Star Başyazarı: Ah Tayyip Erdoğan, Ali Bulaç'ın kopmasına nasıl izin verdin?

Star Başyazarı: Ah Tayyip Erdoğan, Ali Bulaç'ın kopmasına nasıl izin verdin?

“İki polisin şehit olmasını bahane edip Kandil'i bombalamanın bence iki sebebi var. PKK'yı tahrik etmek ve Selahattin Demirtaş'ın karizmasını çizmek” diyen Zaman yazarı, ilahiyatçı Ali Bulaç’ı eleştiren Star Başyazarı Ahmet Taşgetiren, “Ah Davutoğlu, hep sen Bulaç’a sormadığın için oldu bunlar. Ah Tayyip Erdoğan, nasıl kopmasına izin verdin sen Ali Bulaç’ın? Şimdi de Kandil’e operasyon yapıyor, HDP’nin itibarıyla oynuyorsunuz” dedi.

Ahmet Taşgetiren, yazısında "Bir çevre de var ki, PKK’ya böylesine kol kanat germe boyutunda olmasa bile, Hükümetin yaptıkları ile PKK - KCK’nın yaptıkları arasında denge kurarak 'Tarafsız değerlendirme' rolüne soyunuyor. Cinayetleri görüyor, say desen alt alta onlarca örgüt vahşetini sıralıyor, sonra “Ama Hükümet de...” diye başlayan karşıt günah dosyası üretme hamlesine girişiyor. “Mevcut ortamda Hükümete bir şey demezsen olmaz” halet-i ruhiyesinden söz ediyorum. Bu da tarafsızlık rolünün kimyasının bozulması. Türkiye’nin mücadelesi bu kimyevi deformasyonların içinden geçiyor" ifadelerine yer verdi.

Ahmet Taşgetiren'in Star gazetesinin bugünkü (31 Temmuz 2015) nüshasında, "Zihin kimyası bozulunca" başlıklı yazısı şöyle:

"İki polisimiz şehit oldu diye neden Kandil bombalanıyor?” Cevabı mı merak ettiniz. İşte:

“İki polisin şehit olmasını bahane edip Kandil’i bombalamanın bence iki sebebi var:

PKK’yı tahrik etmek, çatışmaya çekmek, çıldırtmak, bu bir.

İkinci gerekçe olarak Selahattin Demirtaş’ın karizmasını çizmek, onu itibarsızlaştırmak, Demirtaş üzerinden HDP’yi itibarsızlaştırmak.”

Bu değerlendirmeler kime ait, bildiniz mi?

Kolay bilemezsiniz.

Nerden bileceksiniz Ali Bulaç’ın, bir cemaat televizyonunda bunları söyleyebileceğini?

İki polisin şehadeti ne ki?

Bahane, öyle mi? PKK kışkırtılmış öyle mi?

Selahattin Demirtaş’ın ve HDP’nin itibarı öyle mi?

Ve Ali Bulaç.

Ve sözümona Cemaat (!) medyası.

Bunun adı kimya bozulmasıdır.

Hayır, Ali Bey’in PKK’yı masumlaştırma çabasına girdiğini ya da Demirtaş’ın ve HDP’nin itibarını korumaya soyunduğunu söylemek istemiyorum. Sözleri öyle bir muhteva taşısa bile, bunun, asıl niyetin bozduğu kimyanın ürünü olduğunu söylemek istiyorum.

Asıl niyet iktidarı eleştirmektir ve onu ne pahasına olursa olsun eleştirme moduna girdiğiniz takdirde, zihin kimyası da allak bullak olabiliyor.

Bu sadece Ali Bey’in yaşadığı bir olgu değil son zamanlarda, bir kere Camia’nın bütün verilerinde böyle bir kimya deformasyonu açık seçik gözleniyor. 

Gazetesinin manşeti ya da TV programlarının konuk formatları hep “iktidara nasıl vurulur?” mantığı ile kurgulanıyor.

