Sözcü yazarı Can Ataklı, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik başlatılan soruşturmalarla ilgili olarak, "Son günlerde gözaltına alınan ünlü isimlerin çoğu bir gün geçmeden serbest bırakılıyor. Başta Topbaş'ın damadı olmak üzere birçok işadamı gözaltına alındıktan sonra bir baktık ki tekrar evlerine dönmüşler" dedi. "Burada çok belli ki 'saraya rağmen' AKP içindeki bazı nüfuzlu kişiler devreye giriyor ve 'çok zenginleşmiş' işadamları operasyondan sıyrılıyor" diyen Ataklı, "Adamlar haksız değil. Cemaat sayesinde akıl almaz paralar kazandılar, kurdukları ortaklıklarla rakiplere nefes aldırmadılar, hayat hakkı tanımadılar. O paralardan ayrılmak 'Erdoğan sevgisine!' rağmen kolay değil" ifadesini kullandı.
Can Ataklı'nın "Cemaat operasyonu artık tehlikeli sularda" başlığıyla yayımlanan (22 Ağustos 2016) yazısı şöyle:
Günlerdir ekranlarda cemaat itirafçılarını dinliyoruz.
Öte yandan da cemaate yönelik operasyonlar “fırtına!” gibi sürüyor. Ancak son günlerde yaşadığımız bazı olaylar bu operasyonun da illizyona dönmeye başladığının sinyallerini veriyor. 15 Temmuz'tan sonra ilk büyük operasyon orduda yapıldı. Binlerce subay atıldı, aralarında yüzün üstünde general olan yüzlercesi tutuklandı. Sonra poliste ve yargıda tutuklamalar oldu. Medyaya yönelik operasyonlar da yapıldı. Sonra sıra iş dünyasına geldi. Gelmesiyle de sulanmaya başlaması bir oldu. AKP'nin üst katlarında oturan kişilerin yakınları da operasyona uğramaya başlayınca hava değişti. Değişecek. Bu çok normal. Çünkü artık sıra parada. Paranın dini imanı olmadığı için artık çıkarı bozulan herkes diken üzerinde demektir. Sadece diken üzerinde oturup da rahatsızlığını sürdürmeyecektir bu kesim. Karşı atağa geçecektir. Hürriyet Gazetesi tuhaf bir manşet attı birkaç gün önce. O gün yapılan büyük operasyonda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın damadı ve çok zengin bazı işadamları gözaltına alınmıştı. Hürriyet haberi “8 milyarlık darbe” başlığı ile duyurdu. Yani gözaltındaki önemli isimleri değil de “parayı” öne çıkardı. 8 milyar sadece bir gün içinde el konulan miktar. O güne kadar el konan para ve servetlerin 30 milyarı geçtiğini biliyoruz. Şurası bir gerçek ki, AKP iktidarının cemaatle asıl bağlantısı paradır. İktidar mensupları ve yandaşları “çok, daha çok, en çok” kazanabilmek için cemaatle birlikte her türlü kirli/pis işe gözü kara biçimde girdi. Bu açıdan bakınca iktidar ve çevresindeki “cemaatseverlik” aslında aynı örgüt militanı olmakla değil, aynı maddi menfaat grubu içinde olmakla açıklanabilir. Evet, neredeyse iktidarın bütün unsurları cemaatle iç içeydi, onlar “ne istediyse verdiler” ama onlardan daha fazla kazandılar. Şimdi “paraya operasyon” yapılıyor. Bu şu demektir; cemaatçi olmayan ama cemaat sayesinde çok büyük paralar kazanan, sınıf atlayan, egemen olan kim varsa artık rahatsızdır. Cemaat yok edilirken kendileri de yok olma sınırına gidebilirler. O halde saraya en yakın gibi davranan, cemaate şu sıralar en ağır hakaretleri yapanlar bile “paralarından olma korkusuyla” Erdoğan'a isyan bayrağını açabilirler. Zaten AKP çevrelerinde “Her şey iyi hoş da, bizim reis işi fazla gerdi, her şeye karışıyor, ondan habersiz adım atamıyoruz, bu iyi bir şey değil” diye konuşanlar çoğaldı. Sarayda artık “yalnız adamı” oynamaya başlayan Erdoğan'ın birçok şeye gücü yetebilir, buna karşı paralarını korumaktan başka kaygısı olmayan, kimliksiz, kişiliksiz, ahlaksız, inanç ve vatan sevgileri göstermelik olan çok büyük bir kesimle savaşması çok zordur. Erdoğan'ın sokaktaki “lümpen demokratlardan” oluşan halk desteği “tanrısı para” olanlarla baş çıkmakta yetersiz kalır. Hatta o sokaktakiler bile “çıldırtacak paraların dağıtılmaya başlanmasıyla” birlikte bugün bağırlarına bastıkları “uğruna ölürüm” dedikleri Erdoğan'ın karşısına bile geçebilir.
