'Türkiye'de medyanın mülkiyet yapısı ve siyasi baskı basın özgürlüğünü etkiliyor'

'Türkiye'de medyanın mülkiyet yapısı ve siyasi baskı basın özgürlüğünü etkiliyor'

Hazal Özvarış

[email protected]

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun hazırladığı 2013 Türkiye İlerleme Raporu geçen hafta açıklandıktan sonra dün AB Genel İşler Konseyi Türkiye ile üyelik müzakarelerinde "Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu" başlıklı 22. faslın açılmasına onay verdi.

Böylece, AB üyeliği için müzakere yürütülen 35 fasıldan 14'ü (Bilim ve araştırma, İşletme ve sanayi politikası, İstatistik,  Mali kontrol, Trans-Avrupa ağları, Tüketici ve sağlığın korunması, Fikri mülkiyet hukuku, Şirketler hukuku, Bilgi toplumu ve medya, Sermayenin serbest dolaşımı, Vergilendirme, Çevre, Gıda güvenilirliği, Veterinerlik ve bitki sağlığı politikası, Bölgesel politika ve yapısal araçların koordinasyonu) açılmış oldu. 1999'da aday ülke statüsü verilen ve AB üyeliği için müzakerelere 2005'te başlayan Türkiye'nin hanesinde bugüne kadar geçici de olsa kapatılabilen tek fasıl "Bilim ve araştırma" oldu. 

T24 olarak, açıklamalarında Türkiye ile müzakerelerde "Yargı ve temel haklar" başlıklı 23. ve "Adalet, özgürlük ve güvenlik" başlıklı 24. fasılların da açılması mesajını veren AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle'ye sorduk. Füle, süreçte AB'nin tavrındaki noksanlıklardan Türkiye kamuoyu için psikolojik eşik haline gelen vize muafiyetine, Türkiye'de medya sahipliği mimarisinin yarattığı sorunlardan ana dilde eğitime kadar pek çok konuda görüşlerini T24 ile paylaştı.

Üyelik sürecinde iki tarafa da sorumluluk düştüğünü "AB fasılların açılmasını sağlamalı; Türkiye, kriterleri karşıladığından emin olmalı" sözleriyle dile getiren Füle, İlerleme Raporuna'da Türkiye'ye eleştiri yöneltilen önemli sorunlar arasında yer verilen basın özgürüğü konusunda "Gazeteciler şiddet, baskı ve tehdit korkusu olmadan ya da oto-sansür ihtiyacı hissetmeden işlerini yapabilmeliler" vurgusu yaptı. Füle, İlerleme Raporu'ndaki tespitlere dayanarak "Türkiye'de medya mülkiyeti yapısı ile yüksek düzeyli siyasi baskının medya özgürlüğünü etkilediğini gözlemlediklerini" kaydetti.

Stefan Füle, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Köşk'e çıkması durumunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü hükümetin başında görmeyi arzu edip etmeyeceği yolundaki soru üzerine "demokrasi sadece sandıktan çıkmasa da kendi rolünün demokratik olarak seçilmiş bir liderle birlikte çalışmak" olduğunu vurguladı.

Stefan Füle'nin T24'ün e-mail ile yönelttiği sorulara verdiği cevaplar şöyle:     

 

'Temel haklar ve yargı konularında Türkiye ile çalışmalıyız' 

 

- 16 Ekim'de Avrupa Parlamentosu'nun Dışişleri Komitesi'nde yaptığınız konuşmada "AB Türkiye'den özellikle temel hak ve özgürlüklerle ilgili reformlar talep ederken bu konularla ilgili fasıllarda hala resmi açılış kriterlerinin Ankara'ya bildirilmemesini" de eleştirdiniz. Ayrıca, 2013 İlerleme Raporu'nda, "AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler" başlığı altında "Tamamlanmış olan 33 tarama raporundan sekizi Konsey’de bekletilmekte; bir tanesi hâlâ teslim edilecek. AB üyeleri arasında uzlaşıya varılmaması sebebiyle bu süreç kesintiye uğramıştır" ifadesi kullanılıyor. Sizce, AB'nin Türkiye'nin motivasyonunu kırıcı ya da yavaşlatıcı tutumları var mı? AB'ye ilişkin olarak sizin sorunlu bulduğunuz noktalar neler?

