Hürriyet yazarı Osman Müftüoğlu, stresin çok yemek yemeye neden olduğunu savunarak 'Kronikleşmiş, neredeyse yönetilemez noktalara gelmiş stres reaksiyonları neticesinde gelişen bu tür kortizol ve insülin patlamalarına paçanızı bir kez kaptırdınız mı işiniz zordur. Bir süre sonra 'insülin direnci' tuzağına düşmemeniz ise neredeyse bir mucizedir. 'Stres-kortizol-insülin' üçlüsünün oluşturduğu bu yapılanma Bermuda şeytan üçgenine benzer. Zamanında önlem alınmaz ise bir sürü sağlıksızlık haline kapıyı aralar" dedi.
Osman Müftüoğlu'nun "Stres neden çok yedirir?" başlığıyla yayımlanan (23 Ağustos 2016) yazısı şöyle:
Geçen hafta bir akşam yemeğinde sohbet ettiğim orta yaşlı ve oldukça kilolu hanımefendi bir hayli dertliydi! En çok da stresli dönemlerde tavan yapan aşırı yeme ve şeker-tatlı krizlerinden şikayetçiydi. Bakın bana neler anlattı...
“Ne zaman canım sıkılsa, ne zaman üzülüp bunalsam kendimi ya bir pastanede ya da marketteki tatlı reyonunun önünde buluyorum. İkisinde de şuursuzca alışveriş ediyor, ‘çikolataysa, pasta, baklavaysa koy sepete’ moduna giriyorum. Gergin, kararsız, endişeli ya da öfkeli olmam fark etmiyor, ruhsal gelgitlerin her türlüsü beni müthiş acıktırıyor. Daha da kötüsü baş edilmez tatlı krizlerine, yeme nöbetlerine sürüklüyor. Tıkınırcasına yiyor, neredeyse çiğnemeden yutuyorum! Kısacası yeme içme kontrolümü ciddi ölçüde kaybediyorum. Bu işin bir çözümü yok mu?”
O hanımefendiye verdiğim yanıtları sayfadaki kutularda bulacaksınız. Buyurun...
Bermuda şeytan üçgenine girmeyin! Kronikleşmiş, neredeyse yönetilemez noktalara gelmiş stres reaksiyonları neticesinde gelişen bu tür kortizol ve insülin patlamalarına paçanızı bir kez kaptırdınız mı işiniz zordur. Bir süre sonra “insülin direnci” tuzağına düşmemeniz ise neredeyse bir mucizedir. “Stres-kortizol-insülin” üçlüsünün oluşturduğu bu yapılanma Bermuda şeytan üçgenine benzer. Zamanında önlem alınmaz ise bir sürü sağlıksızlık haline kapıyı aralar. Başa gelebilecek sorunların en mühimleri de şunlar... * Gelsin tatlı krizleri * Sıklaşsın yeme atakları * Alınsın kilolar, genişlesin beller, büyüsün göbekler * Yağlansın karaciğerler * Başlasın tembellikler, yorgunluklar ve halsizlikler * Tekrarlasın hipoglisemi atakları * Yükselsin kan şekerleri * Artsın kolesterol ve trigliseridler * Çoğalsın ürik asitler * Azalsın iyi kolesterol (HDL) * Yükselsin tansiyonlar * Sertleşsin damarlar * Çoğalsın damar içi pıhtı ve plaklar * Gelsin kalp krizleri, felçler * Bozulsun bellekler
Kortizol artınca ne olur? Stres, yeme dürtüsü ve tatlı krizleri arasında bir bağlantı olduğu kesin. Bu bağlantının tetikçisinin de böbreküstü bezlerinden aşırı salgılanan KORTİZOL hormonu olduğundan hiç şüphemiz yok! Kortizol çok mühim, yaşamsal, “olmazsa olmaz” bir hormon. Ne ki diğer hormonlarımız gibi onun da fazlası veya azı sorun yaratıyor. Mesela yeteri kadar kortizol üretemezseniz sonu hastalıkla bitebilen tatsız bir yolculuğa çıkabiliyorsunuz. Hafif bir kortizol yetersizliği dahi