ABD’nin New York kentinde süren ‘ABD, Hakan Atilla’ya karşı’ davasında, Reza Zarrab'ın rüşvet verdiğini iddia ettiği Süleyman Aslan’ın avukatı Prof. Ersan Şen, Zarrab'ın sanıklıktan tanıklığa geçmesinin Türk hukukunda bir karşılığı olmadığını ifade etti. Türkiye'de savcının pazarlık yapmak suretiyle, "Ben bu davada bu kişiyi tanık olarak dinleteceğim, sanık olarak yargılanmasını istemiyorum" diyemeyeceğini söyleyen Avukat Şen, " Bu şahsın tanıklığının Türk hukukunda da bağlayıcı bir tarafı yok. Türkiye’de bitmiş bir yargılama var. Zarrab’ın orada ceza tehdidi altında ifade vermesi ve bu şekilde bir usulün bizde olmaması nedeniyle burada 'Yargılama sürecini tekrar açalım' denilemez" şeklinde konuştu.
Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayanSüleyman Aslan’ın avukatı Prof. Ersan Şen’in açıklaması şöyle:
"Zarrab'ın ABD'deki ifadelerinden hareketle Türkiye'deki dava yeniden açılamaz"
ABD’de görülen davada Reza Zarrab’ın sanıklıktan tanıklığa geçmesi, Türkiye için ne anlam ifade ediyor?
Zarrab’ın sanıklıktan tanıklığa geçmesi meselesinin esasında Türk hukukunda karşılığı yok. Çünkü bizde savcı pazarlık yapmak suretiyle, “Ben bu davada bu kişiyi tanık olarak dinleteceğim, sanık olarak yargılanmasını istemiyorum” diyemez. Bizde etkin pişmanlık vardır ama yetki mahkemededir. ABD’de ise savcı ile Zarrab, avukatı huzurunda bir anlaşmaya varmış gözüküyor. Burada bu tanıklığın doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’ni bağlayan bir tarafı yok. Çünkü biz Uluslararası Adalet Divanı’nda veya BM’nin İran meselesinde tatbik ettiği herhangi bir kısıtlamayı ihlal ettiği iddiasıyla itham edilen bir ülke değiliz. Bu şahsın tanıklığının Türk hukukunda da bağlayıcı bir tarafı yok. Türkiye’de bitmiş bir yargılama var. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nde İran ticareti ve yaptırımları konusunda 16 Ekim 2014 tarihinde verilmiş bir takipsizlik kararı var. 63 sahifeden ibaret bu karara da bakılıp süreç ona göre değerlendirilmelidir. Türkiye’deki yargılamanın yeniden açılması yeni delil, etkili delil ve sulh ceza hâkimliğinin izniyle mümkün olabilir. Ancak bizde “Suçu kabul ediyorum” baskısı olamayacağı için verdiği ifadenin burada hukuki bağlayıcılığı yoktur, dikkate alınacağını da düşünmüyorum. Özetlemek gerekirse, Zarrab’ın orada ceza tehdidi altında ifade vermesi ve bu şekilde bir usulün bizde olmaması nedeniyle burada “Yargılama sürecini tekrar açalım” denilemez. “Zarrab’ın ABD’deki ifadelerinden hareketle, burada takipsizlik kararı verilen davanın yeniden açılma ihtimali yok” diyorsunuz, doğru mu anladım?
Ben, olmayacağını düşünüyorum. Olmayacağını düşünme sebebim, ABD’nin delillerin oraya taşınmasında usule uygun hareket etmemesi ve dediğim gibi Zarrab’ın ceza baskısı altında tanıklık yapıyor olmasıdır. ABD Reza Zarrab’a bu deliller üzerinden baskı yapıyor ama deliller oraya usule uygun götürülmedi. Türkiye Cumhuriyeti’nden bu belgeleri nasıl götürdünüz? Aramızda Adli Yardım Sözleşmesi’nin 20 ve 21’inci maddeleri var. Bunların ne şekilde Türkiye’den alınacağına dair sözleşme var. Ayrıca o delillerin burada hukuka aykırı olarak elde edildiği savcılık kararlarına geçti. ABD hukuk sisteminde usule uygun toplanmayan deliller sanık aleyhinde kullanılamaz. Bunu nasıl aşacaklar? O delilleri nasıl muteber hale getirecekler?
