Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, mühimmat yüklü MİT TIR'larının Adana'da durdurulduğunu hatırlatarak "Zamanın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, o vakit TIR’larda 'Bayır-Bucak Türkmenlerine giden insani yardım malzemesi' olduğunu söylemişti. Demek ki BM, Davutoğlu’nun bu açıklamasını ciddiye almamış ve sınırda bir kontrol mekanizması kurulması için Güvenlik Konseyi kararı çıkarmış. Sözüne güvenilmeyen bir başbakan olmak, Davutoğlu’nu üzmüş müdür acaba?" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "İyimser olamıyorum" başlığıyla yayımlanan (14 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Tanınmış tasarım, mimarlık ve sanat dergisi Wallpaper'ın yayın yönetmeni Tony Chambers, cumartesi gecesi canımızı yakan terörist saldırının ardından, bir zamanlar kendi vatanlarında, İngiltere'de yaşadıkları terör olaylarını hatırlayarak Çağdaş Ertuna'ya şunu söylemiş:
“Hiç bitmeyecek sanıyordum, hepimiz öyle sanıyorduk. Sonunda iyiler kazanıyor. Kötülükleri daha çok görmek, daha iyi ve toleranslı olmamızı sağladı.” Acaba bizim memleketimizde de bu olacak mı? Kuzey İrlanda’da 25 yıl süren çatışmaların ardından teröre son verip barışı kurma çabası iyi sonuç vermişti, bizde de böyle mi gelişecek? Aktörlerimize bakınca iyimser olamıyorum. Kuzey İrlanda’da barış sağlandı ama bu hiç de kolay olmamıştı. İngiltere’de sorunu siyaset yoluyla çözmeye kararlı bir iktidar, ona destek olan bir muhalefet vardı. Karşı tarafta da silahlı unsurlarını tasfiyeye kararlı, silahı bırakmamak isteyenlerle arasına mesafe koyan İrlandalılar. Buna rağmen, bu süreç inişli çıkışlı 13 yıl sürdü. Dediğim gibi siyaset sahnemizdeki aktörlere bakınca umutlu olamıyorum. Ağzını açan kandan, boğmaktan, silahtan, söz ediyor. Kürt siyaseti, PKK’nın elinde esir olmuş durumda. Cumhurbaşkanı polise “merhametsiz olmalarını” emrediyor. Bir hukuk devletinde, suçların cezalarını verecek olanlar mahkemeler değilmiş ve polisin görevi de zaten suça müsamaha göstermemek değilmiş gibi. Başbakan Yardımcısı, “Milletimizin çok büyük kısmına teşekkür ederim” diyor, geri kalanı düşmanımız sanki. HDP, saldırıyı “şiddetle” kınıyor ama şiddeti yaratanlara söz söyleyemiyor. Muhalefet deseniz rüzgâr nereye savurursa orada. Milletvekilleri, Meclis’te konuşarak bir ortak çıkış yolu arayacaklarına birbirlerini yumrukluyor. Polis, Anayasa’ya göre “siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru” parti binasını basıyor, ortalığı yangın yerine çeviriyor, bir de duvarlara yazı yazıyor, “Geldik yoktunuz” diye. Bu arada küçücük çocuklar babasız kalıyor. Gencecik insanlar hayatlarını kaybediyor. Kimsenin aklına siyasetin, sorunlara çözüm bulmak için yapılan bir iş olduğunu hatırlamak gelmiyor. Millet, gencecik şehitlerin masum yüzlü fotoğraflarına bakarak ağlıyor, elinden başka bir şey gelmiyor çünkü. Sorunlarımızı çözsünler diye seçip Meclis’e yolladığımız insanlar sanki başka bir dünyada yaşıyorlar.
