Selin ONGUN -T24 [email protected] CHP Genel Başkan Yardımcısı, Anayasa Hukuku Profesörü Süheyl Batum’un, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Zonguldak Şubesi'ni ziyaretinde söylediği “Koca askeri yıktılar. Meğer kâğıttan kaplanmışlar, biz onları asker zannettik, meğer değilmişler” ifadesi siyasetin gündemine damgasını vurdu. Siyasete müdahale ettiği tepkileriyle karşılaşan Genelkurmay Başkanlığı, Batum’un açıklamasını ve AKP’den bu açıklamaya gelen tepkileri isim vermeden eleştirerek, “Bizi siyasete karıştırmayın” mesajı verdi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Bu konuda savcılarımızın gerekli adımları atması gerekiyor” açıklamasının ardından Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı Süheyl Batum hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi uyarınca soruşturma başlatılması için Adalet Bakanlığı’ndan izin talebinde bulundu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum, Adalet Bakanlığı’nın kararına göre şekillenecek olan “kağıttan kaplan” soruşturmasından öncesine ve takibindeki gelişmelere yönelik sorularımızı www.t24.com.tr için yanıtladı: - Süheyl Bey önce “kâğıttan kaplan”ı değil, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan için CHP'den milletvekilliği adaylığı öneren ve yine tartışma yaratan o sözlerinizi soracağız. Dolayısıyla ilk aklımıza düşen belli; ikinci Ergenekon iddianamesini okudunuz mu siz? Okudum. - İzninizle oradan birkaç alıntı yapacağız. Buyurun dinliyorum. -Balbay'dan yapacağımız alıntılarla başlayalım. 1)“Geçenlerde biri aradı. 1960’ı, 71’i, 80’i gördüm. En geçerli darbe bu dönemki darbe. Olabilir de, bu sistem içinde nasıl olabilir, bütün tartıştığımız nokta burada.” 2) “Paşam bir adınız oldu, herkes sizi tanıyor, sizden bir şey bekliyor... Askerin bir ölçüde hükümete teslim olduğu iddiaları var, ama ben buna inanmıyorum.” 3) “28 Şubat benzeri bir durum diyorsunuz, ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı... Genelkurmay’ın takındığı yeni durum, karşı tarafı cesaretlendiriyor…” Bunlar gazeteci-haber kaynağı açısından kabul edilebilir ifadeler mi? Şimdi önce şunu söyleyeyim. Siyasal platformda kesinlikle iki gruba ayrıldık. Ayrıldığımız bu iki grup içerisinde birbirimizi tanımıyoruz, tanımak istemiyoruz. Birbirimizden nefret etme noktasına geliyoruz. Ben yaşamım boyunca hiçbir hukuksuzluğa arka çıkmadım. Ben babamın darbe yüzünden 12 Eylül'de parlamento dışına nasıl atıldığına, mağdur edildiğine tanık olmuşum; hiçbir gerekçe ile hiçbir darbeyi meşru bulmam mümkün değil. Bunlar son derece açık. Fakat Türkiye’de bir siyasal dönüşüm yapılırken, totaliter bir rejim kurulurken bir kahraman, bir de kötü taraf yaratmak lazımdı. Gelelim Ergenekon'a. Ne vardı onun temelinde; Susurluk! Çetelerin devletin içine girdiği gerçeği vardı. Bunları hepimiz biliyoruz. Susurluk’ta ben de birçok insan gibi bu çetelerin ortaya çıkması için akademisyen