Odatv davasından yargılanan ve 682 gün cezaevinde kalan gazeteci Soner Yalçın, Başbakan Tayyip Erdoğan'a seslenerek, "Devlet içinde bir tertip odağı var. Devlete sırtını dayamışlar, zehirli bir ahtapot gibi kolları her tarafa uzanmış. Üzerlerini çizdiklerini tertiple cezaevine atıyorlar. Ben Başbakan’a da sesleniyorum. Biz o böceği koyanları biliyoruz; bize bu tertibi yapanlar da onlar" dedi.
Soner Yalçın, Hürriyet gazetesinden Toygun Atilla'ya yaptığı açıklamada, "İnsan kendisine yapılanları affedebilir. Ama çocuklarına yapılanları unutamıyor. Sadece kendi çocuğum için söylemiyorum. Bu davalarda yatanların hepsinin çocukları için söylüyorum. Çocukların, çocukluklarını yaşamalarına izin vermediler, çocuk yaşta büyüttüler onları. Oğlum minicik bir bebekti benim için cezaevine girdiğimde. Oğlumun gözündeki parıltıyı elinden aldılar. Çocukluk heyecanını elinden aldılar. Şimdi karşımda kocaman bir adam var. Gurur duyduğum kocaman bir adam var" diye konuştu. Yalçın, "Ayrılık vaktinde herkes gözlerini birbirinden kaçırır. Ayrılacağınızı bilirsiniz. Duygularınızı birbirinizden sakınırsınız. Koğuşunuza gider, yalnızlığınıza sarılır, oğlunuzun kokusuna sarılırsınız. Sonrasında hızlı hızlı volta atar, her seferinde sizi sevdiklerinizden ayıranlardan nefret etmemeye, kin duymayacağınıza, kendi kendinize söz verirsiniz. O oyuna gelmemeye çalışırsınız" dedi.
Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş'ın da konuştuğu Soner Yalçın, tutuklanmasından tahliyesine kadar birçok konuda açıklama yaptı. İşte Soner Yalçın'ın açıklamaları şöyle:
"Şu anda üzgünüm. Yalçın Küçük ve OdaTV’yle hiç alakası olmayan Hanefi Avcı’nın hâlâ içeride olmasından üzüntü duyuyorum. Hatta utanıyorum. Ama bu kararlılığımı zedeleyecek değil. Gazeteci iradem çelikleşti. Şunu biliyorum; ben gerçekleri yazdım. Bu gerçekleri daha da büyük kitlelere ulaştıracak bir yayın organları kuracaktım, beni bir tertiple içeri attılar. Devlet içinde bir tertip odağı var. Devlete sırtını dayamışlar, zehirli bir ahtapot gibi kolları her tarafa uzanmış. Üzerlerini çizdiklerini tertiple cezaevine atıyorlar. Ben Başbakan’a da sesleniyorum. Biz o böceği koyanları biliyoruz; bize bu tertibi yapanlar da onlar.
"Ben gazeteciyim. Kızgınlığım olmaz. İşim haber yapmak. Kim gerçeğin peşindeyse onun yanında yer alırım. Kim bu tertibi çözmek isterse onun yanında yer alırım. Bu sadece ODA Tv değil; Deniz Baykal’ı hedefleyen, Ergenekon’daki 51 no’lu CD, Balyoz’daki 11 no’lu CD’yi hazırlayan insanlar. Bu gerçekle yüzleşelim. Bunlar bir güç sarhoşluğu içine girmişler, kendilerini devletin yerine koymuşlar. Kendilerine karşıt olanları yok ediyorlar. Hükümeti de kandırdılar. Başbakan ‘Bu davanın altından neler çıkacak’ dedi. Sonuçta koca bir ‘hiç’ çıktı. Şimdi dönüp ‘Beni kim kandırdı?’ diye sorması lazım. Başbakan’ı Oda Tv konusunda kandıranlar, ofisine böcek koyanlardır. Başka bir yerde aramasın."
"Bana nasıl Kürt düşmanı diyebilir biri. Ben Musa Anter Ödülü’nü almış biriyim Ersever kitabıyla. Ben Behçet Cantürk daha Susurluk olmadan Susurluk çetesi tarafından öldürüldüğünü yazan adamım. Hürriyet gazetesinde ‘Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına inanıyorum’ diye yazdım. Daha ötesi var mı? Ben Kürtlerle birlikte güzel bir Türkiye istiyorum. Kurarız, kurmayız, o ayrı. Ama hakkımda korkunç bir itibarsızlaştırma oldu ve kafalar allak bullak. Kimin sesi gür çıkarsa o bağırıyor. Kadın satıcısı bile dediler ya.. ! Daha ne diyeyim. Bu nasıl söylenebilir. O televizyona çıkanlara bir şey demiyorum. Onu çıkaranlara diyorum. 170 yıllık bir basın geleneğimiz var. İnsanlar gerçeği yazmak için ölüme gittiler. Bu kadar basit olmaması lazım.