Stradivarius kemanları ile geçtiğimiz günlerde müşteri gibi bindiği taksiyi gasp ettikten sonra, benzin istasyonunda üç kişiyi rehin alan polisin sırrı çözülmüş bulunuyor. Bilinenin aksine, Stradivarius kemanlarının doyumsuz sesi yapımda kullanılan cila ve tahtanın işleniş biçiminden kaynaklanmıyormuş. Maharet, uzun ve soğuk kışlar ile kısa ve ılık yazlar yaşamış ağaçlardan elde edilen tahtanın kendisindeymiş. Radikal yazarı Adnan Ekinci'nin (28.10.2009) ''Stradivarius'un eline kemanı kim verdi?'' başlıklı yazısı...Bizim polisin gangsterlere taş çıkaracak davranışının sırrı ise, 'hezeyanlı bozukluk, paranoid, şizofrenik bozukluk ve bipolar bozukluk' hastalıklarıyla açıklanmış. Yani bu tür hastalıkları taşıdığı halde, bizlerin 'güvenliğini' korumak üzere vazifesini ifa etmekteymiş. Hürriyet gazetesi, birinci sayfadan 'Bu adamın eline silahı kim verdi?' diye soruyordu. Hepimiz bu iki büyük sırrın açığa çıkmasıyla sarsılırken, başka bir gerçeğin önündeki sis perdesinin de aralandığını gördük. Meğerse, aynı memurun polis okuluna başlarken ve mezun olurken yapılan her iki muayenede de 'sağlam raporu' almış olduğu anlaşıldı. Gördüğünüz gibi dünyada hiçbir sır, uzun süre gizemini koruyamıyor. Hey gidi Antonio Stradivarius, hey! Bu arada, olay kahramanı polisin akıbetini merak edenler olacaktır. Sanırız, Eskişehir Atatürk Lisesi öğrencilerine verdiği konferansta 'Mafya şerefli bir iştir. O kadar basit bir şey değildir' diyen Emniyet Müdürü gibi, merkeze alınacaktır. Sanırım bu öngörümüz sizi biraz şaşırttı. Bir taksiyi gasp edip, benzincide sadece üç kişiyi rehin alan polis memuru, sizce, lise öğrencilerine mafyanın erdemlerinden söz eden bir emniyet müdüründen daha mı fazla tehlikelidir? Sahi, Eskişehir Emniyet Müdürü'nü merkezde yani Ankara'da pasif bir göreve almakla ne yapılmaya çalışılıyor, dersiniz? Merkeze alındı diye müdürlerin güvenlikle ilgili bilgi ve bilincinde bir gelişme mi oluyor? Aslında hepimiz bu soruların cevabının 'Hayır!' olduğunu biliyoruz, değil mi? Ama yine de, verimsiz işçinin işten atılmasını normal görürken, beceriksiz amirleri merkeze almakla yetinip, neden maaş verilmeye devam edildiğini merak etmeyiz. Biz de az değiliz hani, değil mi? Gerekçeli karar zafiyeti Mahkemelerin yasaları uygulama konusundaki titizlikleri, kararları için gösterdiği 'gerekçe'den belli olur. Bir hukukçu için gerekçesi ayrıntılı olarak yazılmış bir kararı okumak, çikolata tanesinin ağızda erimesi kadar keyif vericidir. Bu arada, bazı mahkemelerin 'gerekçeli karar' verme konusunda ciddi bir zafiyet yaşadıklarını da itiraf etmeliyiz. Ya kararın gerekçesini geç yazarlar, ya gerekçeleri yeteri kadar açıklayıcı değildir ya da hiç gerekçe gösterilmeden kararın kendisi tekrar edilir. Öte yandan, Ankara 23. Asliye Hukuk hâkiminin yaptığı gibi, kararın gerekçesini bilimsel bir hipoteze dönüştürme gayreti içinde olanlara da rastlanabiliyor, tabii ki. Caminin minaresi otomobilinin üzerine