buluyorsa, şiddet artık sadece siyasî bir tercihtir ve her tercih gibi ideolojik onayı ima eder. Dolayısıyla sol ideolojinin şiddeti 'tercih edilebilir' bir araç olarak gördüğünün, yani şiddet dışı yolların varlığında bile seçilebilmeyi mümkün kıldığının altını çizmek durumundayız.

Bu nedenle soru solun şiddeti nasıl olup da böylesine 'normalleştirdiği', bunun meşruiyetini nasıl kurguladığıdır. Nedensellik zinciri üzerinden yürüdüğümüzde, cevap bizi otoriter zihniyete götürecektir. Yanlışları gören, doğruları bilen ve yanlışın hakkaniyetsizliğine karşı çıkmayı ahlakî bir yükümlülük olarak algılayan; öte yandan azınlıkta olmanın getirdiği çaresizliğin üzerine bir de devlet tarafından ezilen gençlik gruplarının şiddete savrulmasında garipsenecek bir durum yok. Ama buradaki kritik konu nasıl olup da solun kendisini 'yanlışı gören, doğruyu bilen' olarak konumlandırmaya böylesine teşne olduğudur.

Son tartışmalar solun bugün bile kendisine mesafe almaktan uzak olduğunu gösteriyor. 80 öncesinin dünyasında sol içindeki silahlanma ve çatışma eğiliminin, grupları karşı karşıya getirdiği ölçüde 'yanlış' olduğu söylenirken, aynı silahlanmanın ortak düşman karşısında meşru olduğu söylenebiliyor. Yani şiddet işlevine ve sonucuna göre değer kazanıyor. Bizatihi şiddetin sol siyaset ve sol kimlikle ilişkisinde ilkesel bir yanlış görülmüyor.

Bu durum solcuların kendi içlerindeki şiddetin üzerini niçin örttüklerini de büyük ölçüde açıklıyor. Örneğin 77 yılının 1 Mayıs'ında ateş açan solcuları hatırlamamanın nedeni bir utanç duygusu, ya da devlete koz vermemek değil. Bu olayın sol zihni tasavvurda hatırlanmayı hak etmeyecek kadar normal olması. Otoriter zihniyet gücün meşruiyetini doğal yasaların 'hükmü' olarak sunarken, gücü ifade etmenin yollarını da 'siyaset' olarak tanımlar. Böylece şiddet kullanımı 'siyaset' adına yapılmaya başlanır ve bu imkânın varlığında şiddet kullanmamak siyasetin dışına düşmeyi ifade eder. Bu değerlendirmenin ontolojik zeminini de yine otoriter zihniyet çerçevesinde 'biliriz': Gerçeklik daimi bir çatışma halini ifade eder ve antagonistik unsurlar diyalektik bir çevrim içinde çatışarak insanlığı sürekli olarak bir üst düzeye yükseltirler...

Bu metafizik kabul nihayette 'bilimsel' denen bir siyasetle tamamlanmış ve metafiziğin bilimsel sayılabilmesinin karşılığı o bilimsel siyasetin de gerçekte metafizik alanda yer almasına yol açmıştır. Bunun sonucunda sol siyaset metafizik bir uğraşın aktörü haline dönüşmüş ve gerçekçi olmayan, sonuç getirmeyecek eylem programlarını zorlamıştır. Bu bağlamda apolitikleşme ile bilimsellik iddiası paralel olarak derinleşmiş, sonuçta gerçekliğe dokunamadığı ölçüde yaşanan gerçekliğin 'sahte' olduğunu, 'asıl' gerçekliğin ise ancak sol teori ile kavranabileceğini savunan bir marjinal öğretiye hapsolunmuştur...

Sonuç yaşanan gerçekliğin çoğul ve karmaşık yapısının sol tasavvurda giderek anlamsızlaşması ve enerjinin 'asıl çelişki' üzerinde yoğunlaşmasıdır. Böylece çatışmanın aktörlerini 'saflaştırmak', sömürüyü, mağduriyeti ve ezilmişliği 'kategorileştirmek' mümkün olmuştur. Bu bakış gerçek siyasî aktörlerin tercihlerine ve sorumluluklarına ilişkin analizleri ikincil ve tümüyle pragmatik bir alana hapseder. Son kertede 'asıl çelişki' solu kategorik mağduriyetin parçası kılar ve bu da şiddeti rasyonalize eden güçlü bir duygu dünyası yaratır.

Bugün solun şiddeti genel anlamıyla reddetmesi demokrat zihniyetin yarattığı yeni bir anlayışın ürünü, çünkü artık şiddeti savunmak pek makbul bir tutum olarak görülmemekte. Ama solun 1 Mayıs meselesinde hâlâ savunma kaygısı içinde davranması otoriter zihniyetten uzaklaşamadığını da göstermekte.

1 Mayıs'ta asıl hatalı olan tabii ki solun kendisi... Devlete 'hatalı' denemez, çünkü nihayette başarılı olmuştur. Sol ise kaybedendir ve bu kayıpta kendi sorumluluğunu görmekte böylesine direnç göstermesi bir ilave hayal kırıklığından başka bir şey değil.