Sürecin her bir adımında üye ülkelerin oybirliği gereklidir ve bu durum her zaman belirgin değildir. Bunun bazen gerilime yol açabileceğini anlıyorum.

Bahsettiğiniz durumda, üye ülkelere mesajımız anlaşılır ve istikrarlıdır: 23. fasıl kapsamındaki temel haklar ve yargı konularında Türkiye ile birlikte çalışmalıyız. Daha fazla görüşmelerde bulunmak, insan haklarının durumunu güçlendirebilir ve geliştirebilir. Ve ilk olarak, bu konular hakkında gelişme sağlanması için Türkiye'ye kesin şartları ya da "kriterler"i bildirmeliyiz. Avrupa Parlamentosu da, bazı vesilelerle, bu fasılın açılması için açıklamada bulunmuştu.

Bununla birlikte, üye ülkelerin geçen Aralık'ta, aktif ve güvenilir katılım müzakereleri için çağrıda bulunduğunu hatırlatmama izin verin. 22. fasılı, "Bölgesel politika"yı açma kararı, üye ülkelerin ciddi olduklarının en iyi kanıtıdır. Şimdi Türk tarafı bu karara, benzer bir görüşme tutumuyla, işbirliği ve koşullara saygıyla karşılık vermeli.

 

'AB fasılların açılmasını sağlamalı, Türkiye kriterleri karşılamalı'

 

- Sizce, AB'nin Türkiye'ye dair alması gereken ideal pozisyon ne olmalıydı? AB'yi bu "ideal pozisyon"u benimsemekten alıkoyan ne?

AB, AB'nin taahhütleri ve koşullarına saygı gösteren, aktif ve güvenilir katılım müzakereleri gerçekleştirmeye çalışmalı. Dediğim gibi, üye ülkelerin geçen Aralık'ta kararlaştırdığı, birkaç yıldır bloke edilen fasılın 5 Kasım'da açılmasının muhtemel olması, ilerlemek için iradenin olduğunun kanıtıdır. Ve her ilişkide olduğu gibi, bu da çift taraflı bir süreç olmalı. AB fasılların açılmasını sağlamalı; Türkiye, kriterleri karşıladığından emin olmalıdır.

 

Vize muafiyeti için geri kabul anlaşması

 

- 1) Türkler için AB'ye dair bir baraj sorusu: Türkiye vatandaşları AB üyesi ülkelere ne zaman vize gerekliliği olmadan girebilecek? 2) 2013 Genişleme Paketi'nin basın açıklamasında "AB-Türkiye geri kabul anlaşmasının imzalanması ve eşzamanlı olarak vize muafiyeti sürecinin başlatılması iki taraf için kazan-kazan olacak. Top Türkiye'nin sahasında, topu oynayın" dediniz. Komisyon'un bakışını "Türkiye geri kabul anlaşmasını imzaladığında, vize muafiyeti gerçekleşecek" diyerek özetleyebilir miyiz?

İki soruyu birlikte ele alalım. Hem AB'de, hem de Türkiye'de bulunan vatandaşlarımızın beklentilerini karşıladığımızdan emin olmak isteriz. Bu somut bir şekilde demektir ki, Avrupa'ya seyahat edecek olan Türk vatandaşları için vize muafiyeti işlemlerine en yakın zamanda başlamalıyız, buna paralel olarak da Türkiye geri kabul anlaşmasını imzalamalı. Bunun yakın gelecekte yapılabileceğine inanıyorum. Böyle bir adım, AB üye ülkeleri tarafından bir yıl önce alınan bir kararı en sonunda hayata geçirebilir ve her iki tarafa somut yararlarıyla, ilişkilerimize taze bir ivme verebilir.

