Star yazarı Ahmet Kekeç ile Nur cemaatinin Yeni Asya koluyla aynı adı taşıyan gazetenin yayın yönetmeni Kâzım Güleçyüz arasındaki polemik devam ediyor. Star yazarının 22 Aralık'ta yayımlanan "Bu Kâzım'a ne içiriyorlar?" başlıklı yazısına Twitter'dan verdiği cevapta "Her lafa cevabımız var. Lakin bir lafa bakarız laf mı diye. Bir de söyleyene bakarız adam mı diye. Ahmağa verilecek en iyi cevapsa sükûttur" diyen Güleçyüz'e, Kekeç'ten bugün yanıt geldi. Ahmet Kekeç, "Şimdi ben ne yapayım? Fetullah adlı meczup şarlatana 'yancılık' yapmak dışında görünür bir özelliği bulunmayan bu utanmaz arlanmaz adamı mahkemeye verip biraz parasını mı alayım? Ne yapayım, siz söyleyin?" dedi. Ahmet Kekeç, polemiği başlatan yazısında Kâzım Güleçyüz'le ilgili olarak "Biz bu Kâzım’ı, 17/25 Aralık sürecinde yazdığı heyheyli ve celadetli yazılardan hatırlıyoruz... 'Ateş parçası'ydı... Hükümete ve Erdoğan’a demediğini bırakmıyordu" diyerek tepki göstermiş, Rus Büyükelçi Andrey Karlov'u öldüren polis Mevlüt Mert Altıntaş'la ilgili yazısında, katil hakkındaki 'FETÖ' iddialarına değinmemekle eleştirmişti.
İki isim arasındaki tartışmayı başlatan Ahmet Kekeç'in 22 Aralık tarihli "Bu Kâzım'a ne içiriyorlar?" başlıklı yazısı şöyle:
Darbeden sonra hafif tertip eleştirel pozisyon aldılar ama darbenin etkisi geçince sustular. Fetullah Gülen ve çetesine toz kondurmamaya devam ediyorlar.
Daha doğrusu, böyle bir adam yokmuş gibi davranıyorlar. Böyle bir adam yok... Çetesi yok... Kumpaslar yok... Bu çetenin işlediği cinayetler yok...
Darbeyi prensip olarak eleştiriyorlar, darbenin fena bir şey olduğunu yazıyorlar ama fazla derine inmiyorlar. Mevzunun kenarından dolanıyorlar.
Kimden söz ediyorum?
Kâzım Güleçyüzdenen adamdan ve gazetesinden...
Biz bu Kâzım’ı, 17/25 Aralık sürecinde yazdığı heyheyli ve celadetli yazılardan hatırlıyoruz... “Ateş parçası”ydı... Hükümete ve Erdoğan’a demediğini bırakmıyordu.
Hele “muhterem hoca efendisi”ni bir arkalayışı vardı ki, Emile Zola’nın “Dreyfus savunusu” yanında “hiç” kalır... Yolsuzluk batağına batanlar, suçlarını örtbas etmek için Kâzım’ın hoca efendisine saldırıyorlardı, bühtanda bulunuyorlardı, haksızlık ediyorlardı, vs...
Bu yazılar 15 Temmuz’a kadar devam etti.
Sonra sustular.
Niye, bilmiyorum.
Kâzım bize bu suskunluğun nedenini anlatsın.
Hazır eli değmişken, “Devlet paralel yapıyla mücadele kılıfı altında bütün cemaatleri yok etmeye çalışıyor” mealindeki sözleriyle neyi kastettiğini açıklasın.
Devlet, paralel yapıyla mücadele kılıfı altında bugüne kadar hangi cemaatleri yok etti, kimlere gadretti, mensubu bulunduğu grup mahut mücadeleden nasıl bir zarar gördü?
Daha önce de yazmıştım ama umumi bir sızlanma dışında doğru dürüst bir karşılık alamamıştım. Tekrarlıyorum:
Bizim bildiğimiz, farklı cemaatleri hedefe koyan ve onları yok etmeye çalışan tek “yapı” Fetullahçılar’dı... 17/25 Aralık girişiminde sadece hükümeti değil, Menzil, Erenköy ve İsmailağa cemaatlerini de hedefe koymuşlardı; çok sayıda müntesibi “sanık” sandalyesine oturtmuşlardı.
Kâzım Efendi’nin niçin o zaman sesi çıkmadı?
Bir dönem aynı mecralarda dirsek çürüttükleri arkadaşları, kamuoyunun yakından tanıdığın iki Nur talebesi, Mustafa Kaplan ve Bünyamin Ateş, El-Kaideci suçlamasıyla aylarca cezaevinde yatırıldılar. Bu kumpas, muhterem hoca efendisi Fetullah Gülen’in eseriydi.
Kâzım Efendi buna niçin itiraz etmedi?
Niçin “arkadaşlarının” uğradığı haksızlıkla ilgili bir çift laf etmedi, etmiyor?