sağlığınızı ciddi ölçüde etkiliyor. En azından hiçbir fiziksel stresle başa çıkamaz hale geliyorsunuz. Nedeni şu... Sağlıklı biriyseniz aniden herhangi bir fiziksel stresle (tehditle) karşı karşıya kaldığınızda böbreküstü bezleriniz anında daha çok kortizol üretmeye başlıyor. Siz de bu sayede o stresle baş edebilecek daha güçlü, zinde ve atak biri haline geliyorsunuz. Bağışıklık sisteminiz hızla aktive olup iltihabi süreçler süratle baskılanıyor, belleğiniz de anında daha keskin hale geliyor. Eğer bunlar olmazsa yani ani stres anında kortizolünüz azsa bu süreçlerin hepsi aksıyor. Kortizolün fazlası da problem yaratıyor. Mesela uzamış veya tekrarlayıp duran kronik bir stres durumunda da sürekli, sık ve bol kortizol üretmek zorunda kalırsınız. Ama bu durumda işler tersine döner. Aleyhinize çalışan başka sistemler devreye girer: Kalbiniz, damarlarınız, kandaki şeker-yağ oranlarınız dengesizleşmeye başlar. Bağışıklığınız çökme sürecine girer. Yorgunluk, bitkinlik baş gösterir. Ve bu arada yeme davranışlarınızda yemek seçimleriniz ve miktarlarında da bazı değişiklikler başlar.
Tatlı krizleri nasıl başlar? Stres sarmalına paçanızı kaptırınca kendinizi bir anda tuzlu, tatlı, unlu, yağlı bir gıda denizinin içinde bulursanız hiç şaşırmayın. Uzamış ve kontrolden çıkmış stres baskısının oluşturduğu kimyasal tepkiler özellikle kadınlara gereğinden fazla yedirebilir. İşin kötüsü sağlıklı şeyler yerine, şekeri, yağı, tuzu bol, kalorisi yüksek zararlı gıdaların yenmesini de teşvik eder. Peki neden? Bu can sıkıcı sürecin bir değil, birçok nedeni var. Birincisi stresin uyku düzenini bozması ve uyku süresini kısaltıp uyku kalitesini azaltmasıdır. Uykusuzluğun leptin seviyelerini azaltarak açlık duygusunu tetiklediği kanıtlandı. Uykusuzluğun midenin salgıladığı açlık hormonu ghrelinin üretimini artırdığı da gösterildi. İkincisi kronik stresin insülin hormonunu da artırmasıdır. İnsülin patlamaları kan şeker seviyelerinde ani düşmelere (hipoglisemi) neticede de yeme ataklarına yol açar. Üçüncüsü kronik stres ile insülin direnci arasında da bir bağlantı var. Kronik stres özellikle karaciğerde insülin direncine yol açar. İnsülin direncinin en önemli işaretlerinden biri ise “tatlı, unlu, tuzlu ve yağlı” gıdalara düşkünlüğüdür. Ayrıca insülin direnci olanlarda “çiğnemeden yutma/hızlı yemek yeme” ve “aşırı gıda tüketme” eğilimi de sık görülür. Kısacası kronik ve kontrolsüz stres sadece kortizol değil, insülin üretimini de artırarak “çikolata krizleri” ve “yeme atakları”nı tetikleyebiliyor. Neticede “ikili bir çete” ortaya çıkıyor, sağlığı ciddi ölçüde tehdit eden “çifte kavrulmuş” bir süreç başlıyor. Kötü bir haber de şu: Kronikleşen stres durumu sadece kortizol ve insülin üretimini artırmıyor. Bir süre sonra bu ikili de birbirlerinin teşvikçisi haline geliyor. Kortizol insülinin, insülin de kortizolün üretimini tetikliyor. Sonrası mı? Sonrası çok ama çok tatsız! Sofradaki o hanımefendiyi bekleyen “muhtemel tehlikeleri” yandaki kutuda bulabilirsiniz...