 

'Katılım sürecinin kalbinde hukukun üstünlüğü yer alır'

 

- İlerleme Raporu'ndaki "endişeler listesi" cinsiyet eşitliği, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, iddianamelerin kalitesizliği ve devlet yetkililerinin açıklamalarının savcıları etkilemesi gibi pek çok başlığı kapsıyor. Sizden siyasi kriterlere ilişkin olarak bir öncelik listesi yapmanızı istesek, hangi başlıklar listenizde yer alırdı? Siz bu sorunların varlığının devam etmesini neye bağlıyorsunuz? 

Avrupa Birliği üyesi olmak için her aday ülkenin, temel haklara saygıyı garanti etmesi gereklidir ve bu nedenle bu haklar arasında bir hiyerarşi kurma girişimi içine girmek istemiyorum. Hakların hepsi önemlidir.

Genişleme stratejimizde, genişleme sürecinde birkaç konuya öncelik verdiğimizi hatırlatmama izin verin, çünkü bu başlıklar sürecin dayandığı temelleri temsil etmektedir:

Hukukun üstünlüğü, katılım sürecinin tam kalbinde yer alır. Ülkeler sürecin erken safhalarında, köklü ve değiştirilemez reformlar getirerek sağlam bir uygulama sicili geliştirmelidirler. Bu yaklaşım, yararların vatandaşlar tarafından, sadece sürecin sonunda değil, süreç sırasında hissedilmesini sağlar.

 

'Gazeteciler baskı görmemeli, oto-sansür ihtiyacı hissetmemeli'

 

AB'nin genişlemesi dahilindeki ülkelerin ekonomik yönetimini de güçlendirmek istiyoruz. Ardından demokrasiyi garantileyen kurumların öneminin altını çiziyoruz ve demokratik süreçlerin daha kapsayıcı olmasını sağlıyoruz.

Temel haklara saygı konusuna da odaklanıyoruz. Temel haklar, herkes için kalıcı bir esas olarak garanti edilmelidir. Gazeteciler şiddet, baskı ve tehdit korkusu olmadan ya da oto-sansür ihtiyacı hissetmeden işlerini yapabilmeliler. Kadınlara karşı ayrımcılık ve şiddetin yanı sıra LGBT topluluğuna karşı yapılan kabul edilemez olayların da bittiğini görmek istiyoruz. Azınlıkların ayrımcılığa uğramaması ile din ve inanç özgürlüğü de eşit derecede önemli konular.

 

'Medyanın mülkiyet yapısı ve siyasi baskı özgürlüğü etkiliyor'

 

- 1) "Medya sahipliğinin sanayi gruplarında yoğunlaşması" hem 2012, hem 2013 ilerleme raporlarında, basındaki yaygın oto-sansürün nedenlerinden biri olarak gösterildi. Sizce medya patronlarının, banka sahibi olmasını veya kamu ihalelelerine girmesini engellemek gibi diğer işlerini düzenleyecek yasal bir sınırlama bu konuda çözüm adına bir adım olur mu? 2) Medya patronlarına sizin yapacağınız çağrı ne olur?

Tekrar iki soruyu birlikte ele alayım. Rekabet kurallarına saygı gösteren bir girişimci ruhun, iç pazarımızın temeli olduğunun altını çizmeme izin verin.

Raporlarımızda, Türk medyasındaki mülkiyet yapısının yüksek düzeyli siyasilerin fark edilen baskısı ile bileşiminin, uygulamada medyanın özgürlüğünü etkilediğini gözlemliyoruz.

İfade özgürlüğü konusunda ilgili taraflarla birlikte çalışıyoruz. Örneğin, bu yılın Haziran ayında, AP ile birlikte, Batı Balkanlar ve Türkiye'den katılımcılarla Speak-Up! Konferansı'nın devamını organize ettim.

Haziran konferansının sonuçlarında, medyada çoğulculuğun korunması için, medya sahipliğinin şeffaflığı ve medya yoğunlaşmasının sınırlandırılmasının gerektiğini belirttik. Medyanın ve düzenleyicilerin bağımsızlığı hakkında ayrıca ısrar ediyoruz. Ve kaliteli haberciliğin desteklenmesi ve gazetecilikte etikle profesyonelliğin artmasının gerektiğinin altını çiziyoruz.

