Star yazarı Sibel Eraslan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Reina'daki terör saldırısına ilişkin olarak, "Bu insanlık dışı katliamın bir pazarda ve bir mabette yapılmasıyla eğlence yerinde yapılmasının bir farkı yoktur. Bu gece yapılan bu terörü diğer olaylardan ayıran tek fark toplumda fitne oluşturarak yaşam biçimlerine göre toplumu bölmek ve karşı karşıya getirmektir" açıklamasıyla ilgili olarak "Bir sosyal mekan olarak gece kulübünün, bir yaşama alanı olduğunu vurguladı" dedi.
Sibel Eraslan'ın "Gece kulübü, yaşam tarzı değil yaşam alanıdır" başlığıyla yayımlanan (4 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Son yaşadığımız Ortaköy saldırısında, tam 39 kişi feci şekilde yaşamını yitirdi. Toplumun vicdanını kanattı şehrin ortasında maruz kaldığımız bu kan dondurucu facia.
Her kesimiyle insanımız, lanet okudu geceyi kana bulayan mihraklara... Nasılsa benim çocuğum kurtuldu diyen yok aramızda, hepimiz kendi evimize, kendi ailemize, kendi evladımıza karşı işlenmiş büyük bir felaket olarak gördük son yaşananları...
Toplum acısını da öfkesini de sahiplenmektedir. Bu facia falancaların başına geldi, filancalara indi darbe diye bakılmadı, bakılmıyor... Bu çok önemli... Oysa içinden geçtiğimiz terör facialarının tek gailesi katliam değil. Bizi bize düşürecek ince planlar içeriyor hepsi de bizleri katlederken.
Artarda sokulduğumuz terör ve katliam baskınları, artık güvenlik sorunu olmaktan çıktı. Artık hepimiz biliyoruz ki; canına kastedilen savaş açılmış bir toplumuz. Bu sarsıntıyı yekvücut olarak, birbirimize kenetlenerek aşabiliriz ancak...
***
Ortaköy’de gece kulübüne karşı gerçekleştirilen saldırıyı, sembolik değeri açısından belirli bir sınıfa karşı işlenmiş cinayet şeklinde ifade edenler oldu. Hatta ana muhalefet partisi, bu saldırının yaşam tarzını hedef aldığını zikretti. Diğer gece kulüplerine nazaran daha pahalı ve medyatik olması dışında homojen bir kesime hitap etmiyordu oysa mekan. Nitekim vefat edenler içinde yabancı uyruklular bir hayli çok, onların çoğunluğu da şehrimize gelen Arap misafirler. Vefat eden kişileri yeknesak manada sınıflaşmaya koyabileceğimiz belirgin bir gösterge yok. Bu zenginlere karşı işlenmiş bir suçtur, bu ilericilere, solculara, CHP’lilere karşı işlenmiş bir suçtur diyebilmek ilk elden kolay değil. Ana muhalefet partisi bu konuda büyük sorumsuzluk işliyor...
Diyanet İşleri Başkanlığı’nınyılbaşı kutlamaları ile ilgili beyanatı gündemde. Oysa beyanattaki temel fikir, yılbaşı kutlamalarının bir alışveriş çılgınlığına dönüşmemesi, israfa yol açmaması şeklinde. Ne demeliydi Diyanet? Herhalde neon lambaları eşliğinde Noel kutlamasına davetler çıkaracak hali yoktu... Ayrıca Prof. Mehmet Görmez Bey’in facia sonrası yaptığı açıklamalar çok önemli. Bir sosyal mekan olarak gece kulübünün, bir yaşama alanı olduğunu vurguladı, bu elim faica isterse camide, isterse pazar yerinde olsun fark etmez, masum insanların canına kastedilmiştir, biz bunu lanetliyoruz dediler... İşitebildik mi acaba...
Bizim ayrışmaya, toplumu kamplaştırmaya değil birleşmeye, yaralarımızı birlikte sarmaya ihtiyacımız var.
***
“Hayat tarzı”büyük iddialar taşımıyor mu sizce de.
Mutlak ve homojen biri misiniz her konuda?
Böyle olsaydı, her şey ezberlenebilir, her şey planlanabilir, her şey öngörülebilir olurdu. Ama ruh diye bir şey var, heveslerimiz, hayallerimiz, zaaflarımız, neşemiz, kederimiz var, kırılganlıklarımız kadar coşkularımız ve umudumuz da var. Her şey yatışmış, her şey karara ermiş, her şey dingin, her şey kendinden emin değil içimizde. Ruhtan başka, nefsimiz var, kalbimiz var, aklımız var. Bunların hepsi de karışıyor hayattaki rotamıza. Bir de kültür var mesela bizi çekip çeviren, ailemiz, arkadaşlarımız, toplum, eğitim, din, sanat, medya, internet, var... İçeriden ve dışarıdan maruz kaldığımız sayısız dokunuşla kuruluyor hasılı kelam “kendimiz” dediğimiz şey...
Çok genel ve üstünkörü değil mi aslında, insanları, “bunlar” ve “şunlar” diye ikiye ayırmak.
***
İlk kez 11 Eylül ile birlikte işitmiştik “Yaşam Tarzı” savaşlarını. Başkan Bush, İkiz Kuleleri yıkan teröristler için “bizim yaşam tarzımıza karşı girişilmiş bir imha savaşıdır” demişti ve bir “şer ekseni” çizerek, Küba, Kuzey Kore, Afganistan, Irak, İran, Filistin gibi coğrafyaları ölümcül düşman ilan etmişti... “Bizler” ve “Barbarlar” diyordu Başkan Bush... 11 Eylül 2001’den bu yana yaşam tarzı itibariyle “barbar” bulunanlara, demokrasi ve barışı getirmek adına, onları aydınlatmak ve düzeltmek adına, habire öldürüldükleri envai çeşit savaş oyunlarını seyrediyoruz Ortadoğu’da...
Uygarlarla Barbarlar arasındaki savaş veya işgal yöntemlerinden ibaret değil ama tek hikaye. “Barbarlar” da kendi aralarında ölümcül duvarlarını yükseltmiş haldeler. Şiiler/Sünniler, Araplar/Kürtler, Farslar/Türkler... Kimse birbirini tam olarak sevmiyor, güvenmiyor.
İslam sebep olmuyor buna...İslamı; fobik bir nefret unsuru olarak konuşlandıran batı zihni kendini gözdem geçirmeli. Müslümanların kendilerini kıstırdıkları bağnazlıklar, ırkçılıklar, dinin yanlış yorumlarıyla ise bizim mücadele etmemiz gerekiyor..