Son günlerde gözaltına alınan ünlü isimlerin çoğu bir gün geçmeden serbest bırakılıyor. Başta Topbaş'ın damadı olmak üzere birçok işadamı gözaltına alındıktan sonra bir baktık ki tekrar evlerine dönmüşler. Bunu kimse “efendim yanlışlık olmuş, asılsız ihbarlar oluyor, mağduriyet olmasın istiyoruz” diye açıklayamaz. Burada çok belli ki “saraya rağmen” AKP içindeki bazı nüfuzlu kişiler devreye giriyor ve “çok zenginleşmiş” işadamları operasyondan sıyrılıyor. Adamlar haksız değil. Cemaat sayesinde akıl almaz paralar kazandılar, kurdukları ortaklıklarla rakiplere nefes aldırmadılar, hayat hakkı tanımadılar. O paralardan ayrılmak “Erdoğan sevgisine!” rağmen kolay değil. Tabii birbirlerini koruyup kollayacaklar. Önlerine çıkan Erdoğan olsa bile dinlemezler.
Numan Kurtulmuş'un “Yaşadığımız olaylar Suriye politikasının yanlışlığından” sözlerinden sonra dün yazdığım “biraz utanın bari; bu hata yüzünden kaç kişi öldü bilmiyor musunuz?” başlıklı yazıyı sizler henüz okuyamadan gece yarısı Gaziantep'ten korkunç terör saldırısının haberi geldi.
50 yurttaşımızın, üstelik aralarında çocuklar da var, can verdiği olaydan sonra “Bizim için FETÖ, PKK, IŞİD aynı, bunlar Türkiye'ye savaş açtılar” demenin hiç yararı olmadığı gibi bu iktidarın sorumluluğunu da azaltmaz. Şimdi iktidarın da nihayet “yanlış” dediği Suriye politikası yüzünden oluyor bunların hepsi. Türkiye'yi terör cenneti haline getirenlerin şimdi “timsah gözyaşları” dökmeleri hiçbirimizi kandırmamalı. Türkiye'yi görülmemiş bir terör saldırısının hedefi yapan iktidar bunun hesabını vermeden ülkenin esenliğe çıkması mümkün değildir.
Son günlerin en popüler isimlerinden biri Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu. İki yıl önce canlı yayında ağır hakaretler yediği dönemin Başbakanı bugünün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı sarayda ziyarete gidince ilgi odağı haline geldi. Birkaç gündür Feyzioğlu'nu çıktığı ekranlardan izlemeye çalışıyorum. Feyzioğlu bana sanki “yeni bir siyasi harekete” hazırlanıyormuş gibi geliyor. Yine anladığım kadarıyla arkasında kendisini bu konuda cesaretlendiren bazı kesimler var. Barolar Birliği Başkanı muhalefet çevrelerinden ağır eleştiriler almasına rağmen Erdoğan ziyaretini hararetle savunduğu gibi “Herkesin Cumhurbaşkanının arkasında olması gerektiğini” söylüyor. Böylelikle Feyzioğlu “birlik ve beraberlikten yana, yapıcı, kendisine uzatılan eli geri çevirmeyen, en şiddetli karşıtı olsa bile uzlaşmadan yana tavır koyabilen, kutuplaşmadan yana olmayan, gerginlikleri azaltmaya çabalayan” akil adam portresi çizmeye çalışıyor. Bu profili onu bir partinin başkanlığına ya da yeni bir siyasi hareketin liderliğine taşıyabilir mi? Bana pek kolay gibi gelmiyor ama burası Türkiye. Yine beklenmedik bir gelişme olur ve “ülkeyi kaosa sokamayız” diye ortaya çıkan güçler Feyzioğlu'nun arkasına geçiverir. Ben Feyzioğlu'nu bir süre daha izlemeye çalışacağım.