olarak yazı yazarken ya da en azından ışıkları söndürüp kapatırken, eşim-dostum- çocuklarımla tencere vururken bu ülkede Erbakan “Gulu gulu dansı yapıyorlar” diyordu. Erbakan’ın en önemli adamlarından Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda, “Sayın Erbakan nasıl gulu gulu dansı dersiniz. Çeteler var” demiyordu. Değil mi? Lafı dolandırdım ama bu anlattıklarımı Balbay'a bağlayacağım; ben hayatımda hiçbir zaman “devlet çeteleşsin, faili meçhuller yapsın, bu Ergenekon'da yargılanan kimsenin suçu yoktur” diyenlerden olmadım. Ama kesinlikle iki şey söyledim; birincisi herkesi, size muhalif saydıklarınızı da suçladınız, bunun gerekçesi olarak da kanıtların yetersizliğini gösterdim, ikincisi de “hukuka aykırı dinlemelerle, kanıtlarla, tüm usul yanlışlıkları ile ortaya bir “hukuk faciası” çıkartıyorsunuz. Benim dediklerim ve ısrarcı olduğum konular bunlar. Ama öyle bir bölündük ki, mesela şimdi bu sözlerimi okuyanların bir bölümü, “Yalan söylüyor Süheyl Batum” diyecek... - Süheyl Bey pardon, hatırlatarak tekrar soracağız; “Geçenlerde biri aradı. 1960’ı, 71’i, 80’i gördüm. En geçerli darbe bu dönemki darbe. Olabilir de, bu sistem içinde nasıl olabilir, bütün tartıştığımız nokta burada.” Siz neden bu zihniyetle siyaset yapmak istediniz? Samimiyetle söylüyorum, ben ifade ettiğiniz tüm konuşmaları, ifadeleri okudum. Zaten benim Balbay ve Özkan ile ilgili önerim de şuydu; ben neden bu iki insanın ismini söyledim? Çünkü bu insanlar yaptıkları gazetecilik nedeniyle tutuklanıp sindirilmek istendi. Bakın 35 dakikalık bir konuşmamdan, bir cümleyi çekip linç etmeye çalıştılar beni. Ben bunu daha yeni yaşadım, dolayısıyla şimdi benim için bu alıntılar bir şeyin delili değil. Bu deliller tartışılacak, ortaya bir yargı kararı çıkacak ama o karara kadar “kişiler masumdur”. Oysa tüm süreç, onların daha en baştan suçlu olarak kabul edilmelerine dayanıyor. Tutukluluklar, gazete haberleri, her şey. Benim söylediğim, bu hukuka aykırı sürecin nedeni ve bunun gözden kaçırılmaması. - Önce isterseniz şunu netleştirelim; biz sizden bu ifadeler eşliğinde “delil-suç” ilişkisi kurmanızı istemiyoruz, sadece neden bu zihniyetle siyaset yapmak istediğinizi izah etmeniz için sorduk. Uzun tutukluluk sürelerinin peşin cezaya dönüşmesi ciddi bir problem, o kadar ki o problemi zaten tartışmıyoruz dahi. Ben gazetecilik faaliyetleri nedeniyle aylardır tutuklu olduklarını düşündüğüm ve yaşanan hukuksuzluğu anlatabilecek iki insan önerdim. Yaptığım, söylediğim budur. Benim amacım Türkiye'de yaşanan hukuksuzluğu göstermek. Defalarca söyledim, bu bir parti politikası değil, benim şahsi önerimdi. - Evet bunun şahsi öneriniz olduğunu hep söylediniz. Fakat az önceki cevabınız üzerine şunu soracağız; darbe günlüklerinin Nokta'da yayımlanmadan sekiz ay önce Mustafa Balbay'ın elinde olduğunu ve bunların yayımlanmadığı gerçeği eşliğinde de kendilerine yöneltilen iddiaların “gazetecilik