Star yazarı Ömer Ekinci, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın açıklaması sonrası Temel Öğretimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavının kaldırılmasıyla ilgili olarak "Eğitim konusunun derinliğine inmeden, sığ sularda paçaları kıvırıp ayak serinleteceksek, evet, TEOG’u konuşalım. Kaldıralım, kaldırmayalım, azıcık kaldırıp bırakalım, kaldırıp kaldırıp indirelim. Aynı kapıya çıkar. Derinliğe ulaşamayız" dedi. Ekinci, sözlerinin devamında "Kim bilir, belki de öyle bir zaman gelecek ki o zaman bugünkü eğitim sistemleri, öğretme metotları insanlık suçu sayılacak" ifadesini kullandı.
Ömer Ekinci'nin "Öyle bir zaman gelecek ki o zaman bugünkü eğitim sistemleri insanlık suçu sayılacak" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2017) yazısı şöyle:
TEOG değil yaklaşım yanlış
Bir hasta düşünün. 3 yıl önce tedavi gördüğü hastalık tekrar nüksetmiş. Hastaneye yine aynı şikayetle gittiğinde doktor öncelikle tahliller isteyecektir mutlaka.
Ama tahlillerden daha önemli bir şey gerekecektir doktora.
O da nedir?
Hastanın dosyası…
Daha önce hangi doktorlar bakmış.
Hangi doktor hangi ilacı kullanmış, ne sonuçlar almış.
Hasta hangi ilaca karşı hangi refleksi göstermiş, hangisine direnmiş.
Hangi müdahalelere alerjik reaksiyon göstermiş.
Neler durumunu iyileştirmiş, neler daha kötü etkilemiş.
Doktorumuz tüm bu soruların cevaplarını oradan görür, değil mi?
Kesinlikle evet.
Peki o dosya kayıpsa?
O zaman nasıl müdahale eder doktor?
EDEMEZ.
Peki şunu diyebilir miyiz?
Doktor, buna benzer binlerce vaka görmüşsünüzdür, onlar da birer insandı, bu hasta da nihayetinde bir insan. Onlardaki deneyiminizi aynen bu hastaya uygulasanız?
Doktorun cevabını tahmin edebiliriz az çok değil mi?
Her hasta farklıdır, her hastaya farklı yaklaşmak gerekir, genelleme yapılamaz.
***
Doktorun cevabı bu olur. Kesinlikle de doğrudur.
Peki hasta iken hiçbir şekilde birbirine benzemeyen, aynı hastalığa yakalansa dahi teşhisi, tedavi yöntemi, ilacı, ilacının dozu, iyileşme süresi, iyileşme ihtimali, kısacası hiçbir değişkeni aynı olamayan insan dediğimiz canlıyı ilkokula başladığı günden üniversiteden çıktığı güne kadar toptancı bir yaklaşımla nasıl yetiştirebiliyoruz?
Hastayken aynı ilaca farklı tepkiler veren insan, konu eğitime geldiğinde aynı dersi aynı şekilde anlayabilir mi? Aynı yöntemlerle öğrenebilir mi? Aynı sınavlarda adil şekilde sıralanabilir mi?
Ne yani? Milyonlarca öğrencinin her birini ayrı mı değerlendireceğiz? Tek tek mi inceleyeceğiz? Birebir mi ilgileneceğiz?
Eğer gerçekten gelişmiş, çok iyi yetişmiş bireyler istiyorsanız cevap kesinlikle evet.
En iyi eğitim sistemi diye bir şey yok. Bireylerin her birine en iyi odaklanabilen, çeşitlenebilen, şekillenebilen, kişiselleşebilen eğitim sistemi var.
Eğitim konusunun derinliğine inmeden, sığ sularda paçaları kıvırıp ayak serinleteceksek, evet, TEOG’u konuşalım. Kaldıralım, kaldırmayalım, azıcık kaldırıp bırakalım, kaldırıp kaldırıp indirelim… Aynı kapıya çıkar. Derinliğe ulaşamayız.
***
Eğitim sistemlerinde mesafe kat edebilmek için her şeyden önce bir veritabanına ihtiyacımız var.
“Ama her öğrencinin zaten birer dosyası var” diyeceksiniz belki.
Evet, var, her öğrencinin bir dosyası var, sarı birer dosyası…
Ama o dosyadaki bilgi kayıt, ders notları ve mezuniyet puanlarından ibaret. Bir de asıl, karıştığı disiplin suçları varsa onlar.