Ben şahsen, iktidarın eleştirilmesinden rahatsız değilim. Zaman zaman ben de eleştiriyorum iktidarı. Ama bunun bir kimya bozucu etkiye dönüşmesi ve ondan sonra, bütün yaklaşımların hastalık boyutunda bir savrulma haline gelmesinden rahatsız oluyorum. 

Her gün Camia medyasına ve hele onun internet siteleri ve sosyal medya bataklığında debelenen elemanlarının ürünlerine baktığımda “Bu kadar mı çamura batacaklardı?” demekten kendimi alamıyorum.

Yani şimdi, yılların teorisyeni Ali Bulaç’a ne diyeceksiniz?

Ali Bulaç ki, Camia’nın göbeğinde de değildir, hani biraz “Akil Adam” pozisyonundadır, oraya biraz nizam vermesi beklenir.

Nasıl oluyor da, “İki polis şehit edildi diye Kandil mi bombalanır?” gibi bir cümle kuruyor.

Bunun arkasından HDP’lilerin ve Camia’nın “Kandil’i bombalamak için o iki polisi de mutlaka KCK içine sızmış MİT elemanları öldürmüştür, Suruç bombasını da onlar koymuştur, onun da arkasında Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi erken seçime götürme ve başkan olma hesabı vardır” ifadesi gelmediyse şükretmek lazım.

İki polis şehit edildi. Sonra başka şehitler geldi. Polisler, askerler, sivil vatandaşlar.

Daha öncesinde yol kesmeler vardı.

Vergi tarhetmeler vardı.

İllegal mahkeme kurup yargılamalar ve infazlar vardı.

Baraj ve yol inşaatında çalışan iş makinalarını yakmak vardı.

Ak Partili, Hüda Par’lı olduğu farz edilen insanlara yönelik infazlar vardı.

6-8 Ekim vahşeti vardı.

“Medya savunma alanları” diye nitelenen alanlar oluşturup orada PKK hakimiyeti ilan etmek, oraya giren asker - polis - jandarma her türlü güvenlik kuvvetini katletmek vardı. Silvan ve Ağrı - Diyadin vahşeti. Ne demişti Demirtaş bunlar için “Asker PKK’nın alanına girdi ve hedef oldu.” Yani ülke içinde kurtarılmış alan oluşturmuştu PKK.

İlçelerde hendek kazıp, PKK’lı olmayanı sürgün etmek vardı.

Devlet Ali Bulaç’a sorsaydı bir: “Zatı alilerine göre hangi olay Kandil’e operasyon yapmak için gerekçe olabilir” diye. Hem sahi “Kandil’e değil içerde PKK’ya operasyon yapılsa tavrınız ne olurdu” diye sorulsa.

Ah Davutoğlu, hep sen Bulaç’a sormadığın için oldu bunlar. Ah Tayyip Erdoğan, nasıl kopmasına izin verdin sen Ali Bulaç’ın?

Şimdi de Kandil’e operasyon yapıyor, HDP’nin itibarıyla oynuyorsunuz.

Bir çevrenin ruh halini yansıtıyor bütün bunlar.

Bir çevre de var ki, PKK’ya böylesine kol kanat germe boyutunda olmasa bile, Hükümetin yaptıkları ile PKK - KCK’nın yaptıkları arasında denge kurarak “Tarafsız değerlendirme” rolüne soyunuyor. Cinayetleri görüyor, say desen alt alta onlarca örgüt vahşetini sıralıyor, sonra “Ama Hükümet de...” diye başlayan karşıt günah dosyası üretme hamlesine girişiyor. “Mevcut ortamda Hükümete bir şey demezsen olmaz” halet-i ruhiyesinden söz ediyorum. Bu da tarafsızlık rolünün kimyasının bozulması. Türkiye’nin mücadelesi bu kimyevi deformasyonların içinden geçiyor.