(Hürriyet - 5 Mayıs 2012)
Geçen ay Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir haber, bir soruşturma çerçevesinde tutuklu bulunan işadamı Galip Öztürk ile Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Suat Kılıç’ın bir özel şirkette “ortak olduklarını” bildiriyordu.
Bakan’ın avukatı Muammer Cemaloğlu, bu haber üzerine yaptığı açıklamada, müvekkilinin Çarşamba Elektrik Enerji Üretim Anonim Şirketi’nde hissesinin bulunduğunu doğruladı, ancak “2007 yılındaki kuruluş aşamasında yüzde 5 olan şirketteki hisse payının geçen yıl yüzde 1’e indirilmiş olduğunu” bildirdi.
Açıklamaya göre: “Bu hisse kâr amacı güdülmeden, seçim bölgesindeki bu yatırıma bölge işadamlarının katkısını sağlamaya yönelik, teşvik edici nitelikte sembolik bir hisseydi.” Açıklamada, sembolik bir hissenin ortaklık diye takdim edilmesinin “vicdani ve ahlaki” olmadığı da öne sürüldü. Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nin 17 Ekim 2007 tarihli nüshasını inceledim. Buradaki duyuruda, toplam 11 hissedarlı anonim şirkette, Galip Öztürk 20 bin lira karşılığı 20 hisse ile 7’nci ve Suat Kılıç da 5 bin lira karşılığı 5 hisse ile 11’inci sermayedar olarak karşımıza çıkıyor.
Bir kez daha bir politikacının bir gazeteyi kolaylıkla “ahlaki davranmamakla” suçlayabildiği bir durumla karşılaşıyoruz. Peki Devlet Bakanı Kılıç’ın bir şirkette yüzde 1 hisse sahibi olması siyasi etiğe uygun mudur?
TBMM üyelerinin tabi olacakları etik kuralları düzenleyen bir yasa yürürlükte olmadığı için en azından hukuki açıdan bir engel yok.
Ancak şunu kesinlik içinde söyleyebiliriz. Suat Kılıç TBMM’nin değil de ABD Kongresi’nin üyesi olsaydı, bütün hisse senetlerini kayyuma devretmiş olacağı için hisseleri üzerinde -yüzde 5’ten 1’e düşürmek dahil- hiçbir tasarruf hakkı bulunmayacaktı.
Kılıç, bir şirkette hissedar olan tek TBMM üyesi değildir. Hissedarlık bir tarafa, bazı milletvekillerinin şirketleri üzerinden iş hayatlarını sürdürdükleri bilinen bir olgudur. Siyasi etik, AK Parti’nin geçen 10 yıllık icraatı içinde hiçbir adım atmadığı bir alandır.
Önümüzdeki salı günü Türkiye’nin ilk siyasi etik yasası taslağını yazmak üzere çalışmalarına başlayacak olan partiler arası komisyonun öncelikle el atacağı konulardan biri milletvekillerinin ticari işleri olacaktır.
Konu aslında bir boyutuyla yeni anayasa çalışmasını da ilgilendiriyor. Çünkü halihazırda Anayasa’nın 82’nci maddesinde bu konuda sınırlı bir düzenleme var. Anayasa’nın bu maddesindeki ifadeler, 1984 yılında çıkartılan TBMM Üyeliği ile Bağdaşmayan İşler Hakkındaki Kanun’da aynen tekrarlanmış.
Anayasa ve ilgili yasa maddesi, özü itibarıyla TBMM üyelerinin devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerinde ve bunlara bağlı kuruluşlarda ya da dolaylı olarak katıldıkları ortaklıklarda, vakıflarda, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında, sendikalarda görev alamayacaklarını belirtiyor.
İlginçtir ki askeri rejimin ürünü olan 1982 Anayasası’nın getirdiği etik düzen, daha çok milletvekilleriyle kamu kurumları arasındaki ilişkiyi düzenliyor, buna karşılık özel sektör alanını milletvekillerine büyük ölçüde serbest bırakıyor.
Bu arada, 1990 tarihli Mal Bildirimi Kanunu, milletvekillerinin servet bildiriminde bulunmalarını zorunlu kılıyor ama bu beyanları gizli tutuyor. Aynı yasa, milletvekillerinin toplamı 10 net asgari maaşı aşan (7 bin TL) hediyeleri kurumlarına vermek zorunda olduklarını da hükme bağlıyor.
Siyasi etik yasasının bütün bu konuları boşluk olan alanları da kapsayarak köklü bir şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Batı’daki örneklere bakıldığında, standart bir uygulama olmadığı gözleniyor. Ancak Batı dünyasındaki genel yönelişin, milletvekillerinin gelir elde etmeye dönük işlerini sürdürmemeleri yönünde olduğunu söyleyebiliriz.
Bu alanda en ileri etik düzenlemelere sahip olan ülkelerden biri ABD. Bu ülkede etik kurallara ek olarak Kongre üyelerinin sahip oldukları hisse senedi, bono ve her türlü menkul yatırım aracını kayyuma devretmelerini öngören 1978 tarihli bir yasa da bulunuyor. ABD Kongresi’nde ayrıca üyelerin mal bildirimlerinin kamuoyunun bilgisine açık olması da esas.
Ayrıca, yeni yasa taslağı muhakkak siyasetin finansman boyutunu da içermelidir. Burada da özellikle ABD’de olduğu gibi milletvekillerinin şahsi hesapları ile seçim kampanyası hesaplarının mutlaka birbirinden ayrılması ve ikinci kategorinin tümüyle şeffaf hale getirilmesi isabetli olacaktır.
Siyasi etik alanında ileri reformlardan çekinmeyelim.