faaliyetleri”nden kaynaklandığını yineler misiniz? Bu günlükleri Balbay'ın saklamasının bir amacı varmış! Kusura bakmayın; ben buna inanmıyorum. Ben Balbay’ın neden bu haberi haber yapmadın diye yargılanmasını ve bir örgütün üyesi olmakla suçlanmasını kabul edemiyorum. Kimseye niyet yükleyerek, suçlama yapılmaz, yargılama sonrasında, o kişilerin darbe yaptığı ya da yardımcı olduğu ortaya çıkarsa ancak, benim için geçerlidir. Bu, her konuda böyledir, her suçlamada. 'Darbe günlüklerini doğruluğuna inanmadığı için yazmamış olabilir' - Süheyl Bey tekrar edelim: Siz, Balbay ve Özkan'a yönelik önerinizi gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklu olduklarına inandığınız için yaptığınızı söylediniz. Biz de not düşüyoruz; bu günlüklerin haberini yapmak gazetecilik faaliyetidir, yapmamak değil. Mesela Hikmet Çetinkaya bu nedenle, “Günlükleri yayımlamadığı için Balbay’ı affetmem” demişti. Fakat ana tartışma konumuz bu değil, yeniden soralım: Balbay ve Özkan'ın CHP'ye nasıl bir katkısı olacağını düşündünüz? Anlıyorum, anlıyorum. Tabii şöyle bir şey olabilir; haber kaynaklarıdır, onlarla belirli bir samimiyet içerisine girmiş olur, doğruluğuna inanmaz ve yazmaz. Bunu kabul ederim, ancak tüm tartışmalara neden olan bu günlüklerin sahibi Özden Örnek'e aylarca hiç mi soru sorulmaz! (Özden Örnek bu söyleşinin yapıldığı sırada tutuklandı. S.O). İşte bunu anlamam mümkün değil. Şimdi bakın; Fuat Keyman, değerli bir siyaset bilimci değil mi? Geçen televizyonda dedi ki, “Bu öneri ile iki kişi için yargılama durmuş olacak. Batum'un söylediği demokratik değil.” Pekiyi Sayın Keyman’ın bu söylediği doğru mu, Anayasa’ya uygun mu? Değil. Ama bu değerlendirmeyi böyle yapınca, benim amacım da farklı gösteriliyor, farklı gibi algılanıyor. - Süheyl Bey, biz ne sormuştuk; Balbay ve Özkan'ın CHP'ye nasıl bir katkı sağlayacağını düşündünüz? Şimdi oraya geleceğim. Oynanan oyunları, hukuksuzlukları CHP'nin görmezden gelmeyeceğinin çok açık bir göstergesi olacaktı. Neden? Şu anda yaşanan hukuksuzluklara göz yumuluyor. “Hele bir yargılansınlar bakalım” gibi bir anlayış hâkim. Bu nasıl kabul edilir? 'Balbay ve Özkan önerimle oyunu açığa çıkardım' - Yineleyeceğiz; Balbay ve Özkan'ın CHP'de siyaset yapma önerinizin CHP'ye nasıl bir katma değeri oldu? Çok net: Böyle bir hukuk sisteminin çok büyük sancılar yarattığı ve bu hukuk sistemini kesinlikle kabul etmeyerek CHP’nin yeni bir hukuk sistemi yaratacağının garantisini insanlara vermek. Bu kadar açık. Ben kral çıplak demek istedim, oynanan oyunu açığa çıkarmak istedim. - Siz “kâğıttan kaplan”dan sonra meramınızı anlatırken şöyle demiştiniz: “(...) Bu psikolojik harekâtın altında kalınca, o Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ağzını açmayınca bu ülkede bir teğmen 29 ay içerdeyken, 29 ay sonra bu kanıtın düzmece olduğu ortaya çıktığında, 'Bu bizim ordumuzun şerefli bir subayıydı, okul birincisiydi. 