Dinci faşist darbe başarısız girişiminden sonra en çok eleştirilen iki isim Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarıydı. Cumhurbaşkanı da Başbakan da bu iki kurumdan darbe ile ilgili hiçbir bilgi gelmediği gibi 15 Temmuz günü ikisine de ulaşamadıklarını açıkça beyan etmişlerdi. Bu durumda her iki kişinin de acilen görevden alınması gerekiyordu. Erdoğan yabancı medyaya röportaj verirken bu görüşe katıldığını belirtmiş ancak “Bizde bir laf vardır, dere geçilirken at değiştirilmez” demişti. Bu sözlerin üzerinden neredeyse bir ay geçti. İki at hâlâ derenin içinde, yani dere henüz geçilemedi. Genelkurmay Başkanını çeşitli yerlerde figüran gibi görüyoruz MİT Müsteşarı ise ortalarda hiç yok. Gerçi aslolan zaten budur da, bu müsteşar darbe öncesinde sanki siyasi bir lider gibi her yerde karşımıza çıkıyordu, o açıdan şimdi durum bize garip geliyor galiba. Ama asıl merak şu; Dere ne zaman geçilecek? Atlar çok ıslandı da.
Dün bu köşede “Siyasete sıra gelmesini daha çok bekleriz” başlıklı yazımın sonunda “Eğer cemaat soruşturması siyasete de el atarsa hem genel hem yerel seçimlerin erkene alınması kimseyi şaşırtmasın” demiştim ve noktayı koymuştum. Bugün bu konudaki görüşümü biraz daha açmak istiyorum. Şurası kesin ki artık ortada AKP diye bir parti yok. O partinin başı da sonu da Erdoğan. Eğer Erdoğan bir şekilde yerini boşaltırsa AKP başı kesik tavuk gibi bir oraya bir buraya koşar. Partiyi derleyip toparlayacak tek kişi bile yok. Her şeye rağmen AKP içindeki en örgütlü kesim cemaatçiler. Diğer kesimler ne yapacaklarını bilemezken cemaat AKP'ye hakim olur. Erdoğan bunu mutlaka biliyor. Eğer cemaat soruşturmalarının siyaset ayağına bir türlü gelinmiyorsa bundan hem parti içi dengeler hem de ülke yönetiminin kaosa girmemesi faktörleri etkin oluyordur. AKP içindeki cemaatçilerin derdest edilmesi Erdoğan'ın bir sözüne bakar. Ama Erdoğan bunu şimdilik göze alamayabilir çünkü ucunun gerçekten nerelere kadar gideceğini belki kendisi bile tahmin etmiyordur. O halde öncelikle asker, polis, yargı, medya ve bürokrasi içindeki temizliği tamamen bitirmek isteyecektir. Bu konuda artık güvende olduğuna kanaat getirdikten sonra sıra siyasete gelir. Ancak tahminim Erdoğan bu operasyonu başlatmadan önce AKP grubuna “Genel ve yerel seçimleri öne alın” talimatı verir. AKP Grubundaki cemaatçiler dahil hiç kimse seçime karşı çıkamaz. Hatta kendilerini kurtarmak ve siyasete devam etmek için çeşitli şovlara bile başvururlar. Seçim kararı alındıktan sonra siyaset operasyonu başlar ve AKP içinde ne kadar cemaatçi varsa temizlenir. Seçimlerde bu isimlerin hiç biri aday yapılmaz, Erdoğan kendisine “kurşun asker” gibi bağlı olacak yepyeni bir liste hazırlar. Seçimi tekrar AKP tek başına kazanırsa bir dahaki Cumhurbaşkanı seçimine kadar rahat eder. Ancak Erdoğan'ın siyasi aklı ikili bir erken seçimin büyük riskler taşıyacağını da biliyordur mutlaka. Kısacası diyeceğim, darbe şoku atlatılmaya başlandıktan sonra asıl büyük oyun oynanmaya başlayacaktır.