Normalde Londra'da yaşayan Sophie Mackintosh, geçtiğimiz ilkbahardan beri, salgın nedeniyle Galler'deki annesinin ve babasının evine kapanmış, bu zorlu süreci üçüncü romanını tamamlamakla geçiriyor. Galli yazar, bana yeni kitabının "tarihi roman" türünde olduğunu, ama bu tanımlamaya ancak çok genel hatlarıyla uyduğunu hemen altını çizerek belirtiyor.
"Sanırım, aynı şeyi distopyayla da yaptım, onu başlangıç noktası olarak kullanıp sonra konunun dışına çıkmak suretiyle. O yüzden okur, tarihi gerçeklerin çok doğru bir şekilde aktarılması gibi bir beklenti içinde olacaksa hayal kırıklığına uğrayabilir," diyor esprili bir şekilde bilgisayar ekranından bana gülümseyerek, ve ardından ekliyor:
"Değişik açıdan bu da bir tarz spekülatif kurgu."
Nitekim o, yakın zamanda Türkiye'de çıkmış olan ikinci romanı Mavi Bilet, ve bir önceki romanı Su Kürü'nde canlandırmış olduğu, esrarengiz, tuhaf paralel dünyalarda geçen, feminist temalara odaklı hikâyeleriyle spekülatif kurgu dalında kendine yer edinmeyi başarabilmiş bir genç romancı.
Geçtiğimiz ocak ayının sonlarına doğru, masalarımızın başında, Mackintosh'la sanal ortamda bir araya geldiğimizde, yazarla ilk olarak, pandeminin günlük hayatımızdaki etkilerinden söz ediyoruz, ki bu konuya ister istemez sohbetimiz içerisinde geri dönüyoruz. Aralık ayında ortaya çıkan, yüzde yetmiş daha bulaşıcı -ve bazı söylentilere göre daha da öldürücü- yeni varyantla Britanya, o günlerde ne zaman biteceği henüz tahmin edilemeyen sıkı bir kapanma dönemine geri dönmüş bulunuyor. Bundan dolayı, ufukta gözüken aşı umutlarına rağmen, vaziyetler -pandeminin üstüne bir de Brexit buhranını eklersek- Sophie Mackintosh romanlarını aratmayacak derecede distopik görünüyor.
Mavi Bilet, kadınların anne olma-olmama tercih haklarını ellerinden alan, bu kararı kadınları bir kura çekimine maruz bırakarak, onlar adına alan baskıcı bir eril düzen içerisinde geçmekte.
Mackintosh'a ilk iki kitabında da distopya temasına yönelmesinin temelinde ne yattığını sorduğumda bana, gerçekçi bir romanda bunu bu kadar alenen yapamazken, distopyanın onun için gerçek-dünya meselelerini inceleyebilmek için enteresan bir yöntem olduğunu belirtiyor ve şunu ekliyor:
"Dünyalar üzerine çok daha fazla hakimiyetim oluyor ve bu benim hoşuma gidiyor."
Mackintosh, her iki romanında da baş karakterlerinin dış dünyaya sırf kendi ekseninden bakan içsel anlatılarıyla, okurun bu "dünyalar" hakkında etraflıca bir nosyon oluşturmasını sağlayacak kadar bilgi ve detayı paylaşmadığından, şüphe ve tedirginliği canlı tutmayı başararak, hikâyelerindeki huzursuz gerilimi son sayfaya kadar taşıyor.
Mackintosh'a Mavi Bilet'in nasıl ortaya çıktığı sorusunu yönelttiğimde ilk olarak, "hamilelik ve annelik üzerine ve bunların [çocuk sahibi olmayı] "istemekle" nasıl bağlantılı olduğuna dair yazmak istedim," diyor ve şöyle devam ediyor:
"Bazı kadınlar çocuk sahibi oluyor, bazıları ise olmuyor ama fikrin merkezinde yatan, tercih hakkı ve bir tarz insan olduğun düşüncesinin sana empoze edilmesi ve insanlar üzerinde birtakım değer yargılarında bulunmanın ne kadar kısıtlayıcı ve saçma olduğu olgusu."
