Orhan Kemal Cengiz*
Vicdanı olmayan, empati duygusundan yoksun, başkalarının acılarına duyarsız insanlara "sosyopat" deniyor. Peki bütün bir toplum, koca koca ülkeler bu hâle geldiyseler onlara ne ad vermek gerekir? Türkiye’den Yunanistan sınırına yığılan mülteciler, hamam böceği muamelesi görüyor. Aç, susuz, çaresiz insanların üzerine gaz boca ediyorlar; coplar acımasızca inip kalkıyor. Çocukların da içinde olduğu botları, bütün dünyanın gözü önünde batırmaya çalışıyor Yunanistan Sahil Güvenlik görevlileri… İlk önce, katil balinaların, bir buz parçasının üzerine sığınan foklara yaptıkları gibi, altlarındaki hücumbotları büyük bir süratle yanlarından geçirip, yarattıkları suni dalgalarla botu alabora etmeye çalışıyorlar. Sonra, yaklaşıp ellerindeki mızraklarla batırmaya kalkıyorlar. Avrupa Birliği liderleri utanmadan, Yunanistan’a destek çıkıyor; Avrupa’nın sınırlarını koruyor onlar, diyorlar. Küçücük çocuklar ölüyor; ölmeyenlerin de ruhları sakatlanıyor. Hayat boyu içlerinden çıkması mümkün olmayan ve muhtemelen her geçen gün büyüyüp boy atacak nefretin tohumları ekiliyor içlerine… Vicdanı olmayan insanlara sosyopat diyoruz. Ya vicdanlarını yitiren insanlığa ne diyeceğiz? Vicdanını kaybetmiş bu dünyada mülteciler, halden anlamaz, kendi nefreti içinde boğulan insanların arasında kalıyor. Günlerdir, Türkiye’deki Suriyeliler nefret dolu ırkçı-faşist saldırılara uğruyorlar. Suriye’de neler yaşandığını anlamak ve sorgulamak için asgari zekadan yoksun insanlar, o savaş ve yıkımın mahvettiği insanlara burada kan kusturuyorlar. Sonra, onlara "Avrupa kapıları açıldı," deniyor; içine doluştukları bot Midilli’ye yanaşıyor; bir bakıyorlar ki, bu sefer de Yunan faşistler kıyıya doluşmuşlar; küfürlerle, hakaretlerle, tehditlerle karşılıyorlar insanları… Küçücük çocuklara bile su verilmesine karşı çıkıyorlar… Vicdanını kaybetmiş bir dünya bu… Avrupa Birliği ülkeleri, refah ve huzurlarına küçücük bir halel gelecek diye kendi hukuklarını ayaklar altına alıp çiğniyorlar. Yunanistan bir ay boyunca sığınma başvurusu kabul etmeyeceğini söylüyor. Ani göç dalgasıyla karşılaşıldığında bazı sınırlamalara imkân tanıyan Avrupa Birliği Anlaşmasının 78. (3) maddesine dayanıyorlar hesapta. O maddede, Avrupa Birliği Komisyonunun önerisi üzerine, Avrupa Parlamentosu’nun görüşü alınarak, geçici bazı tedbirlerin alınabileceğinden söz ediliyor. İltica başvurusu almamak bu geçici tedbirler içinde olamaz. İltica başvurusu almamak, mültecilere haklar veren insan hakları düzenlemelerinin özüne aykırıdır. Bugün Suriye, halkı öyle istedi diye değil, bu dünyanın çarpık düzeni bunu gerektirdiği için bu korkunç hâle geldi. Suriyeliler öyle arzu ettiği için evleri başlarına yıkılıp, şehirleri birer korku filmi setine dönmedi. Etrafındaki ülkeler dahil, Amerika’dan AB üyelerine kadar herkes buraya burnunu sokup, vekâlet savaşları yürüttüğü için taş üstünde taş kalmadı. Suriye’nin insanları hiçbir şekilde söz sahibi olmadıkları acımasız strateji oyunlarının zavallı piyonlarına dönüştüler. Beni Suriye devleti çağırdı diyenden, beni Suriye halkı çağırdı deyip, dünyanın dört bir tarafından gelen "savaşçılarla" birlikte hareket edenler; Suriye’den çekiliyorum deyip, petrol kuyularının üzerine çöreklenenler; Esad’ı devirme takıntısıyla, normalde asla müttefik olamayacaklarıyla yan yana duranlar… Hepiniz oradaydınız… Bu savaşın yarattığı yıkımların faturasını hiç kimse Suriyeli sığınmacılara çıkaramaz. Bugün yaşanan bütün bu insanlık dışı işlerden utanması gereken onlar değildir. Onları birer piyon gibi, sınırlara sürenler, teknelere doldurtturanlar, o tekneleri batıranlar ve onların sırtlarını sıvazlayanlar utanmalıdır. Televizyon kanallarından utanmaz bir yılışıklıkla mültecilere Türkiye’den çıkabilecekleri rotalar tarif ediliyor; denize açılabilecekleri havaların raporu veriliyor. Sopalarla, gaz bombalarıyla onları kovalayan, böcek muamelesi yapan sınır görevlileri karşısında insanlık onurunun ayaklarına altına alınışına tanık oluyoruz hep birlikte. Korkudan titreyerek kıyıda bir kayaya tutunmaya çalışan çocukları görüyoruz. Kıyıya çıktığında, göz yaşlarına boğulmuş, çocuklarına sarılmış anneler babalar görüyoruz. Aylan bebeğin yerde yatan cesedinin birkaç günlüğüne açtığı vicdanların gözleri, bütün bu dramlar karşısında sımsıkı kapalı. Avrupa, sınırsız zenginliğinin küçücük bir parçasını paylaşacak diye büyük bir korku içinde. Küçücük çocuklar ölüyor; küçük çocukların kalpleri söküp atılamayacak bir şekilde nefretle doluyor; çaresiz aç susuz kapılarına dayanan insanları tekmeleyerek, batırarak, kovalamaya çalışanlar insanlıklarından oluyorlar. Dünyanın çarpık düzeninin kurbanlarıyla bir dilim ekmeği paylaşmayacağız derken, insanlığın vicdanı, ruhu bilinmez diyarlara göç ediyor. Onların bedenleri göç etmeye çalışırken bütün bu dramlara seyirci kalanların ruhları çoktan göç edip gitti bile.
* Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.