*Sarphan Uzunoğlu
Medya bağlamında konuşmamız gereken çok farklı meseleler var; ancak bunların hiçbiri politik söylemin parçaları olarak sosyal ağların yabancılaştırma işlevi kadar acil değil. Bir uluslararası ilişkilerci için bugün dünyada olup biteni onlarca farklı şekilde yorumlamak ve önem derecesinde bu tartışmayı oldukça geriye atmak mümkün elbette. Ama bizim için en acil ihtiyaç şimdilik bu olarak gözüküyor.
Suriye’ye yönelik ABD, Britanya ve Fransa tarafından gerçekleştirilen “kısıtlı” saldırı, gözümüzü hem geçmişe hem de bugüne eş zamanlı olarak doğrultmamız gerektiğini hepimize anımsattı. Bir yanda Irak’ın işgalinden kalma acı hatıralar ve Blair’le Bush’un çoğunlukla fabrikasyon bilgilere – güncel terimle yalan haberlere – dayanarak başlattığı uluslararası raporlarla gayrimeşruluğu kanıtlanmış hamleleri var. Öte yanda ise bu savaşın ve daha nice savaşın neticesi olarak bugün Suriye’de ortaya çıkan durum ve alandan gelen bilgi, belge ve rivayetler. Bu enformasyon savaşında hemen yanıbaşımıza düşen mesaj bombaları hepimizi sağır ediyor ve aptallaştırıyor. Sosyal ağlarda önümüze düşen görüntüler, politik yönelimimize bağlı olarak sürekli rt’ledimiz ya da like’ladığımız, fikir üretmekten çok kanaat belirginleştirmek amaçlı araçsallaştırdığımız mesajlara dönüşüyor. Medyanın günümüzdeki politik olayları çerçeveleme biçimi karşısında, öyle ya da böyle düşünmemiz fark etmeksizin, dehşete düşmememizin sebeplerinden biri enformasyon bombasının yarattığı bu yabancılaşma ve sosyal ağları kullanma pratiğimizin eleştirellik ve işlevsellikten ziyadesiyle uzak olması. Türkiye’deki haber sitelerinin analitik raporlarına erişimi olan editör ve yöneticilerle yaptığım sohbetlerde en sık duyduğum kalıplardan biri okunmayı kat kat aşan paylaşım oranları. İçerikleri okumaya zahmet edenler için de durum pek parlak değil. Teknik olarak sekme oranı olarak ifade edilen, metni bitirmeden siteden hızla çıkanları ifade eden, oran oldukça yüksek. Durumu daha iyi anlatabilmek için bir futbol maçına gidelim. Sahaya sırtını dönüp 90 dakika boyunca tezahürat yapan bir tribünden farkı olmayan bir okur profili var. Hattâ “okur” kavramının cidden zedelendiği söylenebilir. Okurluğun bir tür fanatizme dönüştüğü, sosyal ağın kamusal işlevinden uzaklaştığı bu dönemde taraftarı memnun etmek için yaz aylarında salınan transfer haberlerine benzer “kaynağı az belirli ya da belirsiz bilgiler” ortalığı kasıp kavuruyor. Johanna Dunaway, Kathleen Searles, Mingxiao Sui ve Newly Paul tarafından The Journal of Computer-Mediated Communication’da yayınlanan güncel bir araştırma ise sosyal ağlarla gelen mobil okurların davranışı ile ilgili başka bir önemli noktayı vurguluyor. Araştırmaya göre tabletler ve akıllı telefonlar gibi mobil cihazlarda okunan haberlere yöneltilen dikkat bilgisayarlardaki haberlere yöneltilen dikkat ile aynı oranda değil. İki ayrı laboratuvarda sürdürülen ve büyük ölçekli bir web trafiği üzerinden gerçekleştirilen çalışmaya göre mobil cihazlarda haber okurken geleneksel bir mecrada haber okurken olduğu kadar dikkat verilmiyor. Bunun da her yeri kaplayan reklamlar da dahil olmak üzere birçok sebebi olduğu yönünde akıl yürütülebilir. Tabii mesele bununla da sınırlı değil. Okurlar iki üç paragraflık oldukça kısa metinleri okumaya dahi zahmet etmezken, haber odaları da başlıkları ve haberleri duyurma biçimleriyle yalan haber ve daha kritik bir kategori olan “doğrulanmamış ya da doğrulanması imkansız” haberleri besliyor. Tuzak başlık yok diyen ve sözünde çoğu zaman samimi olan ntv.com.tr ve alternatif medyadaki birçok örnek de dahil aynı durumda şu günlerde. Bu hem düşük angajman ve okur oranının yarattığı finansal kaygıya hem de etik sorumluluk alma konusundaki isteksizliğe bağlanabilir. Tek suçlu sosyal ağları kullanma pratiğimiz değil elbette, en prestijli yayınlar da bu korkunç yabancılaşmanın bir parçası. The Economist’in bir önceki sayısında Irak ekonomisinin yeniden nasıl yeşerdiğine dair bir güzelleme vardı. Üstünden buldozerle geçilmiş ve buldozere de yakıt olarak yalanların konduğu komşu ülkenin işgalini izleyişimiz üstünden çok zaman geçmeden yaşatılan bu “post-truth” durum yahut Gazze’de olan bitenle ilgili dünyadaki büyük kuruluşların olan biten sanki “simetrik bir çatışma” izlenimi yaratarak meseleleri aktarması medyanın temel problemleri olmaya devam ediyor. Ancak sosyal ağlar ve mobil trafikle gelen, haber içeriğiyle düzgün bağ kurmayan okurla kalitesiz içerik birleştiğinde Internet hepimiz için kocaman ve anlamsız bir “gerilen sinirleri boşaltma” mecrası olmaktan öteye gidemiyor.