- "Devlet yetkililerinin açıklamalarının engelleyici etkisi oldu. (..) Hatta, devlet yetkilileri bizzat eleştirel gazeteciler ve yazarlara dava açmaya devam etti" ifadesi raporda yer aldı. Raporda "devlet yetkilileri" tarifi tercih edilirken, bu konuda "Batsın sizin gazeteciliğiniz" gibi açıklamalarla en göze çarpan ifadeleri kullanan Başbakan Erdoğan oldu. "İlerleme Raporu'nda da otosansür var" diyen birine ne yanıt verirsiniz?

Raporlarımızın amacı bireyleri damgalamak değil, aday ülkelerdeki sistematik problemleri işaret etmek ya da son 12 ayda katılım kriterlerini karşılamaya doğru atılan gelişmeleri tarafsızca açıklamak. Bize verilen yetki bu. Amaç, ilerideki reformlar için destek ve rehberlik sunmak, cesaret vermek. Bunun ötesine geçmek, münakaşa içine girmek demek olur ve bu, kesinlikle, istenilen hedeflerin karşılanmasına katkı sağlamaz.

- Raporda, dört partinin Genelkurmay Başkanlığı'nın Savunma Bakanlığı'na bağlanması üzerinde uzlaştığı not edildi. Ancak, Erdoğan'ın konu hakkındaki son açıklamasına göre, "Bu değişim gündemde değil ve Genelkurmay Başkanlığı'nın Başbakanlığa bağlı çalışmasından memnuniyet var." Siz bu açıklamayı nasıl değerlendirdiniz?

Rapor, Eylül ayındaki bildirim için son tarihten önce, Parlamento'nun uzlaştırma komitesi içindeki anlaşmalar dahilinde toplanan en yeni bilgilere dayanmaktadır. Anayasanın gelecekteki değişikliklerinin içeriğine dair bireysel açıklamalar üzerine tahminde bulunmayacağım; metinlerin somut kabulünü beklemeyi tercih ediyorum.

 

'Yerelliğin güçlenmesinin ayrılıkçılıkla hiçbir alakası yok'

 

- "Kasım ayında kabul edilen Büyükşehir Belediyeleri Yasası, belediyelerin yetki alanlarını genişletti, böylece Avrupa Konseyi'nin bazı küçük belediyelerin kamu hizmetindeki zayıf kapasitesine dair eleştirileri kısmen ele alındı. Ancak, Avrupa Konseyi'nin yetki devri ve kendi gelir kaynaklarını yaratabilmesinin sağlanması aracılığıyla belediyelerin güçlenlendirilmesine dair tavsiyeleri uygulanmadı." 2013 İlerleme Raporu'ndan yapılan bu alıntıdaki tavsiyeler, bazı Türkiye vatandaşlarına ülkenin bölüneceğini düşündürtüyor. Bölünmeden korkanlara siz ne söylersiniz?  

AB, devletin örgütlenmesine dair kesinlikle hiçbir görüşe sahip değildir. 28 üyemizin arasında çok değişik devlet modellerinin bulunması bunun kanıtıdır. Yine de, AB'nin ve genel olarak modern yönetimin temel prensiplerinden biri, "yerellik" (subsidiarity) ilkesidir.

Bu ilke, kararların vatandaşlara olabildiğince yakın şekilde alınmasını ve kararların doğruluğunun ulusal, bölgesel ya da yerel seviyede var olan olasılıklar ışığında sürekli olarak denetlenmesini sağlar. Bu ilke, AB'nin merkeziyetçi ülkelerinin yanı sıra federal devletleri tarafından da uygulanmaktadır. Ayrılıkçılıkla hiçbir alakası yoktur, ancak iyi, etkili ve demokratik yönetimle alakalıdır.