Yöneticilerimize göre terörist saldırıların ardında “Batıcı” güçler var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunu şöyle açıkladı: “Son zamanlardaki bütün bu terör eylemleri tabi ki Batıcı güçlerin, emperyal güçlerin, güçlenmekte olan ülkemizi parçalamaya yönelik attıkları adımlardır. Türkiye’nin ve Türk’ün güçlenmesine bunların asla tahammülü yok. Bundan çok rahatsızlar.” Son zamanlarda başımıza ne gelse, açıklama böyle oluyor: Batılılar güçlenmemizi istemiyor. Önce devlet büyüklerimiz söylüyor, ardından yandaş medya yazarları basıyor yaygarayı. Uluslararası her kıyaslamada gerilerken, güçleniyor olmamız ilginç tabii ama bu ayrı bir tartışma konusu. Yöneticilerimiz böyle söyleyince, buna halkımız da inanıyor doğal olarak. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki ABD ve AB ülkelerine halkımız artık güvenmiyor. Batı’daki İslamofobi’ye benzer bir “Batıfobi” topraklarımızda kök salıyor. Bunun sağlıklı bir durum olduğunu söyleyemeyeceğim. Türkiye, yerini Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Batı’da tarif ediyor. Halk arasında böyle bir fobiyi yaygınlaştırmanın amacı, artık “Doğulu” olacağımız, Batılı değerlere sırt çevireceğiz anlamına mı geliyor? Devlet yöneticilerimiz böyle söylediklerine göre bir bildikleri de olmalı tabii. O zaman neden somut olarak bu işi yapanlar işaret edilmiyor da böyle genel bir “Batı” kavramı üzerinden gidiliyor? Böyle bir şey varsa yapılması gerekenler belli: O “Batılı güç” hangisiyse, bunu somut olarak ortaya koymak ve uluslararası her toplantıda bunu yüzüne vurarak onu mahkûm etmek! Gerekirse ilişkilerimizi askıya almak, yapabileceğimiz yaptırımları uygulamak. Ta ki akıllarını başlarına toplayana kadar! Böyle soyut tarifler üzerinden Batı düşmanlığı yaymak, büyüklerimize politika yapmak gibi geliyor olabilir ama Türkiye’nin gelecekteki hedefleri açısından doğru değil.
Dünyanın en büyük insani yardım üssünün Türkiye’de olduğunu dün Hürriyet’te okumuşsunuzdur. Zeynep Bilgehan’ın haberine göre Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararıyla kurulan iki ayrı merkezde yardım malzemeleri toplanıyor ve gerçekten “insani yardım” olup olmadığı denetleniyor. Yardım malzemeleri, bu merkezlere kadar Türk TIR’ları ile taşınıyor sonra Suriye’ye ait TIR’lar ile Suriye’deki ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyormuş. Bu amaçla BM, Birleşmiş Milletler İzleme Mekanizması (UNMM) ismiyle yeni bir kurum da oluşturmuş. Bu kurumun direktörü, “İnsani yardım malzemesi olup olmadığını denetliyoruz, Suriye hükümetini bilgilendiriyoruz, çünkü Suriye bunların insani yardım malzemesi olduğundan emin olmak istiyor” diyor. Habere göre bu uygulama, Güvenlik Konseyi kararıyla 24 Temmuz 2014 tarihinden itibaren başlatılmış. Tarih, birçok kişi için ilginç olmayabilir ama bana anlamlı geldi. Şu meşhur “MİT TIR’ları” olayını hatırladım. Adana’daki MİT TIR’ları baskınını hatırlarsınız. Daha sonra bu TIR’larda silah filan olduğu iddiaları da vardı, Cumhuriyet fotoğraflarını yayınlamıştı. Can Dündar ve Erdem Gül de bu haber nedeniyle tutuklanmıştı. İşte o TIR’lara Adana’da jandarma tarafından yapılan baskının tarihi 19 Ocak 2014. Zamanın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, o vakit TIR’larda “Bayır-Bucak Türkmenlerine giden insani yardım malzemesi” olduğunu söylemişti. Demek ki BM, Davutoğlu’nun bu açıklamasını ciddiye almamış ve sınırda bir kontrol mekanizması kurulması için Güvenlik Konseyi kararı çıkarmış. Sözüne güvenilmeyen bir başbakan olmak, Davutoğlu’nu üzmüş müdür acaba?