“Milli menfaatlerimiz açısından ABD’nin bu yaptıklarına kesinlikle karşı çıkalım, fakat ortada milyonluk rüşvet iddiaları var. Burada da bunlarla ilgili soruşturma açalım, toplum vicdanını rahatlatalım” de düşünenler de. Bu soruşturma zaten yürütüldü. Bu soruşturmalarda uygulanan usulsüzlükler her şeye mani oldu. Ama bunların başlangıcı 2007’lere dayanıyor. O zaman sessiz kalırsan, önünü açarsan, o senin başbakanını da dinler. Eğer hukuk varsa eğilip bükülmemeli ama herkese uygulanmalı. Zaten Türkiye’nin ana sorunlarından birisi bu. Siz kuralları doğru dürüst koyacaksınız ama kişiye göre uygulamayacaksınız. Hukukun üstünlüğü budur. Ama ‘Türkiye Cumhuriyeti bu ticareti yapmalı mıydı?’ konusunu tartışabiliriz. Ben yapılması gerektiğini söyleyenlerdenim.
Bugünden bakınca işin içinde FETÖ’nün olduğunu görüyoruz ama delillerin usule uygun toplanmadığını neye dayanarak iddia ediyorsunuz?
17 Aralık döneminde bizim ortaya koyduğumuz en önemli savunma şuydu: Süleyman Aslan’ın genel müdürü olduğu Halk Bankası’nın merkezi Ankara’da ve bölge müdürlüğü İstanbul Ataşehir’de. Yani İstanbul Anadolu Adliyesi mıntıkasında. Buna rağmen neden Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nın soruşturmasına tabi tutulduğu sorusunun cevabını bir türlü bulamadık. Söylenen ‘örgüt üyesi’ olduğuydu ama tutuklandığı anda bile örgüt üyeliğinden tutuklanma gerekçesi yoktu. Şahsa atfedilen yegâne suçlama, kamu bankası yöneticisi olarak bahse konu Zarrab’dan birkaç defa rüşvet almasıydı. Belki soruşturmada geçen bir bakanı tanıyabilir ama suça konu fiiller itibarıyla başka birisiyle ilgisi yoktu.Soruşturma ilgisiz iddialardan başlamış. Zarrab ve etrafındaki birkaç kişi öncesinde takip ediliyor ama o dönemde rüşvet iddiası yok. 2007-2008’de aralıklarla birtakım takipler olmuş ancak 2012’ye geldiğinizde polisin birdenbire hareketlendiğini görüyorsunuz. Zarrab’la ilgili “Bu şahıs kaçakçılık yapıyor olabilir, para aklıyor olabilir” şeklinde ihbar niteliğinde e-postalar ve fakslar geliyor. İstanbul Emniyeti, Eylül 2013’te birdenbire bununla ilgili harekete geçmek istiyor ve İstanbul Adalet Sarayı’ndaki savcılıktan talepte bulunuyor. Birkaç gün içinde telefon dinleme ve teknik takip, ardından izleme başlıyor. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135 ve 140. maddelerine baktığınızda, son çare olan telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesine başvurulabilecek hiçbir yasal altyapı yok ama Süleyman Aslan’la ilgili dinleme kararını ilk defa o zaman alıyorlar. Hukuku eğip bükemezsiniz. O süreçte delil toplama teknikleri olarak işletilenlerin kanaatimce tamamı hukuka aykırıdır.
Türkiye’de o günlerde görülen davaya geleceğim ama önce şunu sorayım; siz o dönem Süleyman Aslan’ın avukatıydınız. Hâlâ avukatı mısınız?
Vekâletnamem var ama şu an aktif bir işini takip etmiyorum.
Bu sizin tercihiniz mi, onun mu?
