Soma Kömür İşletmeleri’nin işlettiği Eynez Ocağı’nda 13 Mayıs 2014 saat 15.15’te vardiya değişimi sırasında meydana gelen facianın ardından acı dinmedi. Patlama saatinde 301 madencinin hayatını kaybettiği ve hala kapalı durumdaki maden ocağı girişinde saygı duruşu yapıldı.
Maden faciasında hayatını kaybeden Mustafa Kocabaş’ın eşi Nursel Kocabaş, “Geçen sene bu zamanları hatırlıyorum eşimle hayallerimiz vardı. 301 eş, biz eşlerimizi aynı işe gönderdik geleceklermiş gibi bekliyoruz. 301; 7 otobüs insan yapıyor... Ben eşimle vedalaşamadım. Bir yıldır uyku uyumuyorum. Sanki karşıdaki servis durağından binip işe gidiyor. Sanki servise binip akşam 4-12’den gelecek gibi gece ayak seslerini dinliyorum. Servis sesini duyduğumda Mustafa inecek gibi geliyor” diyor.
Hürriyet gazetesinden Banu Şen, Soma’da facianın birinci yılında 5 aileyle görüştü.
Banu Şen’in Somalı ailelerle yaptığı röportaj şöyle:
Tek katlı eve girer girmez sağdaki duvarda bir madenci bareti, bir ceket ve yelek duruyor. Belli ki aylardır konduğu yerde. Alime Gümcür, acılı bir gülümsemeyle karşılıyor: “Ben bu evi bırakıp gidemiyorum. Recep’le çocuğumuz yoktu, kayınvalidemle yaşıyoruz. Bu evi eşim yapmıştı. Ben bu yerdeki taşları, duvardaki onun el izlerini bırakıp nereye gideyim? Evimiz sanki o gelecekmiş gibi. Burada onun hatıralarıyla, kokusuyla yaşıyorum. Evin içinde de giysileri duruyor. Temizliyorum, kokluyorum. ‘Canım’ diye seviyorum. Kapının önündeki ayakkabılarını her gün silip olduğu yere koyuyorum. Bahçedeki ceketini giyip giderdi. Askıda duruyor böyle... Ciğerimi parçaladı maden.”
“Sözün bittiği yerdeyim” diyor Gülten Kavas... Eşi Ali’yle planladıkları oğullarının sünnetini onsuz ilk Anneler Günü’nde yaptı. Üç gün önce çalışmaya başladığı madende hayatını kaybeden eşinin ardından bir erkek, bir kız çocuğuyla yaşama tutunmaya çalışan Gülten Kavas oğlunun hazırlamaya elinin gitmediği sünnet yatağının başında anlatıyor: “Çocuklarım için yaşıyorum.”
Uğur Çolak şehitlikte toprağa verilirken annesi Gülsüm ve eşi Duygu Çolak’ın feryatları yürek dağlamıştı. 21 yaşındaki Duygu Çolak günlerce büyük aşkla evlendiği eşinin mezarı başından ayrılmamıştı. Evlerinin kapısını çaldığımızda Duygu Çolak işteydi... Baba İsmail ve anne Gülsüm Çolak oğullarından geriye emanet kalan torunlarıyla karşıladı: “Evimizde oğlumuzdan geriye iki küçük torunumuz bir de gelinimiz kaldı. 13 Mayıs zamanın, saatin her şeyin bittiği bir gün bizim için. Ulaş Bereket babası öldüğünde 4 aylıktı. Şimdi 1 yaşını geçti. Babasının duvarlardaki resimlerine bakıp ‘Ba-ba’ diyor.”
Nursel Kocabaş’ın eşi Mustafa en son gün madenden çıkarılanlardan. En çok ona bu dokunuyor. 5 gün eşinin sağ kurtulacağını ümit etmiş. Evinin başköşesinde kaza anında eşinin başında olan bareti saklıyor. O günkü tozu, kömürü ile... “Geçen sene bu zamanları hatırlıyorum eşimle hayallerimiz vardı. 301 eş, biz eşlerimizi aynı işe gönderdik geleceklermiş gibi bekliyoruz. 301; 7 otobüs insan yapıyor... Ben eşimle vedalaşamadım. Bir yıldır uyku uyumuyorum. Sanki karşıdaki servis durağından binip işe gidiyor. Sanki servise binip akşam 4-12’den gelecek gibi gece ayak seslerini dinliyorum. Servis sesini duyduğumda Mustafa inecek gibi geliyor. Ama öyle bir yere götürdüler ki dönecek bir yer değil. Benim oğlum o gün babası 16.00’da gelecek onu tekvando kursuna götürecek diye bekliyordu...”
Kitaplıkta ayrı kaldıkları 10 yılda eşi Zeki’nin onun için tuttuğu günlüğü arıyor Pınar Gezer... Bir yandan gözyaşlarını siliyor. “Kesin oğlum sakladı. Bakıp bakıp ağlıyorum diye...” Sonunda bir yerlerden buluyor. Defteri sanki eşinin ellerini bulmuş gibi okşuyor. Gülümseyerek bakıyor ve anlatıyor, “Bu bir yılda en çok düşündüğüm şeylerden biri pişmanlık. Biz 11.5 yıl önce ayrıldık. 10 yıl ayrı kaldık. Bir buçuk yıl olmuştu barışalı ki onu kaybettim. Şimdi keşke o 10 yıl ayrı kalmasaydık diye düşünüyorum. Soma’da yaşamak çok zor. Ama hatıralarını da bırakamıyoruz.”