Henüz çocuk sahibi olmayan yazar, bazen böyle bir hikâyeyi neye dayanarak yazmış olduğunu garip bir şekilde savunmak zorunda bırakıldığını belirtiyor.
"Ben gerçekten çok çocuk sahibi olmak istiyorum ve aslında olayın dışında olmam, böyle bir şeyi çok istiyor olmam ve bir gün olacağını ümit ediyor olmam ama aynı zamanda olamayacağı korkusunu da içimde barındırıyor olmam -çünkü ne kadar bir gün çocuğun olacak kanısında olsan da bunun hiçbir garantisi yok- henüz böyle bir deneyimden geçmemiş olmam, çocuk sahibi olan birine göre bana farklı bir bakış açısı sunuyor," diyor Mackintosh.
Romanda, genç bir kadın olan Calla'nın kurada şansına, beyaz bilet yerine mavi bilet çıktığından, çocuk doğurma hakkı elinden alınmıştır. Her ne kadar onun adına tepeden birileri anneliğe uygun olmadığına karar vermiş olsalar da, Calla içindeki o "karanlık duyguya" çok geçmeden teslim olur ve gündelik bir ilişki içinde olduğu R'den hamile kalmayı başarır. Karnında gün be gün büyümekte olan bebeğiyle kendine bir hayat kurabilme şansını yakalayabilmek için yaşadığı şehri terk etmek zorunda bırakılarak, dokuz ay boyunca bir kaçak olarak "sınırın ötesindeki" o yere ulaşabilmek ümidiyle yollara koyulur.
"Neden Calla anne olma arzusundan hep bir 'karanlık duygu' olarak söz ediyor?" diye yazara soruyorum.
"Çünkü Calla'nın hiç istememesi gereken bir şey bu. Hayatında birçok şeye izin var, ancak bu arzu onun için gerçek bir yasak olma unsurunu teşkil ediyor ve bir çocuk arzu etmenin ille her zaman içimizde tatlı ve hoş bir his uyandırmadığını biliyorum," diye cevaplıyor Mackintosh ve ardından da bana bu arzusunun bazen onun mantıklı tarafıyla çatışan içgüdüsel bir dürtü olarak içinde depreşebildiğini belirtiyor.
Mackintosh, bu roman için 70'lerin atmosferinden esinlendiğini söylüyor. Nitekim, Mavi Bilet'de ne cep telefonları ne de bilgisayarlar mevcut ve Calla arada bir hamileliğini etraftan saklamak için, bazen de sırf canı çektiğinden, 70'lerde bir hamile kadının bunları yapabildiği rahatlıkla, bir sigara yakıveriyor, iki tek atıyor. Zaten Calla, hamileliği süresince, içindeki başka arzuları da özgürce yaşamaya devam ediyor, yeri geliyor, barda tanıştığı bir adamla bir gecelik ilişki yaşıyor. Kitabın ortalarına doğru kendisi gibi kaçak konumuna düşmüş olan başka bir hamile, mavi-biletli kadınla tanışıyor, bir müddet sonra iki kadın sevgili oluyorlar.
Calla bir gün, hamilelikten caydırmak amacıyla her mavi-biletli kadına sinemada izlettirilen, olayı tüm çıplaklığıyla belgeleyen "doğum belgeselini" izlerken birisinin "iğrenç" diye mırıldayışına tanıklık ediyor. Başka bir zaman, bir sabah kalktığında çamaşırında bir anlık beliriveren soluk, kırmızı bir lekeyi tedirginlikle fark ediyor. Mavi Bilet, hamileliğin, çoğumuzun düşünmek istemediği, yeri geldiğinde kadının hayatı için bir tehlike teşkil edebilen, dehşet verici bedensel işlevliğini her imkanda okura hatırlatıyor.