Bu bir tercih değil. Ben bu işe 17 Aralık 2013 tarihi gecesi sabaha karşı girdim ama Süleyman Aslan’ın veya bir yakınının davetiyle değildi. Beni çağıran, Halk Bankası yönetimiydi. Gittiğimde şahsın ev ve işyeri araması bitmişti, polisler henüz çıkmamıştı. Kendisini orada değil, götürüldüğü emniyet binasının nezarethanesinde, zannediyorum 18 Aralık 2013 gecesi 01.30- 02.00 sıralarında gördüm. Öncesinde tanışmıyorduk. Bu işle sınırlı olarak avukatlığını yaptım. İlişkiniz tam ne zaman bitti?
16 Ekim 2014’te takipsizlik kararının verilmesi ve devamındaki 1-2 ayda o işin sonuçlarının takip edilmesinin ardından, yani 2014 sonu itibarıyla avukatlığım sonlandı. Dediğim gibi, vekaletnamesi hâlâ mevcut ama aktif bir dosyasını takip etmiyorum.
Zarrab’ın ABD’de yargılandığı bugünlerde Süleyman Aslan sizinle irtibata geçti mi? Nerede olduğunu biliyor musunuz?
Avukatlık Kanunu sınırları çerçevesinde konuşmak durumundayım; irtibata geçmedim, nerede olduğu konusunda da bilgim yok. Bağlantımız, o dosya kapandıktan sonra bir müddet meseleyi değerlendirmenin ötesinde devam etmedi. Halk Bankası Genel Müdürlüğü görevinden alındıktan sonra Halk Bankası Yönetim Kurulu üyeliğine geçmişti. Sonra da Ziraat Bankası Yönetim Kurulu üyesi oldu.
Şu an aktif görevi nedir, biliyor musunuz? Bunların hepsini sizin kadar biliyorum.
Amerika’da görülen davada, Hakan Atilla’nın Süleyman Aslan’a yönelik bazı ithamları var. Atilla’nın avukatı Victor Rokko, “Süleyman Aslan, Zarrab’dan utanmazca rüşvet aldı” diyor. Zarrab da mahkemedeki açıklamalarında Aslan’a rüşvet verdiğini söyledi. Söz konusu dönemde Süleyman Aslan’ın avukatlığını yapmış biri olarak bu iddialara ne diyorsunuz? Siz Aslan’ın rüşvet aldığını düşünüyor musunuz?
Benim kendisini tanıdığım dönem, 17 Aralık 2013 sonrasıdır. Evveliyatıyla ilgili bilgimin olabilmesi mümkün değil. Bildiğim, savunmasını dinlediğim kişi rüşvet suçlamalarının hepsini reddetti, “Mesleki kuralların bana tanıdığı yetkiler ve haklar çerçevesinde hareket ettim” dedi. Bunları sorgusunda ve poliste verdiği ifadede de teknik olarak açıkladı. Yani hukuki yardım verdiğim sırada kendisi rüşvet aldığı ya da Zarrab’ın rüşvet verdiği yönünde herhangi bir açıklamada bulunmadı. Evindeki aramada bulunan paralarla ilgili “Bunlar benim herhangi bir işi yapıp yapmama karşılığında aldığım paralar değil” dedi.
Ayakkabı kutularında bulunduğu söylenen, bir iddiaya göre 4.5 milyon dolar, başka bir iddiaya göre 2.5 milyon dolar artı 2.5 milyon Euro olan paralardan söz ediyorsunuz...
Evet, o civarlarda. Farklı para çeşitleri olduğu için ikinci söylediğinizin olma ihtimali var. Kendisi bunların hiçbirini geri almadı. Hep söylediği şuydu: “Hodri meydan, benim mesleki olarak Türk kanunları çerçevesinde bu şahıstan rüşvet almam karşılığında yaptığım bir iş var mı?” Halk Bankası’ndan gelen raporlar ve savcılığın araştırması sonucunda, Süleyman Aslan’ın böyle bir suiistimali olmadığı görülüyor. Suiistimal olmadığına göre neyin karşılığında neyi alacaksınız? “Suiistimal yok”tan kastınız nedir?