 

'Türkçe dışındaki dillerde eğitim gibi adımlar olumlu'

 

- 2013 İlerleme Raporu'nda "ana dilde eğitim" konusu şöyle yer aldı: "Eylül ayında açıklanan demokratikleşme paketi özel okullarda Türkçe dışında dil ve lehçelerde eğitimi sağlarken, yeni anayasa çalışmaları da dahil olmak üzere, genel hak olan ana dilde eğitim hakkındaki tartışmalarda mutabakata ulaşılmadı." Ana dilde eğitim için kullanılan "genel hak" vurgusundan yola çıkarak özel okullar adımını "önemli fakat yetersiz" bulduğunuz sonucunu çıkarabilir miyiz? Türkiye'de ana dilde eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz?

Komisyon, Türkçe dışındaki dilleri öğrenme ve kullanma hakları dahil, kültürel hakların geliştirilmesi için Türkiye'yi devamlı olarak teşvik etmiştir ve özel okullarda Türkçe dışındaki dillerde eğitimin açıklanması gibi bu yöndeki adımları olumlu karşılamaktadır.

Sorunuz, mevcut anayasanın değişmesi sürecinin rapordaki tanımına değiniyor. Raporumuz, tartışmalarda bahsedilen konuları yansıtıyor. Tartışmalardan ana dilde eğitimin sadece özel okullarda değil, genel olarak eğitimde bir tartışma konusu olduğunu anladık.

- 2013 İlerleme Raporu açıklandıktan sonra, bazı köşe yazarları tarafından yapılan yorumlardan biri şu oldu: "Demokratikleşme paketiyle yeni adımlar taahhüt edilmeseydi, bu rapor son yılların en sert raporu olacaktı." Bu görüşe katılıyor musunuz?

Önceden söylediğim gibi, İlerleme Raporu'nun hedefi, Ekim 2012 ve Eylül 2013 tarihleri arasındaki gerçeklere dayanan gelişmeleri belirtmek. Rapor, Türk otoriteleri tarafından bu dönemde yapılan bütün reformları kapsıyor; sadece demokratikleşme paketi değil, yargısal reform paketi, yasama ve anayasal girişimler, barış sürecinin başlaması bunlardan birkaçı. Rapor, itibar etmesi gerektiği yerde itibar ederken, kaygıları dile getiriyor ve ilerideki reform çalışmalarından yararlanabilecek alanları tanımlıyor.

 

'Başörtüsü konusu Komisyon tarafından yorumlanmaz'

 

- Demokratikleşme paketi açıklandıktan sonra, Times, kamuda istihdamda başörtüsü yasağının kaldırılmasını "laik devlete saldırı" olarak yorumladı. Siz Times'ın görüşüne katılıyor musunuz, yoksa bunu olumlu bir adım olarak mı sınıflandırıyorsunuz?

Avrupa'da değişik kurallar ve uygulamalar bulunmakta. Ve bu konu hakkında birleşmiş bir standart yok. Geçmişte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başörtüsünün, Avrupa Konseyi'ne üye her devletin, kendine göre karar alacağı bir konu olduğuna hükmetmişti. Bu yüzden başörtüsü konusu, siyasi kriterlere uyumu bakımından Komisyon tarafından yorumlanmaz.

Bu yüzden, bu konu hakkında kendi dengesini bulmak ve anlaşmaya varmak Türk toplumuna bağlı.

Ancak, en nihayetinde önemi olan, inançları ve fikirleri ne olursa olsun, Türk kadınlarının, akran baskısı (mahalle, çevre baskısı olarak da çevrilebilir - T24) dahil her türlü baskıdan uzak, seçme özgürlüğünün garantiye alınmasıdır.

 

'Egemen Bağış'la samimi, açık, arkadaşça bir ilişkimiz var'       

 

- 2012 İlerleme Raporu açıklandıktan sonra, AB Bakanlığı tepki olarak "alternatif ilerleme raporu"nu yazdı. AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'la nasıl bir ilişkiniz var? Üslup/ton sorunu yaşıyor musunuz?

Genellikle Türk mevkidaşlarımızla çok iyi çalışıyoruz. Meşru olduğunda Egemen Bağış'a kaygılarımı ifade etmekten asla çekinmiyorum. O da aynısını bana yapıyor. Samimi, açık ve arkadaşça bir ilişkimiz var.