Yani genci daha iyi anlamak için olan bir dosya değil.
Adeta hapishanedeki bir mahkumun dosyası gibi. Zararlı mı, zararsız mı, daha çok bunu anlamaya yarıyor o dosya.
Peki okula yeni gelen bir öğretmen yeni öğrencileriyle tanıştığında kendisine bir şifre verilse. Tanıştığı öğrencilerin bilgilerine erişebilse bu şifreyle. Bu bilgileri öğrencinin okula başladığı günden başlamak üzere kendisiyle ilgilenen insanların o öğrenciyle ilgili aldığı notlar bulunsa.
Dikkat edin, verdiği notlar değil, aldığı notlar…
Bu sistem sadece öğretmenleri kapsamayacak. Anne-babalar, ileride staj yapacağı yerdeki usta, daha sonra çalışacağı şirketteki yönetici, kısacası bir gencin tüm gelişim sürecinin bir detaylı analizi.
Bu analiz, bu sistem gencin kendisinin girebileceği bir sistem değil. Puan verme, not verme, sıralama sistemi de değil.
İsterseniz özetleyeyim;
- Anne-baba sisteme doğduğu andan itibaren girerek çocuğun gösterdiği farklılıkları, eğilimlerini, ilgi duyduğu ya da duymadığı şeyleri, başarılı yaptığı ya da yapmayı sevmediği şeyleri yazacak.
- Çocuk kreşe başladığında kreş öğretmeni anne-babanın aldığı notlara bakacak ve o çocuğu tanımaya 1-0 önde başlayacak. Zaman içindeki gelişimini de kreş öğretmeni işleyecek sisteme.
- Sıra geldi ilköğretime. Anne-baba ve sonrasında kreş öğretmeni tarafından alınan kısa notlarla çocuğun artıları, eksileri, fırsatları ve risklerine göz atılacak. Çocuğa bu şekilde kişiselleştirilmiş bir ilgi gösterilebilecek.
- İlköğretimden ortaöğretime, oradan liseye, oradan üniversiteye. Eğitim hayatı boyunca o öğrenciyle ilgili farklı bir durum gözlemleyen her öğretmen o öğrencinin sistemine girip bu notu düşebilecek.
- Ayrıca öğrenci bir alanda uzmanlaşma ve derinleşme eğilimli bir okul seçerse, yani meslek lisesi ya da üniversitede özel bir bölüme başvurursa, o okulun yöneticileri bu sisteme bakarak öğrencinin çocukluktan ve kreşten beri verdiği tepkilere ve eğilimlerine göre sözkonusu uzmanlaşmaya uygun olup olmadığı yönünde fikir edinebilecek.
- Okul bittikten sonra staj ve iş hayatı başlayacak. Staja alan yönetici geçmişten bugüne öğrencinin gelişimini görerek ona göre işler verecek, ona göre yetiştirmeye çalışacak. Stajdan sonra iş hayatına girecek. Yöneticisi de başta stajdaki alınan notlar olmak üzere eğitim hayatı ve ailesinin aldığı notları görebilecek.
Çok eleştiri gelecek bu öneriye, farkındayım.
Gelecek eleştirilerin çoğunu ben de kendime soruyorum.
Ama araç iken amaç olan sınavların etkisinden gençleri kurtarabilmek ve sınavı geçmeyi değil anlamayı ve öğrenmeyi hedef edinmelerini sağlayabilmek için bu yarıştırma sisteminden kurtarmalıyız.
Not değil, puan vermeliyiz.
Çocuğun kendisine değil, yeteneklerine, becerilerine ve bildiklerine…
Çalışkan ve tembel çocuk ayrımı için değil, her bir çocuğun güçlü ve zayıf yönlerini bulabilmek için.
Belki bu fikir zor, hatta imkansız gelebilir. Ama alışılmış olan doğrudur diye bir şey de yok…
Hatta zor olan, imkansız olan bir şey varsa o da milyonlarca çocuğa aynı dersleri, aynı yöntemlerle vermeye çalışmaktır.
Kim bilir, belki de öyle bir zaman gelecek ki o zaman bugünkü eğitim sistemleri, öğretme metotları insanlık suçu sayılacak.
Düşünelim, tartışalım. Fikirlerinizi lütfen paylaşın.