Bu kadar sorudan sonra gelelim “maksat”a:
Kâzım Efendi, Rus Büyükelçi’nin öldürülmesiyle ilgili bir makale yazmış. İsmi “Derin kumpas...”
Diyor ki, “Açıkça görünen o ki, bu terör taşıyla birden çok fazla kuş vurulmak isteniyor.”
Bu Türkçe şahikası cümleden sonra, “Akla gelen ilk hedefleri sıralarsak...” diyor ve sıralıyor.
Bu suikastle birkaç şey hedeflenmiş.
Biri ülkeyi istikrarsızlaştırmak, diğeri güven duygusunu tahrip etmekmiş.
Üçüncüsü de şuymuş: “OHAL uygulamasını uzattırıp, hattâ daha da ötesinde ‘OHAL dahi yetmiyor’ diyerek sıkıyönetimi gündeme getirmek suretiyle, ülkeyi normal ve olağan yönetimden iyice uzaklaştırmak. Ya da normale dönüş taleplerine karşı, ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ taktiğiyle OHAL rejimini sürekli kılmak.”
Kâzım burada, bu suikasti hükümetin tertip ettirdiğini anlamamızı sağlıyor yahut istiyor. “Hükümetin işine yaradığına göre, hükümet yapmıştır” demeye getiriyor.
Suikastçinin kimliğinden bahis yok.
Şaibeli bir sınavla Polis Okulu’na girmiş. Cemaat evlerinde kalmış. Bir Fetullahçı olan ve suikasti önceden bilen Abdullah Bozkurt’a kiracı olmuş. FETÖ’cü bir işadamı tarafından finanse edilmiş. Neredeyse bütün akrabaları FETÖ’den dolayı tutuklanmış. İzinli olduğu halde darbe gecesi uçakla Diyarbakır’dan Ankara’ya intikal etmiş. Cinayeti işleyeceği gün “hastalık izni” almış...
Buralara hiç girmiyor.
Buralara girmiyor ama suikasti hükümete fatura ettikten sonra da şunları yazıyor: “(Akla gelen hedeflerden biri de) Rusya ile zor belâ düzeltilmeye çalışılan ilişkileri yeniden sıkıntıya sokmak.”
İşte bu sonuncusunu okuyunca “Bu Kâzım’a ne içiriyorlar?” merakına kapıldım.
Suikast “derin kumpas”a işaret ediyorsa ve maksat “OHAL rejimini sürekli kılmak”sa, kumpasta parmağı bulunan (parmağı bulunduğu ima edilen) hükümet, niçin OHAL uğruna Rusya’yla zor bela düzeltmeye çalıştığı ilişkileri yeniden sıkıntıya soksun?
Bu hükümet manyak mı? Yoksa hükümet yetkililerine mi bir şey içiriyorlar?
Kâzım Güleryüz, Ahmet Kekeç'in bu yazısına aynı gün (22 Aralık 2016) attığı tweetle yanıt vermiş, bu tweete 23 Aralık tarihli yazısının son bölümünde de yer verdi:
Her lafa cevabımız var. Lakin bir lafa bakarız laf mı diye. Bir de söyleyene bakarız adam mı diye. Ahmağa verilecek en iyi cevapsa sükûttur.
Kâzım Güleryüz'e bugünkü (24 Aralık 2016) yanıt veren Ahmet Kekeç, Yeni Asya Yayın Yönetmeni hakkında şunları söyledi:
Başkalarının ne kadar “seviyesiz” olduğunu tespit etme hakkını elinde bulunduran Yeni Asya gazetesi genel yayın yönetmeni Kâzım Güleçyüz ahlaksızca küfürlerine devam ediyor.
Önceki gün, “ahmak”, “adam değil” filan diyordu.
Dünkü yazısında seviyeyi daha da yukarılara taşımış. ‘Sersem’ diyor, ‘divane’ diyor, ‘safsatası...’ diyor, ‘hezeyanı...’ diyor.
Bununla yetinmiyor, “köpek” diyor.
Dahası, “köpek gibi ürüdüğümü” söylüyor.
Şimdi ben ne yapayım?
Fetullah adlı meczup şarlatana “yancılık” yapmak dışında görünür bir özelliği bulunmayan bu utanmaz arlanmaz adamı mahkemeye verip biraz parasını mı alayım?
Ne yapayım, siz söyleyin?
Mahkemeye gitsem, “Ben onu kastetmedim Hâkim Bey. Gördüğünüz gibi yazımda isim de zikretmedim” diye kıvıracak... Kendisini küçültecek...
Bir insanı küçülürken görmek başkalarına haz verebilir ama Kâzım Güleçyüz gibi “ayarsız” biri de olsa, ben bir insanı bu halde görmek istemiyorum.
Belli ki sorularıma cevap vermeyecek.
Belli ki “Fetullah yancılığı”ndan vazgeçmeyecek.
Belli ki hoca efendisine toz kondurmamaya devam edecek.
Bu Kâzım’a ne lazım, siz söyleyin?