29 ay bunun için mi içerideydi, hukuken bunu içinize sindiriyor musunuz’ demediyse bu psikolojik harekâtın onu yıktığını söyleyen kanıtıdır, onu söyledim.” Dolayısıyla yine konuşmamızın başındakine benzer bir soru yönelteceğiz; siz Teğmen Çelebi’nin dosyasını okudunuz mu? Çelebi'nin neyle suçlandığını biliyor musunuz? Hizbut Tahrir örgütünü mahsustan organize ederek onların yöneticileriyle konuşarak Hizbut Tahrir örgütü ile ilişkiye geçmekten. 'Perinçek'e partisi olduğu için adaylık önermedim' - Teğmen Çelebi’nin Hizbut Tahrir ile ilişkiye geçmesi iddianamede ona yöneltilen suçlardan sadece biri. Teğmene yönelik suçlamalar Hizbut Tahrir’den ibaret değil. Teğmen Çelebi'nin AKP hükümeti ile siyasete müdahaleye uzak duran askeri yetkilileri hedef alan bir grupla, Türk Silahlı Kuvvetleri sistemi dışında bir ast-üst ilişkisi kurduğu iddia ediliyor. Siz Teğmen Çelebi'ye yönelik suçlamalar karşısında TSK'nın sessizliğine işaret ettiğiniz için önce şu mantığı izah etmenizi rica edeceğiz: TSK mensubu olmayan sıradan bir sanık için kim açıklama yapacak? Biz! Toplum, sivil toplum konuşacak. Zaten o yüzden bana “Doğu Perinçek ya da başkası için neden adaylık önermediniz” diye sorulduğunda şu cevabı verdim: Perinçek’in kendi partisi var. (Süheyl Batum'un CHP listesinden milletvekili adaylığı önerdiği Tuncay Özkan'ın da Yeni Parti'nin Genel Başkanı olduğunu not edelim S.O) Biraz önce söyledim; benim amacım yaşanan hukuksuzlukları göstermek. Şimdi Çelebi olayına döneyim. Şimdi ben şunu diyorum; bir teğmen de suçlu olabilir, kanıtlar olur. Fakat hukukta evrensel bir ilke vardır. Alın bambaşka örnek; O.J Simpson karısını ve aşığını öldürdüğü gerekçesiyle mahkûm olacaktı. O delilleri toplayan polisin, “pis zenciler” diyerek ırkçı bir söyleme sahip olduğu ortaya çıkınca topladığı deliller geçersiz oldu. Tabii bir de eldiven olayı vardı; Simpson beraat etti. Yani şüphe sanık lehinedir. Şimdi Çelebi'nin gözaltındayken el konulan sim kartının başına gelenleri biliyorsunuz. Ben teğmene yönelik diğer suçlamalardaki kanıtların da böyle düzmece, zorlama deliller olmadığına nasıl inanacağım? Bütün bunlar normal de benim bunu söylemem mi anormal? 'Normal bir dönemde, ordu eleştirisini genel başkan yapar, anlayışını kabul etmem' - Burada hemen şunu soralım; “Ordu eleştirisi yapılacaksa genel başkan katında yapılır” anlayışı normal mi? Bir birey, bir hukukçu olarak normal bir dönemde bunu kabul etmem mümkün değil. Ben siyaset yapıyorsam istediğim her şeyi söyleyebilmeliyim. Ama bugün siyaset yapmıyoruz. Bugün topluma bir elbise giydirildi. Bu da, benim gibi doğruyu söyleyenleri linç etmeye ve AKP iktidarının, otoriter rejimin önünü açmaya yönelik. Demokratik bir ortamda olmadığımız için belirli şeyleri söylerken çok dikkat etmemiz lazım. Açık söylüyorum; Sayın Genel Başkanımızın oradaki tavrı çok haklı. Öyle yansıtılmak istendiği gibi antidemokratik değil. Bana kimse konuşma