 

'Türkiye'nin üyeliği reformların hızına bağlı'

 

- Bu soru sizi sıkabilir, ancak AP Sosyalist ve Demokratlar İlerici Grup Başkanı Hannes Swoboda, gerçekçi olmak adına Türkiye'nin AB üyeliğinin 2023'ten önce gerçekleşmeyeceğini söyledi. Swoboda'ya katılıyor musunuz, Türkiye'nin üyelik için bir on yıla daha ihtiyacı var mı?   

Müzakerelerin durumuna bakıldığında, takvim açısından konuşmak için çok erken. Türkiye'den beklenen, çok iyi bilinen katılım kriterlerini karşılaması için reformlar yapması. 2005'te üye ülkeler tarafından oybirliğiyle kabul edilen müzakere taslağına yazılan Türkiye'nin tam üyeliği elde etmesi amacı için en iyi yol bu. Katılımın kesin zamanı, reformların hızına bağlı olacaktır.

- Sizce hangi siyasi çizgi AB'ye daha yakın; İslamcı gelenekten gelen muhafazakar iktidar partisi mi, yoksa zaman zaman devlet geleneğine sadakati nedeniyle eleştirilen ana muhalefet partisi mi?

Aday ülkelerdeki bütün partilerin AB katılım kriterleri ile bağdaşan reformları ve Avrupa standartlarını desteklemelerini teşvik ediyoruz. Ayrıca, bizim yaklaşımımız sadece hükümetle değil, bütün toplumla iletişimde olmak. Bundan dolayı aday ülkelerde sivil toplumla, iş çevreleriyle ve iktidar partisinin yanı sıra muhalefetle sıklıkla diyaloglarda bulunuyorum.   

- Size iki lider hakkındaki değerlendirmelerinizi sormak istiyoruz. Başbakan Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun karakter ve performanslarını siz nasıl tanımlarsınız?

Başbakan Erdoğan ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun performanslarını kıyaslayacak bir pozisyonda değilim. İki farklı pozisyona sahipler. Önemli olan şu; iyi işleyen bir demokraside, farklı partilerin siyasetçileri yapıcı şekilde tartışabilir ve Türkiye'nin vatandaşlarının ortak faydası için birlikte çalışabilir.

 

'Demokrasi sadece sandıktan çıkmasa da,

seçilmiş lider oyların meşruiyetine sahip'

 

- 2013 İlerleme Raporu'nda Abdullah Gül'ün Gezi Parkı eylemlerindeki performansından yola çıkarak "Cumhurbaşkanı uzlaştırıcı rolünü sürdürdü" denildikten sonra Gül'ün siyasi reformlara ve barış sürecine verdiği destekleyici tavıra yer veriliyor. AKP'nin kıdemli siyasetçilerinden Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik, Gül ile birlikte çalışmaktan memnuniyet duyacaklarını söyledi. Siz de Erdoğan'dan sonra Gül'ün başbakan olmasını arzu eder misiniz?

Pasaportuma bakın: Ben bir Çek vatandaşıyım. Türkiye'de oy veremem, bundan dolayı bir ya da bir başka politikacı hakkında tercihimi açıklamam benim için az bir anlam taşıyor. Demokrasi her gün geliştirmeniz gereken bir şey olsa da ve sadece oy sandığından çıkmasa da, benim rolüm demokratik olarak seçilmiş bir liderle birlikte çalışmak, çünkü o adam - ya da elbette o kadın - oyların meşruluğuna sahiptir.    

- AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi ve sosyalist bir yönetimi deneyimlemiş bir siyasi olarak, Türkiye'deki sol siyaset ve siyasetçilerin etkinliğini ve vizyonlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim rolüm aday ülkelerin politikaları hakkında yazan bir köşe yazarı ve yorumcunun rolü değil. Ülkenizde bunun için benden fazlasıyla iyi uzmanlarınız var. Sol, sağ veya merkezi kanattan olsunlar, benim işim, hükümetler ve muhalefetlerle birlikte çalışmak ve onları desteklemek ve hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve Türkiye'nin katılım sürecindeki yolculuğuna yardım edecek reformların teşvik edilmesi için elimden geleni yapmak.