Usulsüz bir kredi açmak, vermemesi gereken komisyon oranlarını vermek, yapmaması gereken bir işi menfaat karşılığında yapmak gibi bir suiistimali yok. Bir banka genel müdürü olarak bu şekilde hiçbir iddiayı kabul etmediği gibi, hakkında bir kamu davası açmayı yeterli kılacak delil de bulunmadı. Sonuçta sayın savcı, kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Zaten bu, Süleyman Aslan’ın veya benim tasarrufumda olamaz. Ben, hukuki yardımda bulunan olarak Süleyman Aslan hakkında ortaya konulan iddiaları, tabii ki onun avukatı olarak destekleyen durumunda olurum. Süleyman Aslan, bu paraların hangi amaçla verildiğini ve nereye harcanacağını ifade etti ve bunlara ait belgeleri de dosyalara koydu. Bu konuda tanıklar da dinlendi.
O paraların Makedonya’daki Balkan Üniversitesi ve Çorum Osmancık Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin yapımı için kendisine teslim edilen bağışlar olduğunu iddia etmişti, değil mi?
Evet, savunması bu şekildeydi. Sonradan bu okullar yapıldı mı peki?
Evet, bildiğim kadarıyla Balkan Üniversitesi’ne daha önce de ödeme gitmiş. Sonra Çorum Osmancık Lisesi’nin ödemesi de ilgili yere gönderildi. Devamını ben bilemem ama kendisinin benim bilgim dahilinde iade aldığı herhangi bir para yok. Olsa benim haberim olurdu.
Yani ayakkabı kutularından çıkan paralar Süleyman Aslan’a iade edilmedi mi?
Ayakkabı kutularında çıktığı iddia edilen paralar, avukatlığını yaptığım dönemde, Süleyman Aslan’a herhangi bir şekilde iade edilmedi.
Ama “Paranın ‘bağış’ olduğu iddia edilen 1 milyon Euro’luk kısmı Üsküp Eğitim Vakfı Türkiye Temsilciliği’ne iade edildi. Ancak savcı, adli emanette tutulan 1 milyon 500 bin Euro ve 2 milyon 500 bin dolarla ilgili herhang i bir karar almadı” şeklinde bir haber çıkmıştı.
Hâkim rüşvet ve örgüt mensubiyeti suçlamasından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdi ama o para Yardım Toplama Kanunu’na muhalefet oluşturabileceği gerekçesiyle başsavcılık tarafından İstanbul Valiliği’ne gönderildi. “Bu bir yardım” deniyor ya, yardımsa bunun Yardım Toplama Kanunu çerçevesinde olması gerekir. O dönemde, paranın içinde ufak bir meblağ Süleyman Bey’in parası vardı. “Ufak bir meblağ”dan kastınız nedir?
20 bin Euro veya 25 bin dolar diyebilirim. O kendi birikimiydi. Ancak kendisinin bu parayla ilgili de bir talebi olmadı. Benim bildiğim kadarıyla geri verilmedi.
İyi de milyon dolarlar değerindeki o paralar neden evindeymiş, kim vermiş?
Biz avukatlar, temsil ettiğimiz insanları sıkıştırmayız; onların anlatımlarına ve savunmalarına bağlı kalırız. Zaten savunmasına inanmıyorsan kabul etmezsin, çekilirsin. Süleyman Aslan uzun ifadesini kollukta, kısa ifadesini savcılıkta verdi. Savcı benim ısrarlı talebimle Aslan’ı kısaca dinledi ama hemen tutukluluğa sevk etti. Kanaatim odur ki o anda tutuklanmasını gerektirecek hiçbir şart da gerçekleşmemişti. Örgüt mensubu olarak da hakkında hiçbir zaman somut iddia ortaya konulamadı. Sırf o dosyayı İstanbul Çağlayan’a çekebilmek için yapıldı. Nitekim bir müddet de tutuklu kaldı, sonra serbest bırakıldı ve yargılama süreci tutuksuz devam etti.