yasağı koymadı. Öyle olsa Sayın Genel Başkan bana derdi ki, “Konuşmayın, televizyonlara çıkmayın, söyleşi vermeyin.” Süheyl Batum ile Kılıçdaroğlu ne konuştu? - Peki siz Kemal Kılıçdaroğlu'na “İstifa etmemi tercih eder misiniz?” diye sordunuz mu? Hayır, konuşmamızda böyle bir konu bile olmadı. -Ne konuştunuz; mesela kendisinden “Açıklamalarınıza dikkat edin” yönünde cümleler duydunuz mu? Hayır, hayır hiç öyle bir konuşma değildi. Ben dedim ki, AKP otoriter bir rejim kuracağı için tek bir cümleden linç kampanyası başlatacak bir medya mangası oluşturdu. Bunun içinde Fethullah Gülen'in bazı adamları, bazı görevlileri, bazı polisler var. Bizim bütün hareketlerimizi gözlemliyorlar, telefonlarımızı dinliyorlar ve benim 35 dakikalık konuşmamdan bir cümledir bu. Ve hatırlayın; hiçbir yerde BDP ile ittifaktan bahsetmemişken kısa süre önce yine benzer bir şey oldu. Türkiye'nin televizyonları, gazeteleri bunu günlerce tartıştı. 'Konuşmam çok yararlı oldu, tabandan inanılmaz bir destek aldım' - Kılıçdaroğlu ile konuşmanızda bunlardan bahsediyorsunuz, öyle mi?
Aynen bunları söyledim. 35 dakikalık bir konuşmanın bir cümlesinden koparılmak istenen bir kıyamet olduğunu söyleyerek, buna hiç bakmayın siz dedim. Yani bu benim için, “Aman ağzımdan kaçırdım, pot kırdım” olayı değil. - Yani sizin muhasebe yapmanızı gerektirecek bir resim yok mu? Ben orada, o konuşmanın tamamında oynanan bir oyunu anlattım; kral çıplak demiş oldum. Bu açıdan konuşmam çok yararlı oldu. Tabandan inanılmaz bir destek aldım. Binlerce e-mail aldım. İnsanlardan destek telefonları, mesajları aldım. Resim bu! 'Partiden kimse 'Bunları nasıl söylersin' demedi' - Genel Başkanınızdan ya da beraber siyaset yaptığınız isimlerden “Süheyl Bey, Kral çıplak dediniz. Bravo!” diyen çıktı mı? Bakın daha dün İzmir'deydim. Partiden kimse “Süheyl Bey, siz bunları nasıl söylersiniz” demedi. Vallahi bir tek partili arkadaşımdan “Yanlış yaptın Süheyl Bey” lafını duymadım. Sayın Kılıçdaroğlu da “Süheyl Bey siz bize acayip zarar veriyorsunuz, bizim ideolojimizle kesinlikle aynı değilsiniz, siz Ergenekoncusunuz, lütfen bizimle beraber olmayın” demedi! Bunu özellikle vurguluyorum; çünkü yapılmak istenen buydu. Bir Başbakan düşünün, partisindekiler, çevresindekiler orduyu yıpratmaya yönelik envai çeşit demeç vermiş. Bunun için gazeteler çıkmış, televizyonlar kurulmuş. Eşi AKP milletvekili olan, AKP'nin ideologlarından Mümtazer Türköne “TSK'yı lağvedelim yeni bir Vakayı Hayriye yapalım” demiş. Bülent Arınç, “İyi ki bunlarla savaşa girmedik” demiş. Bunların hiçbirine ağzını açmamış Başbakan, şimdi savcıları göreve çağırıyor. Allah rahmet eylesin, değerli Hrant Dink'in bir cümlesinden cezalar çıkartıldığında ne yaptık; karşı çıktık. Ben çıktım! Şimdi bugün Süheyl Batum'un bir cümlesi ile anlı şanlı gazetecilerin özel televizyon programları yaparak yaylım ateşine geçmesini tek şeyle açıklıyorum; bunlara da görev atfedildi. - Ana muhalefet partisinin genel başkan yardımcısı o sözleri söylerse, bu her yerde haber olur ve tartışılır. Bülent Arınç söylediğinde neden olmaz, olmadı; bu tesadüf mü? Lütfen bu oyuna dikkat edin. ‘Gazeteciler sorabilir: Asker Arınç ve Türköne için niye açıklama yapmadı?’ - Zannediyoruz Bülent Arınç'ın “İyi ki bunlarla savaşa girmedik” sözlerinden sonra TSK'dan bir açıklama gelmemişti. Dolayısıyla sizin bakışınıza göre bir soru da şu olabilir; asker de mi oyun oynuyor size? Birkaç gün içinde benim sözlerime yönelik bir yargılama olacak mı, olmayacak mı; hep beraber öğreneceğiz. O nedenle şimdi yine birileri lafı çarpıtmasın diye bu sorunuza yanıt vermeyeceğim. Fakat gazeteciler bunu sorabilir; Mümtazer Türköne, Bülent Arınç benzer açıklamalar yaptığında niye savcılar göreve çağrılmadı? Niye askerden bir açıklama olmadı? Soruları isteyen istediği kadar çoğaltsın, sorsun. - Adalet Bakanı izin verirse ve hakkınızda bir yargılama süreci başlarsa, bunun partiye zarar vereceğini düşünerek istifa eder misiniz? Ben istifa etmemi gerektirecek bir şey yapmadım ve söylemedim. - Birçok akıldan geçiyor: “CHP bir değişim yakalayabilir mi tartışması yine askerden medet uman çizgiyle bertaraf mı oldu?” Ben bunu reddediyorum. Eğer ben askerden medet umsaydım şu anda bir özel üniversitenin anayasa hukuku kürsüsünde çok iyi bir konumda olurdum. Her şeyi bir kenara bırakın, askerden medet uman bir siyasi anlayış içinde olsam, darbe yapmadığı için askeri eleştiren bir içerikte söyleseydim o sözleri, bunları gazetecilerin bulunduğu bir toplantıda söyler miydim? Allah aşkına, insaf! Bu kadar aptal mıyım; yahu! ‘Devlet bankası kredisiyle kurulan gazete ve TV'ler...' - Bir varsayım; siz o gün Zonguldak'taki toplantıda türban, Kürt sorunu gibi başlıklarda çözüme yönelik çağdaş, demokratik ve somut önerilerde bulunsaydınız, ertesi gün gazetelerde ne olurdu? Medyanın böyle bir beklentisi yok. Devletin bankasından 750 milyon dolar krediyle, kurulan o gazeteler, o televizyonlar, “Ah ne güzel CHP'nin yeni politikalarını duyuralım, yazalım” niyetiyle oluşturulmadı. - Siz Türkiye'nin sorunlarına yönelik somut öneriler içeren demeçler... Rica ederim, bunu bekleyen yok.- Anlayamadık; nasıl yok? Bunu kimse beklemiyor. Çok basit ve somut söyleyeceğim. Söylediğimi, dilerseniz kontrol edin. Biz Ocak ayında benim başkanlığımda bir komisyon oluşturduk; Anayasa Komisyonu. Bu komisyonda kimler vardı: Sezgin Tanrıkulu, Binnaz Toprak, Bertil Emrah Oder, Gülseren Onanç, Atila Emek, Sencer Ayata... Ve bir basın toplantısı yaptık. Ve "bir partinin anayasası" kavramını kabul etmediğimizi ve o yüzden bütün sivil toplum örgütlerine sunduğumuz bir mektup olduğunu, yapacağımız anayasanın toplumun anayasası olacağını söyledik. Tüm kameralar, basın oradaydı. Peki sonra ne oldu; bir Allah'ın kulu, “ne yaptınız, ne yazdınız” diye sormadı. Ama biz o gün orada birbirimizle kavga etseydik bir ay gündemden inmezdik. Aynı yöntemi referandum sürecinde de tecrübe ettik. Genel Başkanımızın mitinglerde gündeme getirdiği, anayasa paketindeki maddelere yönelik kapsamlı eleştirileri mi yer aldı medyada, “havuzlu villa” sözleri mi? Hep aynı şey; bugün 35 dakikalık konuşmamın içinden bir cümle çekilip, linç ediliyorum. Dün, Süheyl Batum referanduma evet dediği için Sezen Aksu'ya “sazan” dedi yazdılar. 