yıkılan vatandaş, uğradığı zararın tazmin edilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında dava açmış. Vatandaşın talebini yerinde bulan Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin "İslam dininde cami diye bir kavram yoktur. Kul evrenin her yerinde ibadet yapabilir" şeklindeki gerekçeli kararda yer alan bu savların 'gerekliliğini' anlayabilmiş değiliz. İslam dininde caminin olup olmaması ile, minarenin üzerine düşerek otomobilde oluşturduğu zarar arasında makul bir nedensellik bağı kurmak oldukça zor görünüyor. Oysa, hukukta zarar kavramının tanımı çok açık. Meydana gelmiş zararlardan kimlerin, hangi şekilde sorumlu tutulacağı çeşitli kanunlarda ayrıntılı olarak yer almakta... Nitekim ilahiyatçılar, 'Tarihi ve Kuran'ı hiçe sayıyor' diyerek mahkeme kararını eleştirmiş, hatta hâkimi birazcık da ayıplamışlar. Diyeceğimiz o ki, gerekçeli kararlarda muğlak ve tartışma içeren konulara yer vermek, doğru olarak verilmiş kararı da muğlak ve tartışmalı hale getirir. Avrupa görmüş hâkimler Adalet Bakanlığı'nın son dönemde yargı mensuplarına yönelik düzenlediği seminerleri sevinçle izliyoruz. Fakat, bu program dahilinde stajyer hâkim ve savcıları son altı aylık dönemlerinde dil eğitimi için yurtdışına gönderme uygulamasını pek anlayabilmiş değiliz. Bu uygulama, 'Türkiye'de hâkim ve savcı olma gerçeğini bilmezlikten gelme' gibi bir anlayışın varlığını da ortaya koyuyor. Anadolu'da halen görev yapmakta olan hâkim ve savcıların hangi koşullarda çalıştıkları ve yaşadıkları malumken, stajyerleri altı aylığına yurtdışına göndermenin fanteziden ibaret bir uygulama olduğu açıkça belli oluyor. Devlet doktoruna, mühendisine görev yapabilmesi için gerekli araç ve gereçleri temin ederken, hâkimine ve savcısına sadece cüppe vermekle yetinmesini anlamak zordur. Bugün Türk yargısının 'Avrupa görmüş hâkim'den ziyade, bir hukuk adamı için gerekli olan çalışma ve yaşama koşullarına sahip hâkim ve savcılara ihtiyacı vardır. Kadıköy'ün özel güvenlikçileri Güvenlik konusunda özelleştirme başladı da bizim mi haberimiz yok acaba? Geçtiğimiz günlerde, İnternet Haber sitesinde, Barış Yarkadaş, özel güvenlik bağlamında Kadıköy'de yaşanan iki olaya yer verdi. İlki, Kadıköy Halitağa Caddesi'nde gerçekleşmiş. Kapkaççılarla mücadelede emniyeti yetersiz bulan esnaf, çareyi özel güvenlik elemanı tutmakta bulmuş. Bu iki görevli, gün boyu Halitağa Caddesi üzerinde dolaşarak, güvenliği sağlıyormuş. Diğeri, Neşat Ömer Sokak'ta yaşanmış. Kadıköy Belediyesi Zabıta Ekipleri, seyyar satıcıları kaldırmak için düzenlediği operasyona, sokaktaki iki binada görev yapan özel güvenlik elemanlarını da katmış. Barış Yarkadaş yazısında, özel güvenlik elemanları konusunda duyduğu endişeyi dile getirerek, uygulamanın yaygınlaşması halinde yaşanacak kaosu şimdiden gözler önüne sermiş. Yarkadaş'ı hukuka karşı olan duyarlılığından kutluyor, Kadıköy'deki özel güvenlik konusundaki gelişmeleri merakla bekliyoruz.