"Bu roman hamileliğe pembe gözlükle bakmıyor," yorumunda bulunuyorum.
"Anneliğe çok fazla değer yargıları atfediyoruz, masumiyet gibi bir yığın başka demode olmuş düşünceler, ki bu tarz yaklaşımları hayatın başka alanlarında geride bırakmış olsak da, öyle gözüküyor ki, annelik söz konusu olduğunda kadından hâlâ kusursuzluk ve garip bir azizlik bir şekilde talep ediliyor. Bu bana çok enteresan geliyor, çünkü anneliğin ve çocuk yapmayla alakalı bir yığın şeyin masumiyetten çok uzak olduğunu, daha çok haz ve arzuyla alakalı olduğunu düşünüyorum."
Mackintosh'a romanlarını nasıl kurgulandığı sorusunu yönelttiğimde, her zaman baştan kafasında ne yazacağı konusunda iyice oturmuş bir düşünce olsa da, yazarlıkta insanın biraz da kendini kandırdığını açıklıyor.
"Yazmak istediğin bir mevzu var, ama eğer ona çok direkt yaklaşırsan onu atlayabilirsin."
Mavi Bilet için, "Distopik bir dünyada firarda olan bir hamile kadının hikâyesini yazıyorum zannediyordum, halbuki temel arzuyu, yeterince iyi olamama fikrini ve istemek ve istiyor olduğunun açığa çıkması üzerine yazıyormuşum," diyor bana sıcak bir şekilde tebessüm ederek.
Yine pandemi konusuna döndüğümüzde Mackintosh, geçtiğimiz yılın başlarında ilk defa Britanya'da yayımlandığında, Mavi Bilet için, arkadaşlarıyla birlikte kutlamasını yapmayı düşlemiş olduğu bir lansman düzenlenememesinin onda yarattığı hayal kırıklığına değiniyor. Bu açıdan, salgın zamanında ilk defa bir kitabı çıkmış olan yazarlar için de üzüntü duyduğunu belirtiyor.
Ardından, Galler'de o dönemde hiçbir süpermarkette patlıcan ve kabak bulunamamasının tuhaflığından konuşuyor, ancak bunun pekala Brexit'le de alakalalı olabileceğinden söz ediyor ve sonra şu değerlendirmede bulunuyor:
"Herkesin bu süreçte deneyimleri farklı tabii, ancak dokunamamak, insanları görememek herkes için geçerli olan bir mahrumiyet. Bununla hesaplaşmamız uzun zaman alacaktır diye düşünüyorum ve merak ediyorum, pandemiyle ilgili ne kadar distopya üretileceğini," diyor ve ardından konuşmamızın başka noktasında "saplantılı kadın arzusu üzerine" olduğunu dile getirmiş olduğu, halen üzerinde çalışmakta olduğu üçüncü romanına geri dönerek, "hikâyede dokunmaya çok değiniyorum ve dokunabilmenin önemine ve dokunamamanın zorluğuna ve bu kısımları kendime geri okuduğumda, ister istemez, 'Bunları pandemi olmasa yazar mıydım?' diye kendimi sorguluyorum."
Tekrar mevzuyu Mavi Bilet'e getirerek en son yazara, "Neden romanda erkeklerden sadece adlarının ilk harfleriyle bahsediliyor?" sorusunu yöneltiyorum.
Önce Mackintosh şakacı bir edayla, "Çok fazla sevdiğim oğlan ismi yok, olanları da erkek karakterlerim için kullanarak tüketirsem bir gün doğacak çocuğuma isim bulamamaktan korktum," diyor, ve ardından ciddileşerek şöyle bir açıklama getiriyor:
"Çünkü kadın karakterler bu hikâyenin odak noktası. Erkek karakterleri bir kenar çizgisine biraz çekmekte bir sakınca görmedim, aslında bu konuda bilinçli bir seçim yaptım. Erkekler üzerine odaklanan hikâyeler geleneği zaten mevcut, ben kadın hikâyelerini gündeme getirmek istiyorum."