'Ben hâlâ Sezen Aksu'dan özür bekliyorum' - O bir hakaret mi, gaf mı? Bakın ben o konuşmamda ne dedim; “Demokratik açılım projesi ne zaman başladı?” diye sordum. Ve anlattım: 2001 yılında daha AKP kurulmamıştı, Anayasa'daki Kürtçe konuşma yasağı kaldırıldı. Takibinde televizyonlarda Kürtçe program yapılabilmesine dair yasa değişikliği yapıldı. 2002 yılında AKP iktidara geldi ve 2007 yılına dek “tık” yok! 2007 yılında Dağlıca baskını vs. derken Kürt açılımı başladı. Ben de bunun bir Kürt açılımı değil, ABD'nin Kuzey Irak’tan çekilme projesi ve Kuzey Irak'ı Türkiye'ye eklemlendirme projesi olduğunu anlattım. Sezen Aksu bu projeye katılmayanlar "iki cihanda lekelidir" dedi. Peki Sezen Aksu'nun bizleri, benim çocuklarımı, sizinkileri "iki cihanda lekeli" diye adlandırmaya hakkı var mı? Ben bunu söyledim. Eğer Sezen Aksu bunu bilerek yaptıysa benden özür dileyecek, eğer böyle yapmadıysa, Başbakan istedi ya da kendim böyle dedim diyorsa, adı ne olursa olsun, o zaman buna sazanlık denir, sanatçılık denmez dedim. Peki ben hangi bağlamda konuşmuşum, ne demişim? Yüzlerce gazeteci bunu yazdı, ama biri çıkıp, “Süheyl Batum sen ne dedin?” diye sormadı. - Kemal Kılaçdaroğlu, “Süheyl Bey siz ne dediniz? Bu ne demek böyle” diye sormuş muydu? Hayır, hiçbir şey sormadı. Bakın yine söyleyeyim; eğer Sezen Aksu bu söylediğimi referandumda evet dediği, ondan farklı düşündüğüm için ona sazan dediğimi zannettiyse bundan dolayı özür dilerim. Ama ben de hâlâ Sezen Hanım'dan bir özür bekliyorum. - O neden? Neden beni iki cihanda lekeliyor? Ben bunun bir Amerikan projesi olduğunu, 2001 yılında Kürtçe yasağının kaldırılması için çalıştığımı söylüyorum. Yedi yıl sonra hiçbir yasa değişikliği yapmadan bir laf ortaya atılıyor; demokratik açılım! Sezen Hanım'ın da bunu bana söylemesi lazım. Ben hayatımda hiç kimseye benim gibi düşünmediği içini sezen, sazan, kazan demem, demedim. Şimdi tekrar söylüyorum; Türkiye'de bir psikolojik savaş var. Bu savaşta birileri kötü adam ilan ediliyor; biz oluyoruz kafatasçı, ırkçı, kötü adam! - Kötü adam değil akılsız, tecrübesiz davranan adam olarak gözüküyorsunuz... Hayır gözükmüyorum. Birileri bu imajı vermek istiyor. CHP'liler de oynanan tüm bu oyunların farkında. 