O günlerde, “Süleyman Aslan’ı kurban ettiler” demiştiniz. Bugün hâlâ bir kurban olduğunu düşünüyor musunuz?
O zaman ne söylemişsem, şimdi de arkasındayım. Çünkü ben avukatım, profesyonel meslek icra ediyorum. İşlerini aldığım insanlarla ortak değilim, onların hayatları hakkında kararlar veremem. Aynen sizin icra ettiğiniz gazetecilik mesleğinde olduğu gibi objektif kriterlerle maddi hakikate ve adalete ulaşılması için çaba gösteririm. Dolayısıyla, duygularımla hareket etmem, hareket etmem de beklenmesin. Subjektif bir soru sorayım; Süleyman Aslan, Ersan Şen’in vicdanında masum mudur, değil midir?
O dönem söyledikleri kendisini de beni de bağlar. Avukatlık benim için kutsal bir meslektir. Sır saklama yükümlülüğümüz var. Elbette vicdanınızla hareket edersiniz ama takdir edersiniz ki ifa ettiğiniz mesleğin size öngördüğü birtakım kurallar vardır. O kurallar çerçevesinde savunduğum bu kişinin ifadesi ne ise biz de onu o ifade çerçevesinde temsil etmişizdir.
Süleyman Aslan şimdi size gelip “Avukatlığımı üstlenir misiniz?” dese kabul eder misiniz?
Evet, ederim. Netice itibarıyla şu anda vekâlet ilişkim devam ediyor. Devam etmemde hukuki veya vicdani anlamda bir sakınca yok. Bu bir tecrübe.
“Avukatlık masraflarını banka mı ödeyecek, şahsı mı ödeyecek?” tartışmaları olmuştu. Sonuçta kim ödedi?
Ödeme banka tarafından yapıldı. Kendisi de yapabilirdi, ama neticede bankacılık faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştiği iddia edilen olaylar vardı. Halk Bankası’nın ABD’nin kanunlarını ihlal edecek şekilde birtakım ticari faaliyetlere girdiği söyleniyor. Bu bankacılık faaliyetleri bu kadar büyük ölçekte olduğunda, sadece Süleyman Aslan tarafından gizli yapılabilir mi? Neticede zaten Sayın Cumhurbaşkanı da İran’la yapılan ticaret konusunda bir sorun görmüyor, ama kanaatimce onun dışında birtakım iddialar varsa, iddia eden iddiasını hukuka uygun yöntemlerle ispatlamak zorundadır.
Peki siz Reza Zarrab ile tanışıyor musunuz?
Bu soruşturma sürecinde tanıdığım bir insan. Şahsen cezaevinde konuşmuşluğum var ama dışarıda görüşmüşlüğüm veya öncesinde tanımışlığım yok.
Kaç kez görüşmüştünüz?
2-3 kez. Bilgilerim itibarıyla, bugün ABD’de verdiği ifadelere benzer bir ifadesi olmadı.
“Rüşvet verdim” diye bir ifadesi olmadı mı yani?
Hayır, olmadı.
Zarrab bu işleri çevirirken, bu tür ticari ilişkileri yürüten herhangi bir insandan farklı olarak; gündelik hayatta öne çıktı, gece ortamlarında racon kesti, bu memleketin vergi veren vatandaşlarının yüzüne karşı “Gayri safi milli hasılanızı ben karşıladım” gibi şeyler söyledi. Reza Zarrab’ın bu korkunç imajı da kamuoyunda bu dava ile ilgili algıyı etkilemiyor mu?
Zarrab’ı temsil etmedim. Bu dosya nedeniyle tanıdığım biri. Onun davranışlarının toplumda ortaya çıkardığı etki üzerine yapacağım yorumlar isabetli olmaz
Sizce bu davaya karşı çıkmak bir yurtseverlik ölçütü mü? Milli çıkarlar ile rüşvet iddiaları birbirine karışmıyor mu?