'CHP'nin projelerini anlatacak bir medya yok' - Ya şunu düşünen CHP'liler: “Ne oyunu! Daha parti başkanının türban ve Kürt sorunu gibi konularda ne düşündüğünü bilmiyoruz. CHP'nin somut politikası, tavrı nedir?” Ama bir dakika. Daha yeni 41 maddelik bir reformdan bahsetti Sayın Başkan, bunları anlatacak. - Ne zaman anlatacak; seçime dört ay kaldı? Daha çok var. - Çok mu var; son 10 günü sizin açıklamalarınızla geçirdik? CHP'nin politikaları, projeleri, kadroları var. Ama bunları halka iletecek bir medya yok. Medya “CHP'de kavga var, Süheyl Batum şunu dedi, aman istifa edecek mi?” haberleriyle meşgul. Kimin umurunda Genel Başkanımızın daha salı günü grup toplantısında yaptığı o kapsamlı konuşma. O nedenle medyaya değil, halka anlatıyoruz. - CHP, örneğin üniversitede türban yasağı ve Kürt sorunu gibi konularda halka ne öneriyor? Peki siz T24 için bu söyleşiyi yapıyorsunuz. Bizim bir anayasa için basın toplantısı yaptığımızı biliyor muydunuz? Orada neler anlattığımızı biliyor muydunuz? Şuna dikkat çekiyorum. Gazeteleri açıyorsunuz, bütün gazeteler, kimi baskıdan, kimi yaradılışı gereği istinasız ne yazıyor: İhracatımız uçtu, Türkiye rekorunu kırdı. Kardeşim, kim yazacak oynanan oyunları, hukuksuzlukları kim, nasıl yazacak? - Bakın size net olarak iki başlık soruyoruz; ne diyorsunuz? Şahsi olarak söyleyeceğim tek şey şu olabilir. 1) Mutlaka demokratik bir anayasa yapacağız. Bu anayasada mutlaka iktidarları sınırlayan kurumlar yer alacak. 2) Sadaka mantığı değil, hak mantığını, sosyal devlet anlayışını gözeten düzenlemeler olacak. Konut gibi, sağlık gibi, eğitim gibi başlıklarda devletin yerine getirmesi gereken zorunlu maddeler olacak. Paran yok okuyamazsın, denmeyecek, devlet parasız eğitim olanağı sağlamakla yükümlü olacak. Telefonlar dinlenmeyecek, özel yetkili mahkemeler kalkacak, YÖK kalkacak. Altı ok ve sosyal demokrasi CHP'nin temel çizgisidir. CHP, Türkiye'nin bütün sorunlarını çözmeye talip bir partidir. Bunun için de sokak sokak, ev ev giderek anlatacak, konuşacağız. 'Hiç kimsenin giyiminden dolayı dışlanmayacağı üniversiteden yanayım' - Bir kapıyı çaldınız, kapıyı örtülü bir genç açtı ve soruyor: Siz üniversitede türban yasağını savunuyor musunuz? Ben tamamıyla özgür bir üniversiteden, YÖK'ün olmadığı, eşitliğin olduğu, parasız eğitimin olduğu, hiçbir insanın giyiminden dolayı üniversite kapısında kalmayacağı bir üniversiteden yanayım. 'CHP'nin ne dediği konusunda nihai sonuç alınmadan bir şey söyleyemem' - CHP neden yana? Bu bizim partide beraber karar vereceğimiz bir konu. Süheyl Batum'un düşüncesi farklıdır, başkasınınki farklıdır. Bu konuda partinin yetkili organlarında kararlaştırılmış nihai bir sonuç alınmadan, bir şey söyleyemem. - Süheyl Bey siz bize şunu anlatın; Deniz Baykal'ın CHP'si ile Kılıçdaroğlu'nun CHP'si arasında ne fark var? Çok güzel bir fark var. AKP sempatizanları şöyle diyor; Yeni CHP, AKP'lileşmeli. Ya da “Süheyl Batum istifa ederse, CHP'nin oyları artar” diyenlere bakıyorum; yine aynı ekip. Yeni CHP'den kast edilen altı okun, iki okunu kır, biraz AKP, biraz liberal sos ekle, biraz totalitarizm kat formülü ise yine vurguluyorum; altı ok ve sosyal demokrasi CHP'nin temel çizgisidir.