Toplumda yanlış bir algı var. ABD orada, Türkiye’de görülen yargılamaya yönelik suçları ya da rüşvet iddialarını yargılamıyor. Böyle bir yetkisi yok. Dolandırıcılık suçu, ancak hileli hareketlerle ve esaslı hataya düşürme ile mümkündür. Bu konuda ABD’nin ve bankalarının İran ticareti kapsamında dolandırıldığı söylenebilir mi? Bu suç, ABD’ye gitmeden, ABD vatandaşı ve şirketi olmayan bir kişi veya şirket tarafından nasıl işlenebilir? ABD şu an ‘uzun kol yargı yetkisi’ni işletiyor. Ama ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne bu şekilde bir dayatma yapma hak ve yetkisi yok. “Sen doğalgaz ve petrol alabilirsin, BM ile kendi işin neyse görebilirsin ancak benim paramı ve benim bankamı kullanarak yapacaksın” diyor. Çünkü dolar kullanıyorsam onun sisteminden geçmek zorundayım. Dolayısıyla, seni mecbur bıraktığı parasıyla esasında senin içişlerine karışıyor. Burada yapılan ticarette, Halk Bankası para kazanmıştır. Kayıtlara geçmiştir; 320 milyon TL gibi bir paradan bahsediliyor. Türkiye Cumhuriyeti, İran’la tarihinde olmadığı kadar ticaret yapmıştır. Bu süreçte Türkiye’nin milli bir bankasının zarar görme ihtimalini dikkate aldığımızda, elbette bu süreçte milli menfaatlerimizin yanında durmak lazım.
“Biz İran’dan petrol ve doğalgaz almak zorundayız, muhtacız ve komşuyuz. Türkiye Cumhuriyeti şu anda Birleşmiş Milletler Antlaşması’nı ihlal etmekle de itham edilmiyor. ABD, “Sen benim bankalarımı dolandırdın. Eğer dünya üzerinde Amerikan parasıyla alışveriş yapıyorsan bu birkaç şekilde mümkün: Bir, Hong Kong, Tokyo, Manila, Singapur’dan işlem yapacaksın. Onlara benim paramı işletme imkânı veriyorum. İkincisi, New York’taki bankalarımın yurtdışındaki temsilcilikleri. Ya da sen dolar cinsinden döviz gönderiyorsan, burada Amerikan Hazinesinin gözetleme yetkisi verdiği bir bankanın kontrolünden geçeceksin. Sen burada bunları kandırdın” diyor. Nasıl kandırdım! Mülkiyet sistemine göre kandırdığını iddia ettiği şirketler Amerikan şirketi değil. Amerikan vatandaşı veya Amerikan şirketi olsa sen bunu dünyanın her yerinde tatbik edebilirsin, ama “Türkiye’den de bunu yaptıysan Amerikan bankalarını yanılttın” diyor. Ayrıca mahkemede bazı sorularda, Türk parası cinsinden yapılan ticarete de müdahale etmeye kalktıklarını gördüm. Rüşvet iddialarının senin davanla ne ilgisi var? Zaten şahıs söylüyor. Eğer onun söylediklerine inanacaksan, bunlarla nereye varmaya çalışıyorsun?
Netice itibariyle siz bununla iç siyaseti de şekillendirebilirsiniz. Amerika Birleşik Devletleri bu tip konuları kullanabilir. Türkiye’de kimi kesimler “Rüşvet gibi birtakım iddialar olmasaydı, biz bu meselenin arkasında dururduk” diyor. Birileri, “Siz ABD’nin gücünü biliyorsunuz, niye buna rağmen yaptınız?” sorusunu sorarsa oturup bunu özeleştiri şeklinde tartışırsınız. Biz bunu konuşamıyoruz; biz şu an Zarrab’ın kime ne verdiğini konuşuyoruz. Böylece içeride birleşemeyerek ve buradan kendine yönelik sonuçlar çıkarmak suretiyle, ABD’de yürüyen bu davanın neredeyse içerideki siyaseti dizayn etmesini bekliyoruz.”